Site icon İnternet Haberler Köşe Yazıları Yorumlar Siyaset Ekonomi Spor

Enaniyet Çağı: Birey, toplum ve kaybolan değerler

Enaniyet Çağı: Birey, toplum ve kaybolan değerler


YÜKSEL ÇAYIROĞLU | YORUM

Bediüzzaman Hazretleri, içinde yaşadığımız asra dair çeşitli nitelemelerde bulunur. Bunlardan biri de “benlik ve enaniyet asrı”dır. (Emirdağ Lahikası, s. 156) Bu çağda enaniyetin ileri seviyelere ulaştığını (Kastamonu Lahikası, s. 164) ve şiddetle hüküm sürdüğünü belirtir. (Barla Lahikası, s. 64) Enaniyeti, modern çağın bir hastalığı olarak tanımlar. (Emirdağ Lahikası, s. 225) Hatta bir adım daha ileri giderek şu tespitte bulunur: “Şu asırda enaniyet o derece dizgini eline almış ki çok insanlar birer küçük firavun ve birer küçük nemrut hükmüne geçmişler.” (Mektubat, s. 517)

Bediüzzaman, benlik ve enaniyetin güçlenmesinin sebebi olarak İslam terbiyesinin eksikliğini ve kulluğun zayıflamasını gösterir. (Emirdağ Lahikası, s. 156) “Gaflet ve dünyaperestlikten çıkan dehşetli bir enaniyet bu zamanda hükmediyor.” sözüyle de bu hâlin kaynağına işaret eder. (Şualar, s. 309) Bu nedenle hayatını iki “tağut” ile mücadeleye adadığını ifade eder: ene ve tabiat. (Mesnevi-i Nuriye, s. 107)

Benlik ve enaniyetin öne çıkması yalnızca İslam dünyasının değil, modern Batı düşünürlerinin de dikkatini çekmiştir. Örneğin Chistopher Lasch, 1979 tarihli The Culture of Narcissism (Narsizm Kültürü) adlı eserinde çağımızı, bireylerin kendi benliklerini putlaştırdığı bir narsizm çağı olarak tanımlar. Ona göre narsizm artık bireysel bir sorun değil, toplumsal bir kültür hâline gelmiştir.

Will Store ise Selfie adlı kitabında, asrımızda aşırı bireyciliğin ve narsizmin yükseldiğini savunur ve bu durumun kökenlerini araştırır. Aşırı bireyci ve narsist bir kültürün, insanları özgür ve mutlu kılmadığını; aksine kaygılı, yalnız ve tatminsiz bireylere dönüştürdüğünü ortaya koyar.

Jean M. Twenge de Generation Me (Ben Nesli) ve The Narcissism Epidemic (Narsizm Salgını) adlı eserlerinde benzer analizlerde bulunur. Yapılan araştırmalara dayanarak egoizm ve narsizmin yaygınlığı, sebepleri ve yıkıcı sonuçlarını detaylı biçimde inceler.

Ancak bu tehlikenin herkes tarafından yeterince fark edildiğini söylemek güçtür. Çünkü suda yüzen balığın suyu fark etmemesi gibi, içinde doğup büyüdüğümüz kültürün etkilerini de çoğu zaman göremiyoruz. Narsistik eğilimlerimizi fark etmiyor, bu hâlin psikolojik ve sosyolojik yıkımlarını öngöremiyoruz.

Üstelik, bu kültür hepimizi az çok etkilediğinden, neye dönüştüğümüzü de tam anlamıyla idrak edemiyoruz. Kimileri ise benliğe dayalı bir hayatın verdiği anlık hazlara odaklanarak bu hâli “iyi” bir şey gibi görmeye başlıyor.

Diğer taraftan, egoizm ve narsizmin insan algıları ve davranışları üzerindeki tezahürleri  farklı biçimlerde ortaya çıktığından, çoğu zaman neden-sonuç ilişkisi kurmak kolay olmuyor. Bu noktada çağını doğru okuyabilen mütefekkirlerin analizleri ve modern araştırmalar, bize berrak bir perspektif sunuyor.

