Site icon İnternet Haberler Köşe Yazıları Yorumlar Siyaset Ekonomi Spor

İstikamet oligarşi

İstikamet oligarşi


Türkiye bugün adı konmamış bir monarşi ile yönetiliyor ama yarın oligarşik Türkiye, mevcut sistemden bile kötü olacak. Erdoğan ismi artık oligarşik yapı tarafından ‘koruma kalkanı’ olarak kullanılıyor. “Sen devletle ilgili nasıl konuştun?” retoriği, asıl maksadı gizliyor: Kendi iktidar alanlarını muhafaza etme.

M. NEDİM HAZAR | YORUM

Bugün size “Büyülü Gerçeklik” olarak tanımladığım bir perspektif ve kısa mesafeli projeksiyondan bahsetmek istiyorum.

Evet Türkiye’nin siyasi tablosu artık bir büyülü gerçekçilik romanını andırıyor. Cumhurbaşkanlığı sistemine geçişin ardından ülke, ne tam bir demokrasi ne de klasik bir diktatörlük olan gizemli ve tuhaf bir arafta dolaşıyor. Yargı sistemi muhalefeti hedef alan koordineli operasyonlarla işliyor, medya büyük ölçüde iktidar yanlısı söylemlere odaklanmış durumda ve toplumsal hayat giderek “nefes alamama” hissiyatıyla boğuşuyor.

Ekonomik parametreler erken seçimi kaçınılmaz kılarken, iktidar bu gerçeklikten kaçmak için büyük çaba sarf ediyor. Öyle ki, artık “Herkes tutuklanırsa aday olabilecek kişi sayısı çok azalır!” endişesi bile demokratik süreçler için ciddi bir tehdit oluşturuyor.

Bu tablo karşısında Slavoj Zizek’in favori sorusunu sormak gerekiyor: “Peki ama gerçek soru şu: Bu sistemin adı ne?”

Çünkü sistem artık ne klasik parlamenter demokrasi ne de geleneksel otokrasi. Belki de yaşadığımız şey, adı henüz konmamış ama işleyişi oldukça tanıdık bir rejim değişimi süreci.

Klasik siyaset bilimi bize iki temel otoriteryan yönetim biçimi sunar.

Monarşi, siyasi gücün tek kişide toplandığı, bu gücün genellikle kalıtsal olarak geçtiği ve hükümdarın teorik olarak sınırsız yetkilerle donatıldığı sisteme verilen ad. Karar alma merkezinin net olması, hiyerarşinin piramidal yapıda işlemesi ve meşruiyetin genellikle geleneksel kaynaklardan beslenmesi monarşinin temel karakteristiği. Kimsenin artık Saray’ın iddia ettiği gibi yaralı da olsa demokrasiden bahsedemeyeceği önemli bir kabul oldu artık.

Bugün üzerine yoğunlaşacağımız oligarşi ise siyasi gücün küçük bir elit grubun elinde toplandığı sistem. Öyle bir grup ki bu zenginlik, aile bağları, askeri güç veya bürokratik pozisyonlar temelinde şekilleniyor. Oligarşide karar alma süreci grup içi müzakere ve çıkar çatışmaları yoluyla işliyor, güç daha karmaşık ağ yapıları oluşturur ve sürekli iç mücadeleler yaşanıyor.

İşte tam bu noktada Zizek’vari bir paradoks karşımıza çıkıyor: “Türkiye şu anda ne tam bir monarşi ne de açık bir oligarşi ve fakat ama aynı zamanda her ikisi de! Bir geçiş süreci yaşıyoruz belki de…

Benim anladığım Türkiye bugün fiilen adı konmamış bir monarşi ile yönetildiği. Zira Cumhurbaşkanı’nın konumu ve yetkilerinin genişliği, klasik monarşilerdeki hükümdar figürünü andırıyor. Karar alma mekanizması büyük ölçüde tek kişi etrafında şekillenmiş durumda.

Normatif hukuk anlayışının çöküşü, “Cumhurbaşkanı’na hakaret” suçlamalarıyla açılan davalar ve eleştirel seslerin “Sen Cumhurbaşkanımıza ne dedin?” gibi ifadelerle bastırılması, bu monarşik yapının semptomları. Zira monarşilerde lider, artık devlet yerine geçiyor. Lidere yapılan en ufak eleştiri artık devleti eleştirmek hatta devlet düşmanlığı olarak kabul ediliyor.

Ancak malum insanoğlu fani. Her ne kadar Erdoğan’a, “En az 15 yıl daha bizi yöneteceksiniz inşallah!” diye gaz verilip inandırılmış olduğuna inansam da hiçbir monarşi ilanihaye sürmüyor. Önemli ölçüde liderin karizmasına ve bittabi insanın faniliğine dayalı oluyor. Ve işte tam bu noktada hikayenin gerçek entrikası başlıyor. Çünkü güçlü liderin etrafında şekillenen bu sistem, ona bağımlı bir oligarşik yapıyı da inşa etmeye başlıyor.

