Site icon İnternet Haberler Köşe Yazıları Yorumlar Siyaset Ekonomi Spor

Valhalla’dan Mars’a: Amerikan sağında mitoloji ve kozmik arayışın yükselişi

Valhalla’dan Mars’a: Amerikan sağında mitoloji ve kozmik arayışın yükselişi


AYDOĞAN VATANDAŞ | YORUM

FBI Direktörü Kash Patel, Charlie Kirk’ün öldürülmesinin ardından yaptığı açıklamada şu ifadeleri kullandı: “To my friend Charlie Kirk, rest now, brother. We have the watch, and I’ll see you in Valhalla. (Dostum Charlie Kirk, artık huzur içinde uyu kardeşim. Nöbet bizde, Valhalla’da görüşeceğiz.)”

Bu sözler bir dost için bir veda konuşması gibi gözükse de, aslında Amerikan sağının mitolojik sembolleri ve kozmik hayalleri siyasetin merkezine nasıl taşıdığının da bir göstergesiydi.

Valhalla, İskandinav mitolojisinde Odin’in huzurunda kahramanca ölen savaşçıların kabul edildiği mekânın adıdır. Ölüm burada bir yok oluş değil, şerefli bir ölümsüzlüktür. Amerikan sağında da uzun süredir “ultimate sacrifice” (nihai fedakârlık) retoriği hâkimdir. Arlington Ulusal Mezarlığı, ulusal bilinçte adeta modern bir ‘Valhalla’ işlevi görür. Patel’in ifadesi, bu kahramanlık mitini resmi söylemin bir parçası haline getirdi.

Amerikan sağında mitolojik semboller giderek artan bir şekilde dolaşıma giriyor. Evanjelik sağ, ölenleri “cennete giden şehitler” olarak anarken; seküler milliyetçi söylem aynı kahramanlık dilini dini içerikten arındırarak sürdürüyor. Alt-right (alternatif sağ) çevrelerinde ise Odin, Thor, Asgard ve Valhalla, doğrudan beyaz kimliğe kozmik bir köken atfetmek için kullanılıyor. 6 Ocak Kongre baskınından sonra ölen bir katılımcı için “he’s in Valhalla now” sözlerinin dile getirilmesi, mitolojik sembollerin siyasetin şiddetle buluştuğunu açıkça gösterdi.

Bu bağlamda Jason Reza Jorjani’nin fikirleri kritik bir rol oynuyor. Prometheus and Atlas (2016) kitabında Jorjani, modern bilimin bastırdığı mitolojik bilinçten bahsederken; World State of Emergency’de bu bastırmanın politik düzenle çatışmasını tartışmıştı. Close Encounters: The Future of Humanity (2022) ise bu iki hattı birleştirir. Burada UFO fenomenini yalnızca fiziksel olaylar olarak değil, kadim mitlerin modern yansımaları olarak okur. Ona göre Atlantis gibi anlatılar, yıldızlardan gelen Aryan ataların izlerini taşır; Valhalla ise bu kayıp kozmik tarihin sembolik şifresidir. “White gods” (beyaz tanrılar) mitini, kadim uygarlıkların dünyadışı müdahalelerle şekillendiği iddiasıyla birleştirir.

Jorjani’nin Mars’a dair görüşleri de dikkat çekicidir. Close Encounters’ta Mars’ı yalnızca geleceğin kolonizasyon alanı değil, geçmişin kayıp uygarlıklarının olası mekânı olarak sunar. Burada John Brandenburg’un tartışmalı, “Mars’ta termonükleer felaket” teorisine atıfta bulunur. Brandenburg, Mars atmosferinde Xenon-129 gibi izotopların ve yüzeydeki uranyum/toriyum yoğunluklarının, geçmişte devasa bir nükleer patlamanın izleri olabileceğini savunmuştu.

