NECİP F. BAHADIR | YORUM
51 yaşındaymış Ali Ülker… Manisa Salihli’den… KHK’lı öğretmen… 2 çocuk babası… Yaşamına son vermiş. Ölümü sosyal medyada yankılandı. Fotoğrafı eşliğinde… Gözlüklü hayat dolu biriymiş. Görüntüsü ‘pes etmiş adamdan’ çok uzak. İç dünyasını bilmiyoruz. Fotoğrafın ne zaman çekildiğini de…
Kim bilir neler yaşadı? Ne rüzgarlar gördü de dağ gibi adam yıkılıverdi. Yüreğine ne dalgalar vurdu da bedenini aşındırdı. Yoksa ‘intihar edecek’ birisi değil. Gelecek hayalleri kurduğuna eminim. Zulüm sonrası da bir hayat yaşayacağını inanmamış olacağını düşünemiyorum.
Fakat ah o travmalar, acılar… İnsanı aklını başından alır. Yüreğini daraltır. Dünya zindana dönüşüverir. İnsanın tüm duyguları, düşünceleri iflas eder. Yaşam direnci kırılır. Ve bilinçsizce ölümü doğru yürür. KHK zulmü kelimelerle anlatılacak gibi değil. Sözcükler kifayetsiz. Acılar, travmalar dayanılmaz boyutta.
“Yaşamak isterken delicesine / Ölümü özledim anne…”
Bugüne kadar kaç kişi hayatına kıydı… Onlarca mı? Yoksa yüzlerce mi? Bilen var mı? ‘Ölümlerden ölüm beğenmekte’ insanlar…
Ali Ülker
Ali Ülker’in trajedisi iki cümleyle duyuruldu. Detaylı haber bile yapılamadı. Neler yaşadığı öğrenilemedi. Geride ne bıraktı? Mesajlar ‘iki çocuğu olduğunu’ bildiriyor. Kaç yaşındadır? Hayata nasıl tutunacaklar? Eşi, annesi babası hayatta mı? Çocuklarına kim sahip çıkacak? Bilen yok.
Ali Ülker’in intiharı taşlaşan kalpleri yumuşatır mı? Ülkenin ‘KHK’ diye yakıcı bir sorunu olduğu fark edilir mi? Yakıcı değil sadece öldürücü nitelikte… Zulüm KHK ile sınırlı değil. Her yerde…
En çok da içeride… Hapishanelerde… Ölüm kol geziyor. Canlı, diri giren kaç kişi oradan tabutla çıktı. Sosyal medya hasta mahpus haberleriyle dolu. Birkaç gün önce Mehmet Parlak’ın mesajları vardı. Bir deri bir kemik kalmış… Hasta… Böbrek bozukluğu dördüncü evreye çıkmış. Daha önce böbrek nakli yapılmış. Annesinin böbreğini almış. O tek böbreğinin yüzde 20’si çalışıyormuş. Hala dört duvar arasında… Büyük olasılıkla günlük ihtiyaçlarını mahpus arkadaşlarının desteğiyle ancak giderebiliyor.
Tahliye olması için illa ölmesi mi gerekiyor? Hani devletin sorumluluğundaydı mahpuslar? Bu nasıl sorumluluk? Bile isteye taammüden vatandaşını öldüren devlet olabilir mi?
Olamaz… Ortada devlet falan yok çünkü. AKP düzeni var. Merhametten yoksun… İnsafsız ve vicdansız. Kan akıtmaktan bile çekinmeyen bir yönetim tarzı. İktidarını sürdürmek adına her türlü zulüm işkence yapmaktan geri durmayan bir sistem. Bunun adı cinayet değil mi? Tarihe ‘cinayet’ diye not düşülecek. Ve yarın devran döndüğünde AKP ‘katil’ diye anılacak.
CHP Belediye Başkanı Murat Çalık’ın durumu da farklı değil. Hastane ile hapishane arasında ‘mekik dokuyor’ adeta. Hastalığının ciddiyeti konusunda herkes hemfikir. AKP’li Bülent Arınç bile tahliye edilmesi gerektiğini söyledi. Tutuksuz yargılanmasının ne gibi mahsuru olabilir?
Fakat yargı içeride tutmakta ısrarcı… Tabii kendi iradeleri değil. Yukarıdan gelen bir işaret olmasa ‘tutukluluğa devam’ demeleri zor. Zulüm ve işkenceyi görmek için birazcık insaf ve vicdan kafi. İnsan olan fark eder.
Menajer Ayşe Barım’ın mektubunu okudum… “Hastayım içeride ölmek istemiyorum!” diyordu. Yüreğim parçalandı. Hasan Cemal “Gözlerim doldu” diyerek köşesine taşıdı. Niye içeride tutulduğunu anlayabilmiş değil. Benzerleri gibi dosya boş. İddialar havada… Somut delil yok.
