Site icon İnternet Haberler Köşe Yazıları Yorumlar Siyaset Ekonomi Spor

Yaz kampları 3: Bozyaka Kampı ve Halim Baba

Yaz kampları 3: Bozyaka Kampı ve Halim Baba


MAHMUT AKPINAR | YORUM

Önceki yazıda bahsettiğimiz üzere 1980 sonrası yaz kampı yapmak sıkıntılıydı. Kurumlarda, yurtlarda kamp yapmak ise cazip değildi. Ayrıca “İrticai faaliyet yapıyorlar!” diye şikayet olsa resmi yurtlarda dahi problemle karşılaşılıyordu.

Sanırım 1987 yılıydı, terkedilmiş bir vizon çiftliğinde kamp yapacağımız söylendi. “Vizon”un ne olduğunu ilk defa duymuştum. Meğer derisinden kürk yapılan, tilki-sansar benzeri bir hayvanmış. Kürkü için besleniyormuş. Birisi böyle bir çiftlik kurmuş, sonra iflas etmiş ve tesisler boş kalmış, “Orada kamp yapabilirsiniz!” dediler.

Buca Kaynaklar köyünün arkasındaki orman yollarından giderek keşfe gittik, çiftliği bulduk. Ormanın içinde, dağın yamacında, esintili, İzmir Körfezini gören çifliğin konumu harikaydı. Küçük bir havuzu vardı. Ama mekan bildiğiniz ondüline kaplı bir ahırdı.

Mekanı temizledik, kireçle boyadık ve 10-12 kişinin kalabileceği hale getirdik. Su vardı, ama elektrik yoktu. Tezek kokusunun sindiği ahırda 2 hafta kaldık. Gün batımı İzmir’i ve Körfezi tepeden izleyerek kitap okumak ayrı bir keyifti. Serinlemek için 5-6 metrekarelik havuzu kullanıyorduk.

Orman içlerine, saklı derelere yaptığımız yürüyüşler heyecan vericiydi. Sürekli akrep kontrolü yapıyorduk. Zira uyarılmıştık ve ayakkabılardan akrep çıktığına şahit olduk. Bir ahırda baskın yemeden, teknolojiden, kentin gürültüsünden uzak, verimli kamp yaptık.

Unutamadığım yaz kamplarından birisini de 1989 yılında Bozyaka Yurdu’nun üstünde yaptık. Normalde 1989 yılında mezundum ama “Talebe hizmetleri için kal!” dediler. Askerliği ertelemek, yüksek lisans yapmak veya birkaç ders bırakmakla mümkündü. Kolay bir dersin sınavına girmeyip okulu uzatmıştım.

O yıllarda “mezun seminerleri” yeni şekilleniyordu. Eğitimciler öğretmen seminerlerine giderler, 30-40 gün seminer alır, öğretmenliğin ince noktalarını öğrenirlerdi. Böylece tecrübeli/bilinçli göreve başlarlardı. Yurt müdürleri için ayrı seminerler vardı. Her seminerde o alanda birikimi, uzmanlığı olanlar konuşmalar, sunumlar yapardı. 1990’larda yurt dışı seminerler de başladı.

Eğitim fakültesi olduğu için o yıllarda Buca’ya adeta öğrenci yağıyordu. Hizmetler neredeyse geometrik büyüyordu. Talebe hizmetleri yanında Sakarya Yurdu’nun müdürlüğünü yapacaktım. Bir süre Yurt müdürleri seminerine gittim, sonra yaz talebe kampına katıldım. Bozyaka‘nın üstünde 40 gün, farklı bölgelerden 80 kadar arkadaşla kamp yaptık.

Alan küçük, katılımcı çoktu. Fethullah Gülen Hocaefendi’nin bir zamanlar kaldığı mescidde halılar üzerinde balık istifi yatıyorduk. Seminerler, dersler alt kattaki sınıflarda, ortak programlar, sohbetler mescidde yapılıyordu.

Mescidin köşesinde, Hocaefendi’nin eski küçük odasında piri fani ak sakallı Halim Baba kalıyordu. Bembeyaz entarisiyle, sarığı ve cübbesiyle bir melek gibi aramızda dolaşırdı. Bazen odasına çağırıp çay ikram eder, hatıralarını paylaşırdı. Namazı az geciktirsek sertleşir, fırça atardı.

Her gece teheccüt kılar, sabah namazı girene kadar evradımızı, cevşenimizi okurduk. M. Ali Şengül Hocadan, Abdullah Aymaz, Hacı Muammer, İ.Büyükçelebi, Said Aksoy abiye kadar pek çok Hizmet büyüğü gelip sohbetler ettiler. Hacı Ata’nın da sohbet ettiğini hatırlıyorum.