Modern Kültürün Narsistik Dokusu

Her kültürün kendine özgü bir yapısı ve oluşturduğu bir atmosfer vardır. Bu atmosfer içinde büyüyen bireyler, zamanla o kültürün değerlerini içselleştirir. Modern kültür; bireyci, maddeci, rekabetçi, özgür, seküler, gösterişçi, çıkarcı ve haz odaklıdır. İlhamını dinden, ahlâktan ve kadim geleneklerden değil; aklı mutlaklaştıran aydınlanma düşüncesinden, modern bilimin tek yanlı yorumlarından, güç ve menfaati yücelten seküler ideolojilerden alır. Bu yüzden diğerkâmlığı değil, bireyciliği ve bencilliği ödüllendirir.

Günümüzde eğitim sistemi, bilim dünyası, medya, iş yaşamı ve aile yapısı bireyciliği öne çıkarır ve narsistik eğilimleri güçlendirir. Eğitim; ahlâk ve kişilik gelişimini ikinci plana atmış; başarı, kariyer ve statüyü öncelikli hâle getirmiştir. Ailelerde artık “patron” anne-babalar değil; çocuklardır; onların sözü dinleniyor, onların istek ve ihtiyaçları ilk sırayı işgal ediyor. Modern psikoloji, sürekli kendini keşfetme, kendini ifade etme ve kendini gerçekleştirme çağrıları yaparken; fedakârlık ve feragatin olası patolojik sonuçlarına dikkat çekiyor.

Medya ve sosyal medya da bu atmosferi pekiştiriyor. Sosyal medya yetkinlik ve otoriteyi ortadan kaldırarak herkese her konuda yorum yapma hakkı tanıyor; insanların kendilerini öne çıkarabilecekleri paylaşım, beğeni ve etkileşim imkânları sunuyor. İş dünyası ise rekabet, güç, kariyer, statü, servet ve terfi gibi değerleri önceliyor.

Karşımızda narsistik özellikleri besleyen ve özendiren bir kültür var. Bu kültür küçük yaşlardan itibaren bize istediğimiz her şeyi olabileceğimizi, başarmak için ihtiyaç duyduğumuz tek şeyin hayal kurmak, çok istemek ve inanmak olduğunu telkin ediyor. Kendi ayaklarımız üzerinde durabileceğimizi, kaderimizi bizzat kendimizin tayin edebileceğini öğretiyor.

“Kendine güven, kendini sev, kendine saygı duy, kendinle barışık ol, kendinden ödün verme, kendini keşfet…” türünden mottolar ise gündelik hayatın vazgeçilmez tavsiyeleri hâline gelmiş durumda. Bütün vurgu “ben” ve “kendimiz” üzerine yoğunlaşıyor. İşte bütün bunların sonucunda, insanlık tarihinde eşi benzeri görülmemiş dehşetli bir enaniyet çağına adım atmış bulunuyoruz.

Enaniyet ve egoizm, ilk defa modern çağda ortaya çıkan özellikler değildir. Her dönemin kendine has firavun ve nemrutları olmuştur. Çünkü bencillik ve nefse düşkünlük, insan fıtratında var olan zaaflardandır. Ancak geçmişte daha çok belli şahıs ve gruplarda görülen bu eğilimler, modern çağda kitleselleşmiş, adeta toplumun geneline sirayet ederek çağın ruhunu yansıtan bir hastalık hâlini almıştır.

Elbette herkes egosit ve narsist değildir. Günümüzde de alçakgönüllü ve diğerkâm insanlar bulunmaktadır. Ancak kültürün hâkim dokusu öylesine narsistik bir atmosfer oluşturmuştur ki bu kişilik özellikleri narsist olmayan bireylerde bile zaman zaman kendini gösterebilmektedir.

Modern İnsan ve Egonun Yükselişi

Genel olarak modern insan, kendine aşırı güvenmektedir. Hayatını tamamen kendi tercihlerine göre yaşamak istemekte; başkasından akıl almayı ya da yardım istemeyi zayıflık saymaktadır. Sahip olduğu gücü abartmakta, her şeyi başarabileceğine, her hedefine ulaşabileceğine, hayatı kontrol edebileceğine inanmaktadır. Kendisine yeteceğini, kendi ayakları üzerinde durabileceğini düşünmektedir. Bağımsızlık ve özgürlük neredeyse bir fetişe dönüşmüştür. Öyle ki özgürlük artık bir değer olmaktan çıkıp, sorgulanamaz bir tabu hâline gelmiştir.

