Site icon İnternet Haberler Köşe Yazıları Yorumlar Siyaset Ekonomi Spor

10 bin gecelik gaybubet!

10 bin gecelik gaybubet!


1974 yılında Filipinler’deki bir adada teslim olan Japon asker Hiroo Onoda, İkinci Dünya Savaşı’nın bittiğini 29 yıl boyunca kabul etmedi. Arthur Harari’nin ‘Onoda: 10,000 Nights in the Jungle’ filmi, bu inanılmaz gerçek hikayeyi modern zamanların fanatizm ve propaganda meselelerine dair derin bir alegori haline getiriyor.

M. NEDİM HAZAR | YORUM

Bugün sizlere bir filmden yola çıkarak, inanılmaz bir hayat hikayesinden bahsedeceğim. Muhtemelen ilk kez duymuş olacaksınız.

16 Ocak 2014’te Tokyo’da kalp yetmezliğinden ölen 91 yaşındaki Hiroo Onoda’nın ölümü tüm Japonya’yı yasa boğmuştu. Ancak bu yas tutma, onun hikayesini çevreleyen karmaşık gerçekleri gölgeliyordu. Onoda’nın 29 yıllık “savaşı” sadece olağanüstü bir hayatta kalma öyküsü değil; aynı zamanda milliyetçilik, propaganda ve gerçekle yüzleşmenin zorluğuna dair çarpıcı bir örnekti.

Bunun için önce kahramanımızı tanımak gerekiyor.

19 Mart 1922’de Japonya’nın Wakayama eyaletinde dünyaya gelen Hiroo Onoda, beş çocuklu bir ailenin üçüncü oğluydu. Pilot olmak istemiş ancak yükseklik korkusu bu hayalini – ve muhtemelen kamikaze pilotu olma ihtimalini – engellemişti. 1939’da Çin’e giderek Tajima Yoko ticaret şirketinde çalışmaya başladı.

7 Aralık 1941’deki Pearl Harbor saldırısından sonra 1942’de askere alınan Onoda, özel bir programa dahil edildi. Nakano Askeri Okulu’nun Futamata şubesinde aldığı eğitim, geleneksel Japon askeri doktrinine aykırıydı. Senjinkun saha kodu Japon askerlerinin esir alınmasını yasaklayıp savaşarak ölmeyi emrederken, Onoda’ya tam tersi öğretildi:

“Kendi elinizle ölmeniz (Harakiri ya da Seppuki) kesinlikle yasaktır. Hiçbir koşulda canınızı gönüllü olarak feda etmeyeceksiniz.”

26 Aralık 1944’te Onoda, Manila Körfezi’ne hakim stratejik konumdaki Lubang Adası’na gönderildi. 250 kilometre büyüklüğündeki bu küçük ada, Müttefik kuvvetlerin Filipinler’i geri almasında kilit rol oynuyordu. Görevi açık ve netti: Havaalanını ve iskeleyi yok etmek, düşman askerlerinin çıkarma yapmasını engellemek.

Binbaşı Yoshimi Taniguchi’den aldığı emir hayatını sonsuza dek değiştirecekti: “3 yıl sürebilir, 5 yıl sürebilir. Ama ne olursa olsun, sizin için geri geleceğiz.”

28 Şubat 1945’te Amerikan kuvvetleri adayı ele geçirdiğinde, Onoda görevinde başarısız olmuştu. Adanın kontrolü ele geçirilince, o ve üç arkadaşı (Er Yuichi Akatsu, Onbaşı Shoichi Shimada ve Er Kinshichi Kozuka) dağlara çekildi.

Japonya’nın 15 Ağustos 1945’te teslim olmasından sonra, Ekim ayında ilk teslim çağrısı geldi: “Savaş 15 Ağustos’ta sona erdi. Dağlardan inin!”

Ancak Onoda ve arkadaşları bunun düşman propagandası olduğuna karar verdi.

Yıl sonunda Boeing B-17’lerden atılan General Tomoyuki Yamashita’nın resmi teslim emirleri bile sahte olarak değerlendirildi. Metindeki “doğrudan imparatorluk emri” ifadesi Onoda’yı şüphelendirmişti; böyle bir tabiri daha önce hiç duymamıştı.