Jorjani bu hipotezi, Mars’ta gelişmiş bir uygarlığın aniden yok olduğu iddiasıyla birleştirir. Buna ek olarak CIA’nin 1980’lerde yürüttüğü “remote viewing” deneylerinde Mars’ta piramitler ve humanoid varlıkların görüldüğü iddialarını da hatırlatır. Ona göre Mars, hem geleceğin yeni sınırı hem de geçmişin kayıp uygarlıklarının mezarıdır.

Amerikan sağının UFO ve uzaylılara ilgisi, devlet ve düzen karşıtı ideolojiyle doğrudan bağlantılıdır. 1947 Roswell olayından bu yana devletin gerçekleri gizlediğine inanılır. QAnon gibi hareketler, Pentagon’un ve istihbarat kurumlarının dünya dışı varlıklarla ilgili kritik bilgileri sakladığını öne sürer. Bu anlatılar sağ için yalnızca bilimkurgu değil, “ihanete uğramış halk” söyleminin uzantısıdır. Nitekim ABD Kongresi’nde bu konuyla ilgili tanık ifadelerinin dinlendiği oturumlar ve ilgili görevlilerin yaşadığı baskı ve sıkıntılar bu anlatıyı ister istemez beslemektedir.

Amerikan solunda ise tablo farklıdır. Solun ana akımındaki hâkim yaklaşım, uzaylı fenomenini sağın ürettiği komplo teorilerinin bir uzantısı olarak değerlendirmek ve kendini “bilimsel rasyonalitenin ve modernliğin temsilcisi” olarak konumlamaktır. Sağ “kozmik şehitlik” imgesini öne çıkarırken, sol çoğu kez “kanıt, bilim ve gerçeklik” vurgusunu yükseltir.

Bu kozmik ve mitolojik söylemler tek tanrılı dinlerle de çakışır. Evanjelik sağ için Yehova kavramı, ulusun kaderini kutsayan merkezî bir Tanrı’dır. Dolayısıyla, “God bless America” söylemi, Tanrı’nın planı çerçevesinde Amerikan misyonunu meşrulaştırır. Buna karşılık alternatif sağ ve pagan eğilimli çevrelerde, Hristiyanlık çoğu zaman “Yahudi kökenli, Avrupalı halkları köklerinden koparan bir inanç” olarak eleştirilir: İnsanlık, Yahudi Tanrısı tarafından köleleştirilmiştir. Bu çevreler, Nordik tanrıları ve “white gods” anlatısını Hristiyanlıktan daha otantik ve üstün bir miras olarak görürler. Jorjani’nin yıldızlardan gelen Aryan atalar teorisi de bu çizgiyle uyumludur. Böylece Amerikan sağında tek tanrılı din ile pagan kozmoloji arasında hem rekabet hem de simbiyotik bir ilişki ortaya çıkar: biri Tanrı’nın planına yaslanırken, diğeri “ataların kozmik mirası”na vurgu yapar. Ancak her ikisi de aynı noktada buluşur: ulusun kaderi için kahramanca fedakârlık ve kozmik anlam arayışı.

Tarihsel bağlam da bu eğilimi destekler. John F. Kennedy, 1960’taki “New Frontier” konuşmasında uzayı insanlığın kolektif ilerleme ufku olarak sundu. Ronald Reagan, 1983’te Stratejik Savunma Girişimi’ni (Star Wars) açıklarken bilimkurgu estetiğini Soğuk Savaş’ın iyilik-kötülük çatışmasıyla birleştirdi. George W. Bush, 2001 sonrasında terörle mücadeleyi “good vs. evil” mücadelesi olarak tanımladı. Patel’in Valhalla göndermesi ve Jorjani’nin Mars spekülasyonları bu sürekliliğin güncel tezahürleridir.

