Site icon İnternet Haberler Köşe Yazıları Yorumlar Siyaset Ekonomi Spor

Gerçek meşruiyetin adresi: Hukukun üstünlüğü

Gerçek meşruiyetin adresi: Hukukun üstünlüğü


AV. NURULLAH ALBAYRAK | YORUM

Son günlerde ülke gündemine gelen bir kavram var: “Meşruiyet”. Cumhurbaşkanı Erdoğan’ın ABD gezisinden sonra gündeme gelen meşruiyet meselesi, freni patlamış kamyon gibi son gaz uçuruma sürüklenen bir ülkede, gerçekten tartışılması gereken bir konuydu.

Meşruiyet, bir otoritenin, kuralın ya da kurumun haklı, meşru ve uyulmayı hak ettiği algısını ifade eden bir kavramdır. Zorlamaya dayanan salt gücün aksine meşruiyet, kabul görmeye dayanan bir durumu ifade eder. Bireyler ve gruplar, sorumluların ya da yönetenlerin bunu yapma hakkına sahip olduğuna inandıklarında, istikrar ve düzen daha kolay sağlanır.

Hukuk ve meşruiyet arasında yakın bir ilişki vardır. Bu durum, yasa koyucunun, temel olarak tarafsız, tutarlı ve adil görünen kurallar koyarak bir çerçeve sağlamasıyla ilgilidir. Ancak, yasallık tek başına meşruiyeti garanti etmez, zira, adaletsiz veya baskıcı yasalara, gerçek bir kabulden ziyade korkudan dolayı uymak zorunda kalınan durumlar da söz konusudur.

Meşruiyet yalnızca biçimsel yasallığa değil, aynı zamanda yasaların adil ve toplumsal değerlerle uyumlu olarak algılanıp algılanmadığına da bağlıdır.

Meşruiyet siyasetle ve kamuoyuyla da derinden ilgilidir. Siyasal sistemlerde, bireylerin ve grupların mevcut düzene gönüllü uyum sağlamaları konusunda meşruiyet önemli bir rol oynar: meşruiyet arttıkça güç kullanımı azalır. Demokratik sistemlerde seçimler, katılım ve hesap verebilirlik gibi yaklaşımlar meşruiyetin inşasına yardımcı olurken, otoriter rejimler meşruiyet inşası için ideoloji, gelenek ya da baskıyı tercih ederler. Her iki durumda da meşruiyetin yokluğu siyasi otoritenin kırılganlığı anlamına gelir.

Siyasetle meşruiyet denklemini tamamlayan diğer öge kamuoyudur. Zira kamuoyu, yani bireylerin ve grupların güveni, inancı ve tutumu, siyasi iktidarların ve kurumların meşruiyetini belirler. İktidarın tavrı, yönetimi, söylemi ve eylemi ile kamuoyu beklentisi arasındaki uçurum meşruiyeti aşındırırken, duyarlılık ve gerçek adalet onu güçlendirir.

Siyaset felsefesinin öğrettiği temel gerçeklerden biri, iktidarın en hayati dayanağının meşruiyet olduğudur. Siyasal iktidarlar, hukuki dayanağı olmadan da bir süre devleti ellerinde tutabilirler; ancak bu, uzun vadeli ve kalıcı bir otorite sağlamaz. Demokratik rejimlerde gerçek meşruiyet, siyasi manevralara veya dış desteklere değil; hukukun üstünlüğüne ve adaletin tesisine dayanır.

Meşruiyet tartışması arasında konuyu daha iyi anlayabilmek için dikkatinizi son 1 hafta içinde gerçekleşen bir olaya çekmek istiyorum.

TMSF’nin açıklamasına göre Can Holding’e bağlı 121 şirkete, Küçükçekmece 4. Sulh Ceza Hâkimliği tarafından kayyım atanmış. Ciner Holding’e ait şirketlerin de eklenmesiyle bu sayının 131’e ulaştığı belirtiliyor. Dile kolay: 131 şirket… Milyar dolarlarla ifade edilen bir ekonomik büyüklük. Normal şartlarda iş dünyasını, hukuk çevrelerini ve toplumun tamamını sarsması gereken böyle bir karar karşısında ise neredeyse kimse konuşmuyor.

Bu sessizliğin önemli sebeplerinden birisi hiç şüphesiz, “terör örgütü üyeliği, terörün finansmanı ve kara para aklama” gibi etiketlerin kamuoyunu susturan ‘yüksek gürültülü suçlamalara’ dönüşmüş olmasıdır. Toplumda ‘kara para’ damgası ‘terör örgütü üyeliği ’damgası gibi o kadar güçlü ki, insanlar şirketin veya holdingin savunmasını yapmaya çekiniyor. İktidar ise bu sessizlikten yararlanarak, “kara para var, o halde kayyım meşrudur” algısını pekiştirmeye çalışıyor. Yandaş medyanın olayı yansıtma biçimi de bu çabayı destekliyor.

Oysa yapılması gereken bir şirketi, kişiyi ya da grubu savunmak değil; usulü savunmak olmalıdır. Çünkü hukukun özü burada yatar. Kimse suçun ya da suçlunun yanında yer almak zorunda değil. Ancak yargısız infaz niteliği taşıyan bu tür kararlarda, yanlış anlaşılma endişesiyle usule yönelik itirazların bile dile getirilmemesi daha büyük sorunlarla karşılaşılmasına neden olmaktadır.

Doğru yaklaşım: “Suça karşı tolerans yok, usule karşı da tolerans yok.” İddialar ağır olabilir; bu durumda usulün daha hassas işletilmesi gerekir. Usul sorgulanmadığında, tedbir cezaya dönüşür ve ortaya çıkan tablo tam da yargısız infaz olur. Hukukun esas alındığı bir sistemde “önce yargılama, sonra yaptırım” olmalıdır. Oysa geldiğimiz noktada sistem tersine döndü ve “önce yaptırım, sonra göstermelik yargılama” düzeni hâkim oldu.

Meşruiyet tartışmasına sadece 131 şirkete kayyım atama olayı üzerinden bakıldığında bile meşruiyet arayışında bir sorun olduğu görülmektedir.  Oysa gerçek meşruiyetin yolu hukuktan, hukukun yolu ise yargı aracılığıyla yapılan işlemlerin sorgulanabilmesi ve denetlenebilmesinden geçer. Bir başka ifadeyle, meşruiyet yalnızca kanunların varlığından değil, bu kanunların bağımsız yargı organları eliyle uygulanabilir, denetlenebilir ve düzeltilebilir olmasından doğar.

AKP iktidarının meşruiyetten anladığı hedef olarak gördüğü bireylerin ve grupların mülkiyet hakkına yargı eliyle çökme hamlesi ise bu anlayış mevcut düzenin daha da istikrarsızlaşmasından başka bir işe yaramayacaktır.

 

Kaynak: Tr724
***Mutluluk, adalet, özgürlük, hukuk, insanlık ve sevgi paylaştıkça artar***

Exit mobile version