Dört kişilik grup zamanla erimeye başladı. 1950 yılında Er Akatsu, altı aylık yalnızlığın ardından Filipin güçlerine teslim oldu. Onoda bunun bir ‘ihanet’ olduğuna inandı ve kalan üç kişi daha da temkinli davranmaya başladı. 1954 yılında Onbaşı Shimada balıkçılarla çatışma sırasında bacağından yaralandı, Onoda onu iyileştirmeyi başardı ancak 7 Mayıs’ta Filipin askerleri tarafından öldürüldü. 1972 yılında ise son silah arkadaşı Er Kozuka, pirinç yangını sırasında polis tarafından öldürüldü ve Onoda artık tamamen yalnız kalacaktı.

Onoda ve arkadaşları tropikal adanın kaynaklarından yararlanmayı öğrenmişti. Temel besinlerini muz kabuğu, hindistan cevizi ve yaban meyveleri oluşturuyordu. Ada sakinlerinden çaldıkları pirinç ve büyükbaş hayvan eti de diyetlerinin önemli bir parçasıydı. Kenevir benzeri bitkilerden ip yapıyor, üniformalarındaki delikleri onarıyorlardı. Silahlarını ve katana kılıçlarını palm yağıyla koruyarak kusursuz durumda tutmayı başarmışlardı.

Onoda ve grubu ada sakinlerini düşman casusu olarak görüyordu. Çünkü Amerikan kuvvetleri ilk geldiğinde yerliler onlara yardım etmişti. Bu düşünce şiddet döngüsünü başlattı. Pirinç yığınlarını ateşe veriyor, büyükbaş hayvan çalıyor, sivillere ateş açıyor, pusu kurup sabotaj eylemleri gerçekleştiriyorlardı. Bu 29 yıl boyunca, Onoda grubunun 30’a kadar sivili öldürdüğü iddia ediliyor. Bir çiftçi olan Fernando Poblete’nin tanıklığına göre korkunç sahnelerle karşılaşmışlar: “Cesedi bir yerde, kafayı başka yerde bulduk.”

Onoda yalnız kalınca paranoyası artık zirve yapmıştı. Ailesinden gelen mektuplar ve fotoğraflar sahte olarak değerlendiriyor, Tokyo’nun savaş sonrası yeniden inşa edilmiş halini görmek bile Onoda’yı ikna etmiyor ve bunların Amerikalılar tarafından manipüle edilmiş görüntüler olduğuna inanıyordu.

En dramatik anlardan biri kardeşi Toshio’nun sesini hoparlörden duymasıydı: “Hero, çık dışarı! Ben senin kardeşin Toshio!” Ancak Onoda bu kişinin bile mükemmel taklit yapabilen bir mahkum olduğuna kendini inandırdı.

Yalnız kalmadan önce bir gün çaldıkları radyodan duydukları haberler (Apollo 11’in ay yolculuğu, uzay çağı, Amerika ile diplomatik ilişkiler) hep propaganda olarak algılanmıştı. Onoda’ya göre, bu haberler gerçek savaşı gizlemek için uydurulmuştu.

Hiroo, arkadaşı Kozuka ile birlikte ay yolculuğunu dinlerken, astronotların yalnızlığı onlara tanıdık gelmişti. İki adam da kendi uzay boşluklarında sürükleniyorlardı.

1974’te üniversiteyi yarım bırakmış olan genç maceracı Norio Suzuki bu hikayeyi duyduğunda içinde bu kayıp ve tuhaf askeri bulma hissiyatı doğtu ve sadece dört günlük arama sonunda, 29 yıldır profesyonel arama ekiplerinin başaramadığı şeyi başardı.

Suzuki’nin kalın yün çorapları ve plastik sandaletleri ona ada sakini olmadığını göstermişti. Kibar Japon aksanı ise Onoda’nın ona güvenmesini sağlamıştı. İki saatlik konuşma sonunda Onoda, Japonya’nın gerçekten savaşı kaybettiğini yavaş yavaş anlamaya başladı.

Buna rağmen Onoda, ancak eski komutanından doğrudan emir alırsa teslim olacağını söyledi. Suzuki sözünü tuttu ve o esnada kitapçılık yapan emekli Binbaşı Yoshimi Taniguchi’yi Filipinler’e getirdi.

9 Mart 1974’te tarihi buluşma gerçekleşti. Taniguchi 1944’teki sözünü yerine getirdi ve son emrini verdi: “İmparatorluk komutanlığı uyarınca, 14. Bölge ordusu tüm muharebe faaliyetlerini durdurmuştur.”

10 Mart 1974’te Onoda resmi olarak teslim oldu. 29 yıl boyunca kusursuz durumda koruduğu Type 99 tüfeğini, katana kılıcını, 500 mermi ve birkaç el bombasını teslim etti. Aynı zamanda annesinin 1944’te kendisini öldürmesi için verdiği hançeri de teslim etti.