AKP zihniyetinin yıktığı Bozyaka’daki ilk binanın üstünde, mescidin köşeşinde 6×4 metre boyutlarında kütüphane vardı. Hocaefendi’nin şahsi kitaplarının olduğu, bizzat okuyup, not düştüğü, her cephesi kitap dolu bir kütüphaneydi. Orayı toplantı, seminer salonu gibi kullanıyorduk.

Yaz dönemi sadece tek aşçı var, aşçıya yardım etmek üzere hergün 3-4 kişi nöbetçi oluyoruz. Bir süre sonra o aşçı da gitti, yemekleri kendimiz yapmaya başladık. Ama 80-90 kişiye yemek çıkarmak zordu. Nöbetçiliğimde kuru fasülye, bulgur pilavı yapmak istedim, fasulyeleri yarı çiğ servis ettiğimizi hatırlıyorum.

İzmir’in bunaltıcı yazında, şehrin ortasındaki Bozyaka kampında 40 gün, hiç çıkmadan kaldık. “Bölgeler arası çorap maçları!” ve güreş müsabakaları nefes alacak eğlencelerimizdi. Ağır siklet iki arkadaşın yaptığı komik ve ilginç güreş hala hafızalarımızdadır.

Kamptan çıkınca kendimizi “uzaydan gelmiş” gibi hissettik. Sanki farklı bir alemden dünyaya inmiştik. Buca otobüslerine binmek için Yağhanelerde çantalarla beklerken şaşkın gözlerle etrafa bakıyorduk. Standardı düşük, manevi verimi yüksek harika bir kamp yaptık.

Sıkıldığımızı hatırlamıyorum. Halim Baba, Hocaefendi ve ilk dönemler hakkında hatıralar anlatırdı. Yüz hatlarındaki sert çizgilere rağmen öğrenciler arasında bulunmanın memnuniyeti yüzüne yansırdı. Huşu içinde kıldığı namazlar hepimizi etkilemişti. Onun öğrettiği bir duayı hala hatırlarım: “Allah’ım beni sana sevdir, seni bana sevdir; senin sevdiklerini bana sevdir, beni senin sevdiklerine sevdir”

Her kampı anlatmaya sayfalar yetmez. Sanırım 1990 yılıydı. Gündüzalp Koleji inşaat halindeydi. Tarlaların arasında kalmış Turgutlu Yurdunda yaptığımız kampta kahvaltılarda her sabah yediğimiz çürük zeytinleri ve “gres yağı” adını verdiğimiz suyunu çekmiş marmelatı unutamam.

Muhtemelen “bağış” olarak verilmişti ve tarihi geçmişti. Domates diyarı Turgutlu’da standart mönü, üzerinde yağ gezdirilmiş domates-biber salatası ve karpuzdu. “Gres yağı” sonraki yıl Köşe yurdunda da yılboyu servis edildi. Okuma ve maneviyat açısından verimli geçse de, bu kampın standartları oldukça mütevazıydı.

Kavurucu sıcaklarda klima yok, pencere açarak serinliyoruz. Koğuş usulü yurtta horlamanın her versiyonu bulunurdu, geceleri uyumak, gündüzleri okumak çok zordu. Tek eğlencemiz yurdun yanındaki tozlu sahada naylon topla voleybol oynamaktı. “Müfettiş gelecek” diye mecburen bizi Yiğitler mesire alanına götürdükleri gün en eğlenceli günümüzdü. Yiğitler deresinin serin suları hepimize iyi gelmişti.

Yıllarca Buca’da Sakarya orta öğrenim yurt müdürlüğü yaptım. Öğrencilerimizin hepsi  başarılı ve tam bursluydu. Ama imkanların sınırlılığı nedeniyle onlara iyi şartlar sunamıyorduk. İki kat, dört daireden oluşan yurt sobalıydı, klima yoktu. Heykel’de, ana yolun gürültüsüne maruzdu.

Yemekler Köşe Yurt’tan gelirdi. Fakat öğrencilerin yazarı olduğu duvar gazetesi çıkarıyorduk. Yılda iki defa senaryosunu yazıp yönetmenliğini yaptığım özgün tiyatrolar oynuyorduk. Bahçede kurduğumuz ahşap platformda esnaf gruplarına 3-5 seans tiyatro gösterisi yapardık.

Maalesef bu başarılı öğrencileri otellere, özel kamplara götürme imkanımız bulunmuyordu. “Değişiklik olsun!” diye yaz kampları için binaları başka yurtlarla takas ediyorduk. Esnaf yemekleriyle, kahvaltılarla, pikniklerle programları cazipleştirmeye çalışıyorduk. Akhisar, Alaşehir, Sarıgöl yurtlarında yaptığımız kampları hatırlıyorum.