Bugünün insanları, kendini aşırı sevmekte, kendine hayranlık duymakta, kendine odaklı bir hayat yaşamaktadır. Bu nedenle başkalarını ya da geçmiş ve gelecek kuşakları düşünmeden, yalnızca kendisi için yaşayıp ânın tadını çıkarmaya çalışmaktadır. Arzu ve ihtiyaçlarını her zaman öncelikli görmekte, kendisini her şeyin en iyisine ve en güzeline layık bulmaktadır. Zira kendisinin özel ve mükemmel olduğuna inanmaktadır. Sıradanlık ona ağır gelmekte, bu yüzden fark edilmek, ayrıcalıklı ve farklı görünmek istemektedir.

Bu nedenle o, kendini değerli hissettirecek yollar arıyor: Abartılı düğünler yapıyor, pahalı tatillere çıkıyor, şatafatlı evlerde oturuyor, markalı ürünler kullanıyor, sürekli yeni deneyimlerin peşinden koşuyor. Ben merkezli bir yaşam sürdüğü için dış görünüşüne de aşırı önem veriyor. Estetik ameliyatlar, dövmeler, piercingler, botoks iğneleri, abartılı makyaj ve vücut geliştirme gibi yollarla kendine dair bir imaj inşa ediyor. Böylece dikkat çekmek, güzel görünmek ve takdir edilmek istiyor.

İlgi ve övgüye öylesine aç ve muhtaç ki sürekli kendisinden söz ediyor, kendisiyle ilgili paylaşımlar yapıyor, her fırsatta öne çıkmaya çalışıyor. Âdeta dünyanın en önemli olayları, yalnızca kendi hayatında olup bitenlerden ibaretmiş gibi davranıyor. Kendi fikirlerine gereğinden fazla değer veriyor; bu yüzden iddialı ve keskin konuşuyor.

Narsizm ve Egoizmin Toplumsal Yıkımı

Narsizmin “ruhun fast-food’u” olduğu söylenir. Kimileri de kişinin kendine aşırı güven ve hayranlığını, kokain kullanımına benzetir. Bunu bir sineğin bal kovasına dalmasına benzetenler de vardır. Çünkü büyüklük ve yeterlilik hissi kişiye geçici bir haz verir. Ancak bu haz kısa ömürlüdür; sonrasında boşluk ve çöküntü gelir. Bencillik ve narsizmin birey ve toplum üzerindeki olumsuz etkileri, bu anlık hazzı katbekat aşar.

Bir toplumda aşırı bireycilik ve enaniyet ne kadar artarsa dayanışma, fedakârlık ve ortak iyilik gibi değerler o ölçüde zayıflar. Bütün ilgi ve sevgisini nefsine yönelten kişiler başkalarının dert ve sorunlarını yeterince umursamaz. Empati yetisini yitirir, tahammül eşiği düşer. Narsistik kültürün hâkim olduğu toplumlarda rekabet yoğunlaşır ve yıkıcı bir hâl alır. Bu da kaçınılmaz olarak çatışmaları körükler, iş birliğini zayıflatır ve güven duygusunu aşındırır. Böylece samimi dostlukların yerini menfaate dayalı ilişkiler alır.

Bediüzzaman’ın da işaret ettiği üzere, kendine hayranlık duyan kişi başkasını gerçek anlamda sevemez; zahiren bir sevgi gösterse bile bunun samimi olması mümkün değildir. Çünkü o sevgi, karşı taraftan elde edeceği menfaat ve hazza yöneliktir. (Lem’alar, s. 225) Demek ki insan kendini fazla sevdiğinde, başkasına ayıracak sevgisi kalmıyor. Bunun sonucu olarak da yalnızlık, güvensizlik ve huzursuzluk içinde yaşayan bireyler ortaya çıkıyor.