Onoda Japonya’ya döndüğünde, 8.000 kişilik coşkulu bir kalabalık tarafından karşılandı. NHK televizyonu bu anı canlı yayınladı. O dönemde Japonya ekonomik durgunluk yaşıyordu ve Onoda’nın dönüşü milliyetçi duyguları canlandırdı.

Filipinler Başkanı Ferdinand Marcos, 30 sivili öldürmesine rağmen Onoda’yı affetti. Ancak dönüşünün ardından yazdığı “Niemals aufgeben: Mein 30-jähriger Krieg” (Asla Pes Etme: 30 Yıllık Savaşım) adlı anıları tartışmalara sebep oldu.

Savaş gazileri kitabın lansmanında Onoda’yla yüzleştiler ve onu “yalan söylemekle” suçladılar. Kitabın “ghost writer”ı İkeda Shin bile 1976’da “Fantasy Hero” adlı kitabını yayımlayarak Onoda’nın ne kahraman, ne asker, ne de cesur bir adam olduğunu iddia edecekti.

Onoda, 16 Ocak 2014’te Tokyo’daki St. Luke’s Uluslararası Hastanesi’nde zatürreden kaynaklanan kalp yetmezliğinden öldü.

Ormanda 10 bin gece!

Onoda hakkında sayısız makale, röportaj yayınlandı. Düzinelerce kitaba ve hikayeye konu oldu. Hakkında pek çok belgesel de çekildi. Ancak 2021 yılında çekilen bir film onun hikayesini tekrar akıllara getirdi: “Onoda: 10,000 Nights in the Jungle.” 

Esasen Mısır kökenli Fransız yönetmen Arthur Harari’nin yönettiği film Cannes Film Festivali’nde gösterildi. 2022’de En İyi Orijinal Senaryo Cesar Ödülü kazandı. Neredeyse 3 saat süren epik dramanın çekimleri Kamboçya’da yapılmıştı.

Harari filminde sinema tarihinin en olağanüstü gerçek hikayelerinden birine odaklanıyor. İkinci Dünya Savaşı’nın bitiminden 29 yıl sonra, 1974’te teslim olmayı kabul eden Japon asker Hiroo Onoda’nın hikayesi, sadece tarihsel bir anekdot olmaktan çıkarak modern zamanların fanatizm, propaganda ve gerçeklik algısı üzerine derin bir alegori haline geliyordu.

Harari’nin en dikkat çekici tercihlerinden biri, bu olağanüstü hikayeyi anlatırken geleneksel sinema dilini kullanması. Fransız yönetmen, John Ford’un sağlam elegansından (gösterişsiz ama etkileyici – “sturdy elegance”) Sam Fuller’ın kas gücüne kadar Hollywood’un altın çağından referanslar alarak, 1970’lerin film stokunun buğulu görünümünü yeniden inşa ediyor. Bu nostaljik yaklaşım, filmin merkezindeki karakterle paralellik gösteriyor; tıpkı Onoda gibi, film de zamanın dışına çıkmış bir görünüm sergiliyor.

Film, 165 dakikalık süresini üç temel bölüme ayırarak ilerliyor:

Savaş Gerilimi: 1944’te Onoda’nın Lubang adasına gönderilmesi ve ilk görev yılları. Apokaliptik Drama: Savaşın bittiği haberlerin yadsınması ve paranoyak mantık örgüsü. Duygusal Final: Kozuka ile geliştirilen derin dostluk ve final.

Onoda karakterinin iki farklı oyuncu tarafından canlandırılması (genç Yuya Endo, yaşlı Kanji Tsuda) oldukça etkili bir tercih. Bu kontrast, karakterin psikolojik dönüşümünü gözler önüne seriyor; başlangıçtaki güvensiz, kendini kanıtlama ihtiyacı duyan genç askerden, yıllar içinde gerginlik ve kararlılıkla şekillenmiş yaşlı savaşçıya geçiş oldukça etkileyici olmuş.

Film, Onoda’yı tek boyutlu bir kahraman olarak sunmaktan kaçınıyor kaçınmasına ama, bunu tam olarak başarabildiğini söylemek pek mümkün değil. Özellikle meselenin köylü halk bölümü empatiden oldukça yoksun bırakılmış. Öte yandan ana karakteremiz aynı anda imparatorluk propagandasının kurbanı, onurlu ve şanlı bir adam ve tamamen çılgın bir katil olarak karşımıza çıkıyor. Bu çok katmanlı yaklaşım izleyiciyi yargılamaktan çok düşünmeye teşvik ediyor.

