Site icon İnternet Haberler Köşe Yazıları Yorumlar Siyaset Ekonomi Spor

“Ali Bulaç’la Otobiyografi”: Geçmişten ders, geleceğe miras!

“Ali Bulaç’la Otobiyografi”: Geçmişten ders, geleceğe miras!


AHMET KURUCAN | YORUM

Atlas Fikir Kulübü’nde Ali Ağcakulu’nun moderatörlüğünde yayımlanan “Ali Bulaç ile Otobiyografi” serisi, uzun zamandır ihtiyaç duyduğumuz türden bir entelektüel hatırat-sohbeti. Ama sadece bir hayat hikâyesi değil. Aksine Osmanlı’dan Cumhuriyet’e, tek partiden çok partili hayata, Soğuk Savaş’tan bugünün krizlerine uzanan geniş bir panoramayı, içeriden bir tanığın kavrayışıyla önümüze seriyor. Şimdiye kadar yayınlanan üç programı merkeze alarak söyleyeyim: İstifade edilmemesi neredeyse imkânsız bir seri.

Bu yazıda her bölümden, bende en çok iz bırakan başlıkları ve çarpıcı pasajları maddeler halinde öne çıkarıyorum.

I. Bölüm: Kişisel tarihten medeniyet tartışmasına

1-Mardin–Musul hattı ve kimlik: Bulaç, ailesinin 1830’larda Musul’dan Mardin’e uzanan hikâyesini anlatırken “musta‘rib” (sonradan Araplaşmış) kavramını kullanıyor. Mardin’in Arap merkezi, Kürt çevresi tasviri; bölgenin çoğul kimliğine dair berrak bir çerçeve sunuyor.

2-“Eddîn fi’l-Medîn”: Annesinin “Din, Medine’dedir; insanı şehir terbiye eder” sözünü ileride kitap ismine dönüştürecek kadar önemsiyor. Medine–medeniyet–medeni–hukuk çizgisini şehir, hukuk ve ahlak üzerinden bağlıyor.

3-Hilafet–Cumhuriyet dengesi: “Saltanatın kaldırılması en büyük kazanımdır; hilafetinse devamı mümkündü” diyor. İngilizlerin hilafetin kaldırılmasındaki ısrarını ve Hint Müslümanlarının altınlarının Ankara’ya akışını hatırlatıyor. Hilafetin kaldırılışını sadece iç dinamikle değil uluslararası mutabakat ve post-emperyal dengeyle okuyor.

4-Ulus inşası ve kırılma noktası: Bu başlıkla mübadeleyle gayrimüslim unsurun tasfiyesi, içerideyse farklı etnik kökenlere sahip Müslümanların “Türkleştirilmesi” projesini ele alıyor… “Kürtlerin bu kimliği reddetmesi”nin yüzyıllık bir gerilimi nasıl beslediğini net biçimde koyuyor; ulus mühendisliğinin sınırlılıklarını çıplak bir dille anlatıyor.

II. Bölüm: Demokrat Parti, İnönü, NATO ve toplumsal dönüşüm

1-Çok partili hayata geçişin iç değil dış baskılarla geldiği tespitini yapıyor Bulaç. 2. Dünya Savaşı’nın sonunda Stalin’in Boğazlar ve Kars–Ardahan baskısı, Türkiye’yi Batı blokuna mecbur bıraktı; şartlardan biri çok partili düzen ve din eğitiminin serbestleşmesiydi. İmam Hatiplerin açılışı bu bağlama oturtuluyor.

2-İnönü’ye soğukkanlı bakış: “Türkiye’yi savaşa sokmamak bir devlet adamlığı basiretidir” diyor. Popüler ezberleri bozuyor; 12 Ada vaadi ve benzeri söylentilerin cazibesini değil, neticeyi ölçü alıyor.