İmaj peşinde koşan ve hayatı bir ‘benlik sunumuna’ dönüştüren insanlar, başkalarıyla sahici ilişkiler kuramaz. Kalabalıkların içinde bulunsalar bile yalnızlıktan kurtulamaz. Bu, insan fıtratına aykırı bir hayat tarzıdır. Çünkü insan, doğası gereği sosyal bir varlıktır. Düşüncelerini paylaşmak, tecrübelerini aktarmak, acı tatlı anılarını anlatmak ister. Zor zamanlarında destek arar. Su ve hava gibi  sevgiye ve ilgiye ihtiyaç duyar. Özetle, başkalarından gelen muazzam destek olmaksızın ne ayakta kalabiliriz ne de mutlu olabiliriz.

Egoizm ve narsizm, kişiye görünürde bir “özgürlük” ve “üstünlük” duygusu yaşatır; bu da ona geçici bir tatmin sağlar. Oysa gerçek bambaşkadır. Kişi egosunu büyüttükçe daha kıskanç, kırılgan, alıngan ve saldırgan bir hâle gelir. En küçük bir dışlanma veya eleştiri bile iç dünyasını alt üst etmeye yeter. Enaniyet sahibi kişiler nefislerini âdeta bir put hâline getirir ve bu puta dokunulmasından fevkalâde rahatsızlık duyarlar. Sahip olmadıkları ama başkalarında gördükleri her şeyi kıskanırlar. Sürekli hak iddia ederler ama aynı oranda sorumluluk üstlenmezler. Hata ve kusurlarını kabul etmedikleri gibi, eleştiriye karşı da güçlü bir savunma mekanizması geliştirirler.

Maslow’un gözlemleri de bunu teyit etmektedir. Onun deneylerinde, yüksek özsaygı ve hükmetme arzusuna sahip kişilerin, başkalarına karşı daha saygısız davrandıkları, onları küçümsediklerini ve kaba tutumlar sergileyebildikleri ortaya çıkmıştır. Ancak aynı kişilerin, paradoksal biçimde, daha gergin, endişeli ve tedirgin oldukları da gözlemlenmiştir. (Will Storr, Selfie Tutkusu, s. 169)

Aile yapısının her geçen gün daha fazla bozulduğu ve parçalandığı artık inkâr edilemez bir gerçektir. Uzmanlar bu olgunun sebepleri üzerinde derinlemesine araştırmalar yapmaktadır. Kanaatimce bu durumun temelinde, aşırı bireyselleşme, sınırsız özgürlük arayışı ve büyütülen ene yatmaktadır. Hazlarını tatmin etmeyi, çıkarlarını gözetmeyi ve kendi isteklerini elde etmeyi en üst değer hâline getiren kimselerin, aile bağlarını güçlü tutabilmeleri mümkün değildir.

Egoizm ve narsizmin birey ve toplum üzerindeki olumsuz etkilerinin tek bir yazıda bütün boyutlarıyla ele alınması mümkün değildir. Ancak son olarak, artan enaniyet ile azalan dindarlık arasında güçlü bir ilişki bulunduğunu belirtmek gerekir. Bediüzzaman’ın şu tespiti bu gerçeği çarpıcı bir biçimde ortaya koymaktadır: “Enaniyeti terk etmeyen, salâbet-i diniyeyi ve kısmen de dinini terk eder.” (Mektubat, s. 491)

Bağımsızlık ve kendi kendine yeterliliği her şeyin önünde tutan narsizm ile özü itaat ve teslimiyete dayalı dindarlığın aynı kalpte barınması neredeyse imkânsızdır. Aynı şekilde, tüketim ve haz üzerinden mutluluk arayan, başarı, kariyer ve serveti hayatın merkezine yerleştiren seküler narsistik kültür ile, ahireti önceleyen ve nefsi dizginlemeyi esas alan dinin uzlaşması da son derece zordur.

