Site icon İnternet Haberler Köşe Yazıları Yorumlar Siyaset Ekonomi Spor

Herkese pabucunu ters giydirecek sürprizler

Herkese pabucunu ters giydirecek sürprizler


TARIK TOROS | YORUM

Türkiye’de siyaset, sanıldığı gibi girift, anlaşılması güç, çok bilinmeyenli bir denklem değil. Aslında oldukça basit araçlar ve yöntemlerle ilerliyor. Ancak biz, geriye dönük çözümlemelerde kullandığımız yöntemi ileriye dönük projeksiyonlarda ıskalıyor; olaylara ve aktörlere gereğinden fazla anlam yüklüyoruz. Bunu iki örnek üzerinden açayım.

  1. Ekrem İmamoğlu örneği

2022’de adaylığının önünü “ahmak davası” ile kesen istinaf sürecini CHP yönetimi de kabullendi. Zira Kemal Kılıçdaroğlu yıllardır cumhurbaşkanı adaylığına hazırlanıyordu. Meral Akşener’in bunu görmemesi imkânsızdı, ama görmek istemedi. Seçime iki ay kala masadan kalkışını, “İmamoğlu ve Mansur Yavaş’ın adaylığını zorlamak için yaptım.” diye gerekçelendirse de, köprüden önceki son çıkış çoktan geçilmişti.

Sonuçta Erdoğan, karşısında kazanabilecek tek aday olan İmamoğlu riskini bertaraf etmiş oldu. Mansur Yavaş ise yedekteydi, fakat Kılıçdaroğlu’nun ısrarı o kadar keskindi ki, adı gündeme dahi gelemedi.

  1. 2016 ve başkanlık dönüşümü

O yıl Erdoğan, eski siyasi desteğini kaybetmişti. İki yıldır Saray’daydı; parlamenter sistemle devam etmek istemiyordu. Yürütmenin başı halen başbakandı. Erdoğan, önceki cumhurbaşkanı Abdullah Gül’ün yetkileriyle ülkeyi “fiilen” yönetiyordu. TBMM, bürokrasi ve medya bunu kabullenmişti. “Halkın seçtiği başkanım, parlamento bekleme odasındadır.” diyerek pazarladığı “meşruiyeti”, Erdoğan kendi pratiğine uyarladı.

15 Temmuz sürecini sivil darbeye dönüştürdü; MHP’yi yanına çekti. Bahçeli’nin çıkışıyla başkanlık referandumuna gitti; mühürsüz oyların sisteme dahil edilmesiyle arzuladığı sistemi anayasallaştırdı. Ardından yapılan seçimle hem Cumhur İttifakı’nı tesis etti (çünkü parlamentoda çoğunluğa ihtiyacı vardı) hem de “tek adam” rejimini yasal zemine oturttu.

Sonra bu da yetmedi. 2023’e yaklaşırken ittifak tabanını genişletmek zorunda kaldı; MHP’nin yanına HÜDAPAR ve Yeniden Refah gibi unsurları ekledi. Cumhurbaşkanlığı seçiminde yüzde 5’lik Sinan Oğan vakası hâlâ hafızalarda…

Tüm bu süreçlerde CHP ile ilan edilmemiş bir mutabakat yürüyordu: OHAL süreci ve KHK’lara biat, belediyelerin paylaşılması bunun en açık göstergesiydi.

CHP’de ‘bayrak’ değişimi: Kılıçdaroğlu’nun sancılı ayrılışının ardından CHP’nin başına Özgür Özel geçti. Aslında o da önceki dönemin bir figürüydü. Erdoğan’a, özellikle Kürt siyasal hareketi ve Gülen grubuna karşı verilen mücadelede CHP’nin sağladığı desteğin ve bunun karşılığında açılan alanın farkındaydı. 2024 yerel seçimlerinde zafer kazanması, İstanbul ve Ankara’ya yenilerini eklemesi, partiyi iktidar alternatifi haline getirdi. Ancak Özel, iktidarla “normalleşmeyi” seçti. Oysa halihazırda “ilan edilmemiş” bir normalleşme süreci içindeydi.

Daha derinlerde sessiz bir mutabakat daha vardı: “Devleti ve ülkeyi felç etme pahasına da olsa Erdoğan’ın başlattığı işi bitirmesi ve sağlık sorunlarının doğal sonucu olarak sonrasının dizaynında CHP’ye başat bir rol verilmesi.” 

Müesses nizam, Erdoğan’ın onayı olsun veya olmasın, bu senaryoyu 2014’ten beri satın almıştı. Yaklaşık on yıllık bir “rehabilitasyon” sürecinin ardından “eski Türkiye ayarlarına dönüş” öngörülüyordu.