Tablo bu şekle dönüşünce artık yalnızca tek bir kişinin değil, “kaybetmek istemeyen 15-20 kişilik çekirdek bir grubun” varlığı söz konusu. Tahmin edileceği üzere bu kişiler çeşitli daire, bakanlık ve kurumların başında görev alıyor ve kendi içlerinde oluşturdukları yapının yıkılamaz olduğunu düşünüyorlar.

Erdoğan sonrası: Oligarşik metamorfoz

Peki ya Erdoğan sonrası dönem?

Burada bir miktar yakın tarih okuması yapmak gerekiyor, çünkü dünya coğrafyasında bu tür örnekler mevcut.

Bu noktada Venezuelan tango başlıyor. Hugo Chavez’den Nicolas Maduro’ya geçiş nasıl güçlü liderden zayıf halefte geçişe örnek teşkil ediyorsa, Türkiye de benzer bir metamorfoza doğru sürükleniyor gibime geliyor. Güçlü liderin ardından gelecek figür – kim olursa olsun – büyük ihtimalle aynı karizmatik gücü taşımayacak. Ve o zaman sistem, Venezuela’da olduğu gibi, askeri-sivil oligarşinin hakimiyetine geçecek.

Suriye analojisi de yapabiliriz ve bu çok daha çarpıcı bile olabilir. Hafız Esad’dan Beşşar Esad’a geçiş, güçlü babanın ardından gelen pasif oğulun etrafında nasıl bir etnik azınlık ve güvenlik bürokrasisi oligarşisi oluştuğunu gösteriyor. Türkiye’de de benzer bir senaryo mümkün: Güçlü liderin mirası üzerinde yükselen oligarşik grup, gerçek gücü elinde tutarken nominal lideri “koruma kalkanı” olarak kullanacaktır.

Bu oligarşik yapı şimdiden oluşmaya başladı bile. Cumhurbaşkanı’nın ismi ve konumu, oligarşik yapı tarafından koruma kalkanı olarak kullanılıyor. “Sen devletle ilgili nasıl konuştun?” retoriği, asıl maksadı gizliyor: Kendi iktidar alanlarını muhafaza etme.

Ve nihayet Zizek’in en sevdiği ironik dönemece gelmiş oluyoruz: Oligarşik Türkiye, mevcut adı konmamış monarşiden bile kötü olacak!

Neden?

Çünkü monarşide en azından karar alma merkezi bellidir. Halkın hedef aldığı figür nettir. Oligarşide ise “çok insanın yönettiği bir vasat” durumu oluşur ki bu, bir kişinin yönetmesinden daha kötüdür. Modern devletlerde oligarşik yapıların yıkılması monarşiye göre daha zor bir süreçtir. Vatandaşlar söz sahibi olamadıklarını, olamayacaklarını hissederler.

Oligarşide güç dağınık ama hesap verebilirlik yoktur.

Kim kime hesap verecek? Hangi oligark, hangi karardan sorumlu?

Halk adaletsizliği, hukuksuzluğu ve ekonomik sefaleti daha yoğun yaşar çünkü sistemde sorumlu tutulabilecek tek bir merkez yoktur. Herkes birbirini işaret eder, asıl sorumluluk dağılır.

Venezuela’da Maduro çevresindeki oligarşi nasıl ülkeyi yönetilemez hale getirdiyse, Suriye’de Beşşar etrafındaki güvenlik bürokrasisi oligarşisi nasıl halkı ezmeye devam ediyorsa, Türkiye’de de benzer bir senaryo bekleyebiliriz. Üstelik oligarşik sistem meşruiyet arayışından çoktan vazgeçtiği için “Gayrimeşru algılayın, hiç umurumda değil!” tavrıyla hareket edecek.

Tam bu noktada “Halk artık sizi sevmiyor!” eleştirisine karşı Goebbels’in verdiği cevabı hatırlamamız gerek: “Bizi sevmeleri önemli değil, bizden korkmaları yeterli!”

Bu yaklaşımımı kadercilik olarak algılamayın lütfen, mevcut eğilimlerin mantıksal sonucunu görmek olarak düşünmek daha mantıklı gelmeli. Türkiye’nin ekonomik parametreleri, toplumsal dinamikleri ve siyasi yapısı bu istikameti işaret ediyor. Elbette alternatif senaryolar da mümkün, ama bunu görmek için önce mevcut gerçekliği tam olarak anlamak gerekiyor.

Zizek’in dediği gibi: “İdeoloji, bizi gerçeği görmekten alıkoyan şey değil, gerçekliğin kendisini destekleyen şeydir.”

Belki de bugün Türkiye’nin yaşadığı asıl ideolojik illüzyon, hâlâ demokratik bir sistemde yaşadığımızı sanmak. Oysa istikamet oligarşi, yol ise çoktan çizilmiş durumda.

Bence esas soru şu: Bu istikameti değiştirecek güç nereden gelecek?

Çünkü oligarşiler kendiliğinden çökmez, çökertilir. Tabii bunun için de önce onları tam olarak tanımak gerekiyor.

Kaynak: Tr724
***Mutluluk, adalet, özgürlük, hukuk, insanlık ve sevgi paylaştıkça artar***

Exit mobile version