Trump dönemi bu çerçevenin en ilginç halkalarından birini oluşturdu. NASA’nın Mars araştırmalarına dair en kritik bulgular —eski göl yatakları, organik moleküller ve biyolojik süreçlerle ilişkilendirilen mineraller— Trump yönetimi sırasında açıklandı. Donald Trump’ın kendisi de Joe Rogan’ın programında, “Ben Mars’ta yaşam olduğuna inanıyorum, çünkü aksi çok garip olurdu” diyerek bu spekülasyonlara katıldı. Bu tür açıklamalar, sağcı kamuoyunda “lider, gerçeği söylemekten çekinmiyor” algısıyla birleşerek kozmik-mitolojik söylemi güçlendirdi.

Bu bağlamda Manifest Destiny kavramı yeniden gündeme gelir. 19. yüzyılda ABD’nin batıya doğru genişlemesini “Tanrı’nın planı” ve ulusun kaderi olarak meşrulaştıran bu ideoloji, bugün sağ çevrelerde Mars’a yerleşme vizyonuyla paralel görülüyor. Batıya değil, uzaya genişleme… Mars, Amerikan sağının gözünde modern bir sınır, kaderin yeni sahnesi haline geliyor. Nasıl ki Manifest Destiny yerli halkların yerinden edilmesini ve toprak fetihlerini ahlaki bir görev gibi sunmuşsa, bugün de Mars’a açılmak “insanlığın kozmik görevi” olarak tanımlanabiliyor.

Bugün bu kozmik-mitolojik evrende Elon Musk’ın vizyonu da öne çıkıyor. Musk, sağ çevrelerde “özgürlükçü girişimci” ve “yeni sınırların fatihi” olarak görülüyor. SpaceX’in Mars projeleri, sağ için modern bir Manifest Destiny yorumuna zemin hazırlıyor. Mars’ta yerleşim, Valhalla’nın çağdaş ve kozmik bir karşılığı gibi: kahramanca fedakârlığın sonunda ulaşılacak “yeni dünya”. NASA Direktörü Bill Nelson’un 10 Eylül 2025 tarihinde Mars’ta mikrobiyal yaşam ihtimaline dair yaptığı açıklama ile birleşince, Musk’ın vizyonu sağ için yalnızca teknoloji değil, “kaderin yeniden yazımı” anlamına geliyor.

Bu eğilim Avrupa sağında da gözlemleniyor. Almanya’da AfD, Germen mitleri ve “ataların mirası” söylemini politik mobilizasyonda kullanıyor. Fransa’da Marine Le Pen, Avrupa uygarlığının mitolojik köklerine vurgu yapıyor. Macaristan’da Viktor Orbán, ulusal kimliği Hristiyanlık ve tarihsel mitlerle tahkim ediyor. Transatlantik ölçekte sağ siyaset, kendini mitoloji ve kozmik ufuklarla meşrulaştırıyor.

Yani Patel’in Valhalla göndermesi, Jorjani’nin “kozmik atalar” ve Mars spekülasyonları, Trump’ın “Mars’ta yaşam vardı” çıkışı, Musk’ın Mars vizyonu, NASA’nın 10 Eylül 2025’teki açıklaması ve sağın tek tanrılı dinlerle pagan mitleri harmanlayışı birbirinden bağımsız gibi görünen ama ortak bir sembolik dili paylaşan gelişmelerdir. Amerikan sağının kimlik inşası artık yalnızca ulusal sınırlar ve tarihsel kahramanlık üzerinden değil, mitolojik ve kozmik ufuklar üzerinden şekilleniyor. Valhalla, kahramanlıkla ölümün ölümsüzlüğe dönüştüğü yeri temsil ederken; Mars, geleceğin yeni kader sahnesi olarak ortaya çıkıyor.

Mitolojinin, kozmolojinin ve siyasetin birbirine karıştığı yeni bir dönemin eşiğindeyiz.

 

Kaynak: Tr724
***Mutluluk, adalet, özgürlük, hukuk, insanlık ve sevgi paylaştıkça artar***

Exit mobile version