Filmin en güçlü yanlarından biri fanatizmin nasıl kök saldığını göstermesi. Onoda ve Kozuka’nın 1950 Yılbaşı’nda yaşadıkları sahne, paranoyak mantığın klasik bir örneği olarak öne çıkıyor. Kurtarma ekibinin aslında düşman olduğunu düşünmeleri günümüzün komplo teorilerini hatırlatıyor. Sony’nin transistör radyosundan Apollo programını öğrenen karakterlerin durumu çok çarpıcı veriliyor. Onoda’nın 29 yıl boyunca beklediği takviye kuvvetler hiç gelmezken dünya uzaya adam gönderiyor! Bu paradoks karakterin trajedisini derinleştiriyor.

Tom Harari’nin sakin sinematografisi Lubang adasının mağaralarını, kıyılarını ve ormanlarını lirize etmekten kaçınıyor. Bu tercih doğanın romantik bir dekor olmaktan çıkarak karakterlerin psikolojik durumunu destekleyen bir unsur haline gelmesini sağlıyor. Film ses tasarımı konusunda özel bir yaklaşım sergiliyor. İzleyiciler protagonistin duyduklarını duyuyor hissi oluşturularak Onoda’nın hayatta kalma zihniyetine dahil ediliyor.

Bir Japon gazetecinin Cannes’daki gösterim sonrası belirttiği gibi Harari’nin konuya olan mesafesi filmin gücü olarak algılanabilir. Onoda’nın Japonya’da hâlâ tartışmalı bir figür olduğu düşünülürse bu objektif yaklaşım filmin değerini artırdığı da bir gerçek. Filmin 165 dakikalık süresi bazı eleştirmenlerce fazla bulunsa da bu uzunluk Onoda’nın yaşadığı olağanüstü zaman çerçevesini vurguluyor. Meditatif durgunluk anları karakterin psikolojik durumunu yansıtıyor.

Öte yandan filmi izlerken en inanılmaz görünen olayların bile gerçek olduğunu hatırlatmak isterim. Onoda’yı bulmak için adaya gelen genç turistin (panda, Onoda ve yeti görmek isteyen) hikayesi bile tamamen doğru. Bu durum Harari’nin “tarihsel kurgu” olarak tanımladığı yaklaşımını destekliyor. Elbette film Onoda’nın kahramanlığını överken aynı zamanda onun sorumlu olduğu yaklaşık 30 Filipinli sivilin ölümünü de göz ardı etmiyor. Bu denge karakteri tam bir kahraman ya da kötü olarak sunmaktan kaçınıyor.

Fransız yönetmen tarafından Japonca çekilen, tamamen Avrupa finansmanıyla yapılan bu savaş epiki modern sinema endüstrisinin küresel doğasını da yansıtıyor. Fransa, Japonya, Almanya, Belçika, İtalya ve Kamboçya’nın ortak yapımı olan film kültürlerarası işbirliğinin başarılı bir örneği.

“Onoda: 10,000 Nights in the Jungle” basit bir savaş filmi olmanın çok ötesine geçerek modern dünyada fanatizm, propaganda ve gerçeklik algısı üzerine derin düşünceler de sunuyor. Arthur Harari’nin geleneksel sinema diliyle anlattığı bu olağanüstü hikaye hem tarihsel bir belge hem de evrensel bir insan dramı olarak işlev görüyor.

Filmin gücü Onoda’yı ne tam bir kahraman ne de tam bir kötü olarak sunmasında yatıyor sanırım. Onun yerine karmaşık bir insan portresi çizerek izleyiciyi karakterin motivasyonlarını anlama konusunda zorluyor. Bu yaklaşım filmi hem düşündürücü hem de etkileyici kılıyor.

Uzun süresi ve yavaş ritmine rağmen film sabırlı izleyicilere benzersiz bir sinema deneyimi sunuyor Onoda filmi. Özellikle İkinci Dünya Savaşı tarihi ve karakter odaklı dramalarla ilgilenenler için kaçırılmaması gereken bir yapım olan “Onoda” sinema tarihinin en olağanüstü gerçek hikayelerinden birine layık bir saygı duruşu niteliğinde.

Kaynak: Tr724
***Mutluluk, adalet, özgürlük, hukuk, insanlık ve sevgi paylaştıkça artar***

Exit mobile version