Narsizmin Gerçek Yüzü

Egoist ve narsist kimseleri önemli ve değerli kılan, başardıkları veya yaptıkları değil; kim oldukları algısıdır. Peki, gerçekten biz, yalnızca biz olduğumuz için önemli olabilir miyiz? Bazı düşünce ve görüşler sırf bizim zihnimizden çıktığı için daha mı değerlidir? Hayatımızı başkalarının hayatından üstün kılan şey, gerçekten yalnızca bize ait olması olabilir mi? Dünya, aynımızdan milyarlarca örnekle doluyken, neden başkalarının ihtiyaçlarının kendi ihtiyaçlarımız kadar değerli olduğuna inanmakta zorlanıyoruz?

Demek istediğimiz şudur: Narsizmin yol açtığı büyüklük duygusunun mantıksal bir temeli yoktur. İnsanı asıl değerli hâle getiren şey, kim olduğu değil, ne yaptığıdır; başarıları, ahlâkî duruşu, insanlık için ortaya koyduğu hizmetleri ve elbette yaratılış gayesi olan kulluğudur.

İnsanın kendine yetebileceği, tamamen kendi ayakları üzerinde durabileceği, istediği her şey olabileceği yönündeki söylemler, modern zamanların en büyük aldatmacalarındandır. Şüphesiz insan, donanım ve potansiyelleri itibarıyla değerli ve mükemmel bir varlıktır; ancak güç ve bilgi bakımından oldukça sınırdır. Dünyalara sığmayan arzuları, bitmek bilmeyen talepleri olsa da imkân ve kabiliyetleri bunların tamamını gerçekleştirmeye yetmez. Peşinden koştuğu başarı, kariyer, statü ve servet ona kalıcı bir tatmin sağlamaz. Üzerine çektiği bakışlar, aldığı takdir ve beğeniler egosunu şişirse de içindeki derin boşluğu, dipsiz kuyuyu dolduramaz. Bağımsızlık takıntısıyla her şeyi kontrol etmek, kaderini tamamen kendisi belirlemek ister; fakat hayat buna asla müsaade etmez.

Modern insan Allah’ın insana en büyük emanetlerinden biri olan ene’nin mahiyetini, anlamıyor ve onu yaratılışı istikametinde kullanmıyor. Kendinde bulunanlara kıyas ederek Yüce Yaratıcısını tanıması, O’nun isim ve sıfatlarına ayna olması için kendisine verilen bu büyük emaneti, bireysel haz ve tatmininin aracı hâline getiriyor. Böylece ene, kulluğun anahtarı ve marifetin kapısı olması gerekirken; kibrin, gururun, bencilliğin ve narsizmin kaynağı hâline dönüşüyor.

Güvenilir rehberler olmaksızın insan tek başına benliğini keşfedemez, nefsini yönetemez ve zaaflarıyla başa çıkamaz. Bazı duyguların tatmin edilmek için değil, bastırılmak için verildiğini idrak edemez. Kibir ve enaniyetin sahte ve geçici hazzına mukabil, tevazu ve mahviyetin gerçek bir huzur kaynağı olduğunu anlayamaz. Ne doymak bilmez açgözlülüğün kavurucu acısını hissedebilir ne de kanaatin nasıl bitip tükenme bilmeyen bir hazine olduğunu. Aynı şekilde toplumsal huzurun, farklılık ve aykırılıklarımızı değil, benzer yanlarımızı öne çıkararak sağlanacağını da göremez. Huzurun çoklukta ve şatafatta değil, birlikte ve sadelikte yattığını fark edemez. Bugünün küçük firavun ve nemrutlarını tedavi edebilecek iksirin, hakiki kulluk şuuru olduğunu anlayamaz.

Galiba yaşadığımız bu ifritten dönemde hepimizin ihtiyaç duyduğu şey, bir iki adım geri çekilip modern kültür tarafından neyin içine çekildiğimizi anlamaya çalışmak; bir an durup bir ağ gibi çepeçevre bizi kuşatan popüler kültürün bizi sürüklediği girdabı fark etmek ve yeniden fıtratın, hakikatin, kulluğun ve gerçek özgürlüğün yolunu hatırlamaktır.

Kaynak: Tr724
***Mutluluk, adalet, özgürlük, hukuk, insanlık ve sevgi paylaştıkça artar***

Exit mobile version