Kırsaldaki yurtlarda aşçılar izne ayrılıyordu, çoğunlukla yemek-temizlik bize kalıyordu. Menderes yolu üzerinde Yamanlar Koleji için havuzlu kamp alanı yapıldığını duymuş ve imrenmiştik. Kaldı ki bugünün şartlarında oldukça amatör bir tesisti. İmkanlar sınırlı olsa da yurt kadromuz eğitim fakültesinde okuyan, fedakar, nitelikli arkadaşlardan oluşuyordu. Güzel bir atmosferimiz vardı. Öğrencilerimizden keyfiyet ve başarı açısından çok iyi sonuçlar aldık.

Bir yaz kampında çocuklara cazip gelsin diye, bir abinin Kaynaklar Köyü’ndeki havuzlu çiftlik evini tercih ettik. Ev çok geniş değildi ama türlü meyve ağaçlarına sahip bakımlı bahçesi vardı. En cazip yanı, salonunda klima vardı. Orada 25-30 kişiyle kamp yaptık. Çocuklar bahçede ve yerlerde yatsa da ortam güzeldi. Dilersek kitap okumaya ormana gidebiliyorduk. Esnafların getirdiği yemekler lezzetliydi, yemek-bulaşık derdi yoktu.

Bu kamptan aklımda kalan konu 23 yaşında bir yurt müdürü olarak yaptığım büyük hataydı. Yurt talebelerine ilave yaşı büyük  3-4 esnaf çocuğu da kampa katıldı. Ben güya iyi bir rehberdim. Çocuklarından ikisi sigara içiyor, yakışıksız muhabbetler açıyor, diğerlerini olumsuz etkiliyordu. Tolerans göstermemiz gerektiğini biliyordum ama belletmenler, “Bunlar çocukları etkiliyor.” dediler. Uyardım, değişme olmadı.

Biraz da dolduruşa gelerek, ani bir kararla onları kamptan gönderdim. Çocukları ve aileleri kırdığımı fark ettiğimde iş işten geçmişti. Yıllarca, onlarda yarası, bende mahcubiyeti kaldı. Kaliteli ve eğitimli abilerdi, kırgınlıklarını yüzüme vurmadılar. Birisi istikamet üzere vefat etti. O gençler sonra çok güzel işler yaptılar.

Ani-fevri çıkışlarla insanların hayatını etkileyecek kararlar almanın maliyetini o tecrübeyle acı şekilde öğrendim. Konu insan ise azami dikkat gerektiğini anladım.

Hizmetler 1990’ların ortalarına kadar mahrumiyetlerle, sıkıntılarla geldi. Evlerin, yurtların standardı düşüktü. Buca’da kaloriferli evimiz yoktu. Sobalı, rutubetli, bakımsız, ucuz evlerde kalırdık. Eşyalarımız kilimden ve “tabut” denilen, üzerine ince sünger atılmış tahtalardan ibaretti. Salonlara bile çek-yatlar çok geç girdi. Her odada 2-3 kişi kalırdık. İmkansızlıklara rağmen öğrenci-esnaf birlikteliği, uhuvvet ve fedakarlık ortamı, kamplar öğrencilerin yetişmesine büyük katkı sunardı.

Sonraki yıllarda imkanlar genişledi, evlerin, kurumların sayısı arttı, standartlar yükseldi, binalar güzelleşti. Yaz kamplarını daha iyi ortamlarda yapmaya başladık. Gelişmeler 28 Şubat’la kesintiye uğradı, rehberlik faaliyetleri olumsuz etkilendi, yaz kamplarını yapamaz olduk.

28 Şubat’ın etkisi azalınca, Abant, Kartalkaya, Kızılcahamam gibi tatil mekanlarında yaz kampları yapılabiliyordu. Yurt dışı kampları yaygınlaşmış, farklı ülkelere gitmek normalleşmişti. Öğrenciler Mısır’a Kur’an öğrenmeye, Balkanlara yaz kampına, Uludağ’a kış kampına gidebiliyordu. Bu kamplar gezi, okuma, istişare ve yenilenme vesilesi oluyordu.

Son süreç Hizmet faaliyetlerini bir defa daha ve derinden etkiledi. Ama bugünlerde demokratik dünyada rehberlik çalışmalarında, öğrenci evlerinin açılmasında, yaz kamplarında ve diğer alanlarda ciddi bir canlanma, hareketlenme gözlemleniyor. Nitelik ve nicelik yükseltmek için yaz kampları tekrar önemli görevler görüyor.

Kaynak: Tr724
***Mutluluk, adalet, özgürlük, hukuk, insanlık ve sevgi paylaştıkça artar***

Exit mobile version