Site icon İnternet Haberler Köşe Yazıları Yorumlar Siyaset Ekonomi Spor

Suç ve Ceza’nın gölgesinde: Affetmenin ağırlığı, merhametin hafifliği

Suç ve Ceza’nın gölgesinde: Affetmenin ağırlığı, merhametin hafifliği


AYDOĞAN VATANDAŞ | YORUM

Dostoyevski’nin Suç ve Cezası, sadece bir cinayet romanı değil, insan ruhunun en derin çatışmalarını, vicdan muhasebesini ve ahlaki sınavını anlatan zamansız bir başyapıttır. Roman, Petersburg’un kasvetli sokaklarından çok daha öteye, insanın iç dünyasının en karanlık odalarına ışık tutar.

Raskolnikov’un baltayla işlediği cinayet, dışarıda basit bir suç gibi görünse de, asıl mahkeme ruhun içinde açılır. Bu mahkemede, kanun kitaplarından çok vicdanın sesi hakimdir. Dostoyevski okura şunu sorar: “Bir insan, büyük bir kötülük yapmış olsa da, yine de iyi biri olabilir mi?”

Bu soru, basit bir ahlaki yargının çok ötesinde, insan doğasının karmaşıklığını, suç ve ceza kavramlarının sınırlarını sorgulayan bir kapı aralar. Raskolnikov’un cezası, mahkemenin kararıyla değil, kendi ruhunun en karanlık köşelerinde başlar. Kendi kendini yargılayan vicdan, bazen en acımasız, en derin yargıcıdır.

Dostoyevski, insana düşen cezanın sadece dışsal yaptırımlarla değil, içsel sarsıntılarla ölçüldüğünü anlatır. Bir hata, bir suç dış dünyada açtığı yaraların yanı sıra, içeride de derin ve görünmez yaralar açar. Bu yaralar, zamanla ruhun dokusuna işler ve insanı onarılmaz zannettirir.

Romanın en dokunaklı figürlerinden biri olan Sonia ise, tam da bu karanlıkta doğan bir merhamet ışıltısıdır. Toplum tarafından dışlanan, küçümsenen bir kadın olarak o, sessizliği ve şefkatiyle büyük bir direnişin simgesidir. Sonia’nın gücü, gürültüden çok sessizliktedir. Kırılganlıkla yoğrulan bu güç, insanın acıyı nasıl umuda çevirebileceğinin kanıtıdır.

Raskolnikov’un cinayeti, öfkeden doğan anlık bir patlama değil, felsefi bir deneydir. Kendisini “olağanüstü insan” olarak tanımladığı bir teoriyi sınamaya girişir: “Bazı insanlar, sıradan insanların üzerinde ve kanunların ötesindedir. Topluma fayda sağlamak için bir hayatı sona erdirmek gerekirse, bu ahlaki bir suç sayılmaz.”

Ancak bu iddianın yıkıcı sonucu, baltanın gölgesinden çok daha derindir: Raskolnikov’un ruhunda yaşanan derin çöküş ve parçalanma. Kötülüğün ardında bazen akıl ve adalet gibi kutsal görünen kavramların da kılıf olarak kullanıldığı bu trajedi, insan dogasinin ne denli kırılgan ve karmaşık olduğunu gözler önüne serer.

İçsel ceza, Raskolnikov’un gerçek cezasıdır. Vicdanının yakıcı ateşi, onu her an kavurur. Cinayet, onu değil, Raskolnikov cinayeti tüketir. Ailesinden, dostlarından ve sevdiğinden uzaklaşır; insanlığından koparılır.

Tam da bu yıkımın ortasında, Dostoyevski’nin bir diğer başyapıtı Karamazov Kardeşler’de de benzer temalar yankılanır. Bu eser, üç kardeşin -Dmitri, İvan ve Alyoşa’nın- farklı bakış açıları üzerinden insan doğasının, suçun, vicdanın ve Tanrı inancının derinliklerine iner. Dmitri’nin tutkusu ve ahlaki karmaşası, İvan’ın akılcı şüpheciliği ve Alyoşa’nın inanç dolu merhameti, insan ruhunun farklı yönlerini temsil eder.

Suç ve Ceza’da olduğu gibi, Karamazov Kardeşler de suç ve cezanın ötesinde, affetmenin ve merhametin dönüştürücü gücüne vurgu yapar. Alyoşa’nın sevgisi ve merhameti, kardeşleri arasındaki çatışmaları aşmaya çalışırken, Dostoyevski bize insanın en karanlık anlarında bile umudun var olduğunu hatırlatır.

İşte tam da burada, iki roman arasındaki köprü kurulur: Suçun, cezanın ve içsel azabın derinliklerinde, affetme ve merhamet insanı yeniden var eder. Raskolnikov’un Sonia’ya, Dmitri’nin Alyoşa’ya ihtiyacı gibi…

Sonia’nın affetici bakışı, Raskolnikov’un bütün savunmalarını boşa çıkarır. Onun suskunluğu, en güçlü affetme dilidir. Burada öğreniriz ki: Affetmek, başkasının yükünü kaldırmak değil, insanın kendi ruhunu zincirlerinden kurtarmasıdır.

Hukuki ceza gelir; Sibirya’da sekiz yıl süren kürek cezası… Ama bu ceza, sadece fiziksel bir hapis değil, aynı zamanda bir yeniden doğuşun sancısıdır. Sonia’nın varlığı, Raskolnikov’un insanlığına yeniden kavuşmasının yolunu açar.

Dostoyevski, insan ruhunun derinliklerinde gizli kalmış bu gerçeği fısıldar: Gerçek ceza dışarıdan değil, insanın kendi vicdanından kaynaklanır.

Bu derin hakikat, kutsal metinlerde de yankılanır: “Kötülüğün karşılığı, ona denk bir kötülük olabilir. Ama kim affeder ve barışırsa, onun mükâfatı Allah’a aittir.” (Şura, 40)

“Düşmanlarınızı sevin, size kötülük edenler için dua edin.” (Matta, 5:44)

Kur’an’da Yusuf’un kıssasında, affetmenin sadece geçmişi unutmak değil, kırılmış bağları onarmak olduğu öğretilir. Kardeşlerinin ihanetiyle kuyuya atılan, köle olarak satılan ve yıllarca gurbetin acısını çeken Yusuf, yıllar sonra onlarla yüz yüze geldiğinde intikam değil merhamet diliyle konuşur: “Bugün sizi kınama yok! Allah sizi bağışlasın. O, merhametlilerin en merhametlisidir.” (Yusuf, 12:92)

Affetmek, kötülüğün zincirini kırmak demektir. Haksızlığı yok saymak değil; öfkeyi ruhunu yakmadan dönüştürmektir. Affeden kişi, önce kendine merhamet etmiş olur; bu, insanın en derin özgürlüğüdür.

Toplumlar, bir elin parmakları gibidir. Bir parmak acıyınca, bütün el bu acıyı hisseder. İnsanlığın ve toplumun iyileşmesi, bu merhamet zincirinin yeniden kurulmasıyla mümkündür.

Affetmek, bireyin ve toplumun içsel bütünlüğünü onarır; sessiz ama güçlü bir eylemdir. Merhametin hafifliği, adaletin yükünü taşır. Ve nihayetinde, suçun en karanlık gölgesinde bile, insanın kalbinde bir ışık yanabilir.

Kaynak: Tr724
***Mutluluk, adalet, özgürlük, hukuk, insanlık ve sevgi paylaştıkça artar***

Exit mobile version