İmamoğlu faktörü: Takvimler 2024’ten 2025’e dönerken -seçime daha yıllar vardı belki lakin- İmamoğlu’nun sahadaki varlığı Erdoğan için ciddi bir tehdit oluşturmaya başlamıştı. Siyasi yasak veya diploma iptali bile onu durduramayacaktı. CHP, çok geç kalmış bir hamleyle önseçim mekanizmasını işletip onu resmen cumhurbaşkanı adayı ilan etti. İmamoğlu, “15.5 milyon oyla resmen CHP’nin cumhurbaşkanı adayı olduğu” haberini Silivri’deki ilk gününde aldı.

Ekim ayı sonunda Esenyurt’la başlayan belediye operasyonları peş peşe geldi. İktidarla mutabakat -kısmen- rafa kalkmıştı. Erdoğan, milyarlarca doları yakarak İmamoğlu riskini “dönüşü olmayacak biçimde” bertaraf etmeyi göze aldı. Bu uğurda uluslararası imajını da hiçe saydı. Dünya artık onun seçimli bir demokrasinin ürünü olmadığının farkındaydı. 

CHP ise belediye operasyonlarıyla kadrolarını, kağıt üstünde bir yıl önceki seçim zaferini ve güçlü gelir kaynaklarını kaybediyordu.

Erdoğan’ın “İmamoğlu’ndan vazgeçin” mesajı verdiğini Özgür Özel defalarca dile getirdi; bu artık sır değildi.

CHP’nin ikilemi: Erdoğan, CHP’yi eski ayarlarına dönmeye zorluyordu. CHP ve Özgür Özel buna baştan gönüllüydü. Ancak tabanın, boş vaatlere, miting meydanlarındaki coşkulu nutuklara ve “tüm başkanlarımız kısa sürede çıkacak” sözlerine karnı toktu. Muhalif kitle, buraya kadar satır başlarıyla özetlediğim hikâyeyi on yıl sonra acı ve çaresizlikle görüyordu.

CHP’nin açmazı işte burada yatıyor: Bir yanda normalleşme, MİT’le randevulaşma, TBMM’de komisyon çalışmaları, Suriye konusunda iktidarın çizdiği yolda ilerleme arzusu; diğer yanda tabanın iknaya açık olmayan baskısı.

Özel, bu çelişkiyi 40’ı aşkın mitingle ve hemen her kürsüde iddialı konuşmalar yaparak aşabileceğini sandı. Oysa siyaseten somut bir ilerleme kaydetmediği gibi, haftalık operasyonları durduramadı; ekarte edilen belediyelerin önünde miting yapmaktan, yani iktidarın belirlediği gündemi halka şikâyet etme alışkanlığından vazgeçemedi. Zaten genel başkanlıktan önceki on yılını da böyle geçirmişti. Artık yeni şeyler yapma vaktiydi. Bunun farkındaydı, ama Erdoğan’ın deyimiyle politik ayarları “Ankara merkezli” olduğu için “iki ileri-bir geri” yürümeye devam etmeye çabaladı, çabalıyor.

İktidara gelirse neyi nasıl düzelteceği konusunda ise yaklaşık iki yıla yaklaşan görev süresinde somut bir plan ortaya koyabilmiş değil. Cezaevinden Fatih Altaylı’nın sorusuna “Eylül sonunu bekleyin!” cevabını verdi. Hoş, eylül sonunu görüp göremeyeceğinin de garantisi yok. Çünkü ay ortasında CHP kurultayı davası görülecek.

Yakın zamana kadar CHP tabanı, “Adam daha ne yapsın, siz ne öneriyorsunuz?” diye bizlere soruyordu. Artık bu soru sorulmuyor.

Zamanın daraldı: Peki Özgür Özel denklemi değiştirebilir mi? Taban henüz buna net bir yanıt vermiş değil. Ancak süre hızla azalıyor ve Özel de bunun farkında. Bir yanda ezber bozan, oyun kuran bir siyasal kapasitesinin bulunmaması; öbür yanda zamanın daralması gerçeği var.

Konuşmalarında “Az daha sabır, gidiyorlar, sıra bize gelecek!” demeye çalışıyor. Fakat aşağıda bunu sabırla karşılayacak bir kitle yok ve sokaklar günden güne bunalıyor.

Buraya kadar aktörleri anlattım. Bir de zaman ve dinamikler var. 2025’in son çeyreğine girilirken ve 2026 sür’atle yaklaşırken herkese pabucunu ters giydirecek gelişmeler yaşanabilir.

Mevcut rejimin çöküşü, kenarda bekleyen muhalefetin hevesini kursağında bırakabilir. Unutmayalım: 2002’de halk, düzen partilerini baraj altına itmiş, dönemin tüm liderlerini siyaset mezarlığına gömmüştü.

Fakat bu defa, seçimi beklemeye niyeti yok gibi görünüyor.

Kaynak: Tr724
***Mutluluk, adalet, özgürlük, hukuk, insanlık ve sevgi paylaştıkça artar***

Exit mobile version