Ayşe Barım neden mahpus? AKP iktidarının neyine dokundu? Onun üzerinden kime gözdağı veriliyor? Ölüm riski altında içeride tutma ısrarı neden? Erdoğan’ın çevresinde hiç mi aklı başında, vicdan sahibi biri kalmadı?
“Sektör bana sahip çıkmadı, burada bunun yasını da tutuyorum
ve bu sessizlik mağduriyetime yer açmış olabilir…” diye yazmış Ayşe Barım.
Zulmü büyüten de bu sessizlik… Ve korku tabii. Sahip çıkmanın bedeli var. O bedeli ödemeyi kimse göze alamıyor. Sadece sektör mü? Kamuoyu sahip çıktı mı? Dizi düşkünü toplumun haberi bile yok. Altında Ayşe Barım’ın imzası olan yapımları gece gündüz izleyenler sessiz. “Bana dokunmayan yılan bin yaşasın!” modunda. O yılan gün gelecek sana da dokunacak. Tıpkı bugün yıllarca sessiz kalan CHP’ye dokunduğu gibi…
Ayşe Barım, “Eğer tutuklanmamın sebeplerinden biri 19 Mart’a hazırlıktıysa!” diyor; “O zaman ben bir sektör adına burada rehin tutuluyorum demektir…”
Mümkün. Hukuk olmayınca her olasılık mümkün. 19 Mart’tan kasıt Ekrem İmamoğlu darbesi… Evet o yolun taşlarından biri olabilir. AKP düzeninde bir siyasi senaryonun kurbanların biri olmak hiç de zor değil. Kendinizi bir anda uzaktan yakından ilginizin olmadığı bir kumpasın içinde buluverirsiniz.
Anlat artık derdini anlatabilirsen… İçeri girmek kolay, çıkmak zor.
İlla da siyasi bir duruşunuz olması gerekmiyor. Kurban seçildikten sonra siyasi renginizin bir anlamı yok. Düne kadar AKP’nin dümeninde iş gören birisi de olabilirsiniz. Son kullanma tarihiniz geldiyse yandınız demektir.
Turgay Ciner’in başına gelenler… AKP’nin en makbul iş adamlarından biri değil miydi? Kasımpaşa takımını Ciner’e teslim eden kimdi? Maden ruhsatlarına ‘olur veren’ AKP’den başkası mıydı? AKP insanı sadece ‘kurban’ değil aynı zamanda ‘mundar’ da eder. Ciner kurban mı yoksa mundar mı oldu, bilemedim. Ayşe Barım’ın kurban olduğuna eminim. AKP zulmünde parmak izleri… Suç ortaklarından biri değil.
Şu cümleler Barım’a ait; “Her zaman apolitiktim, işimi de hiçbir zaman siyasi bir duruşun gölgesinde yapmadım. Keşke bir gün başıma gelenleri tüm açıklığıyla korkmadan anlatabilsem ama imkânsız sanki…”
Bugün ‘imkansız’ olabilir ama yaşadıklarını anlatacağı ‘günler’ gelecek. Fakat o güne çıkmak, inadına yaşamak ve direnmek lazım. Barım ne kadar dayanabilir? Ali Ülker gibi, “Benden buraya kadar!” der mi? Ritmi bozulan kalbi bedenine kan pompalamaya devam eder mi? Barım’ın yazdıkları ürküttü beni. Rahatsızlığı ciddi boyutta. Yaşadıkları vahim…
“Dört ayda yedi kere bayıldım…” diyor ve ekliyor; “Tıbbi adıyla bu durum ‘senkop’ olarak tanımlanıyor. Basitçe kalp kasımdaki bozulmaya bağlı olarak kanı pompalamaya çalıştığında kas daha da genişliyor ve kanın çıkış yerini daraltıyor. Bu ciddi darlıktan dolayı vücuda kan pompalanmıyor ve bayılma atakları gerçekleşiyor. Bu bahsettiğim yedi bayılmanın sonuncusunda yere düşerken kafamı çarpmışım ve revirde müşahede altına alındım. Vücudumda bir nevi iki ayrı patlamaya hazır bomba var. Dolayısıyla iki açıdan yüksek ölüm riskiyle karşı karşıyayım. Bu hastalıkların sonucu olarak gelen bayılmalarımı hissetmiyorum. Sanki bir anda kalbimde elektrik kesiliyor gibi… Kampüs hastanesinde ne nörolog ne de kardiyolog… En yakın hastane 1,5 saat uzaklıkta. Yani kurtulmam imkânsız. Tabii bu korkuyla yaşamak da korkunç…”
Ey millet! Görmüyor musunuz? AKP’nin zulüm düzeninde canlı kanlı insanlar ölüme yürüyor… Hapishanelerde ölüm kol geziyor… Ali Ülker tek örnek değil, Mehmet Parlak ve Ayşe Barım da öyle… Binlercesi var içeride hem de dışarıda…
Zulme “Dur, yeter artık!” demeyecek misiniz?
Kaynak: Tr724
***Mutluluk, adalet, özgürlük, hukuk, insanlık ve sevgi paylaştıkça artar***