3-Demokrat Parti eleştirisi: Sert bir eleştiri ama yerinde olduğunu düşünüyorum. Celal Bayar–Menderes çizgisinin “Kemalizm”i sabit resmi ideoloji olarak tahkim etmesi ve Atatürk’ü Koruma Kanunu ile eleştirinin yasaklanmasını “rejimin en büyük günahlarından” sayıyor. Bu, tarih anlatısında çoğu kez es geçilen bir paradoks.

4-Marshall yardımı, traktör ve yol: Anadolu’nun iç göçü,
mekanize tarım ve karayolları politikası, kırsalı işgücünden arındırıp büyükşehre çekti; Türkiye’nin köylü toplumdan yarı-şehirli topluma hızla savrulmasını, bir Truman doktrini sosyolojisi olarak okuyor. Çok iyi bir yapısal tespit.

III. Bölüm: Modernleşme muhasebesi ve İslamcılığın tasnifi

1-Batı modernleşmesi: Nötr değil, taşıyıcı bir kültür olarak değerlendiriyor. “Bilim ve teknoloji nötr değildir; kendi felsefesini ve hayat tarzını taşır” vurgusunu, Japonya/Çin/Hindistan örnekleri üzerinden anlatıyor. Taoizm’in sükûnu ve Konfüçyanizmin aile geleneğinin Çin’de nasıl tasfiye edildiğini; Hind’de nefsin terbiye etiğinin tüketim ekonomisine nasıl yenildiğini anlatıyor.

2-“Batı-dışı modernleşme mümkündür”: Nilüfer Göle’nin tezine atıf yaparak “Mümkünse bunu sadece Müslümanların kaynakları başarabilir” diyor. Eğer mümkün değilse, modernliğin insanlık için kaderi olduğu gibi karanlık bir varsayıma savrulacağımızı, bunun da “kötülüğün ulûhiyet kazanması” anlamına geleceğini söylüyor. Sert ve düşündürücü.

3-Siyasal / Sosyal/ Kültürel İslam ayrımı:
Bulaç, İslamcılığın damarlarını Efgani (siyasal mücadele), Abduh (toplumsal ıslah) ekseninde ayırıyor. Bediüzzaman için “Eski Said siyasal, Yeni Said sosyal İslam’a yakın” derken; Süleyman Tunahan gibi isimleri sosyal-kültürel hatta kurumsal dinî ıslah hattına yerleştiriyor.

Sizi dinlendireyim. Bir de ironi yaparak “Fıstıkağacı iddianamesi” adını verdiği bir olaydan bahsediyor. 

1970’te Yüksek İslam sınavına hazırlanırken Üsküdar Fıstıkağacı’nda bir apartmanda Nurcu bir ailenin yanında kalmış Ali Bulaç. 15 Temmuz meş’um darbe kumpasından sonra tutuklu iken gerçekleşen yargılamalarda “46 yıl önce kaldığı apartmanın adını” suç delili olarak iddianamede yazılı olduğunu görüyor. Bizim memlekette böylesi durumlarda ‘güler misin ağlar mısın?’ derler.

Atlas Fikir Kulübünün perde arkasında çalışanları ile birlikte Ali Ağcakulu’nun bu emeklerini toplumsal hafızaya yapılmış ciddi bir yatırım ve geleceğe bırakılan çok önemli bir miras olarak görüyorum.

Şahsî kanaatim şudur: Bu üç program birlikte Türkiye’nin son yüzyılını kavramak için sağlam bir giriş dersi niteliğinde. Tartışalım, takdir edelim, tenkid edelim ama önce dinleyelim ve ciddiye alalım. Çünkü memleketin bugünkü çıkmazlarını konuşacaksak, böyle berrak muhasebelere her zamankinden fazla ihtiyacımız var. Çok teşekkürler Ali Bulaç Bey.

Kaynak: Tr724
***Mutluluk, adalet, özgürlük, hukuk, insanlık ve sevgi paylaştıkça artar***

Exit mobile version