MAHMUT AKPINAR | YORUM
Tarih, kinle siyaset yapanların halklarına ne büyük bedeller ödettiğini defalarca yazdı. Ama bu çağda, modern hukukun, evrensel insan haklarının, anayasaların olduğu bir dönemde bir liderin tüm devlet mekanizmasını kendi intikam ve kibir duygusuna göre şekillendirdiğine, kurumları bir mafya lideri gibi yönettiğine şahit oluyoruz. Türkiye, devletiyle, toplumuyla, medyasıyla, aydınıyla yıllarca utancını duyacağı, ibretlik bir zaman dilimi yaşıyor. Erdoğan’ın siyaseti artık ne kalkınma ne adalet ne de milli irade temelli. Onun siyaseti, kin ve nefrete dayalı bir tahakküm rejimidir.
Son örnek: Orhan Artar ve ailesi… Ruanda’dan Türkiye’ye, BM koruması altında olmalarına rağmen, üç küçük çocuklarıyla birlikte kaçırıldılar. Bu insanlar sadece eğitimci. 15 Temmuz’la, darbe girişimiyle, Türkiye’deki siyasi gelişmelerle en ufak bir bağları yok. Ama Erdoğan rejimi onları “terörist” ilan etti. Ruanda’ya baskı uygulayıp rüşvet verildiği iddiaları var.
Bu hukuk dışı operasyonun amacı ne olabilir? Yalnızca bir ailenin değil, Türkiye dışına çıkmayı başarmış her muhalifin zihnine korku salmak! “Nereye giderseniz gidin, sizi buluruz!” mesajı vermek.
Bu tam bir mafya raconu!
Erdoğan, yıllardır muhaliflerine diz çöktürmek üzerine kurulu bir siyaset yürütüyor. Hizmet Hareketi’ne uyguladıkları sıradan bir zulüm, baskı değil. Bu, Gregory Stanton’un “Soykırımın On Aşaması” listesindeki neredeyse tüm evrelerin görüldüğü sistemli bir yok etme stratejisi. Tanımlama, sembolleştirme, ayrıştırma, insanlıktan çıkarma, örgütlenme, kutuplaşma, hazırlık, zulüm…
Bugüne kadar sadece “imha” aşaması eksik kaldı. Ama hukuken, sosyal olarak, ekonomik olarak imha edilen kitlelerin varlığı zaten bu sürecin ne denli korkunç boyutlara ulaştığını gösteriyor.
Bir öğretmeni, bir anne-babayı, üç küçük çocuğu hedef alan bir kin nasıl açıklanabilir? 10 yıl önce yaşandığı iddia edilen bir darbenin bahanesiyle milyonlarca insanın hayatı karartıldı. Ama mesele 15 Temmuz değil. Mesele Erdoğan’ın diz çöktürme arzusu. Kimilerini parayla, makamla, çıkarla satın aldı; kimileri ise cezaevleriyle, linç kampanyalarıyla, ailelerin yok edilmesiyle pes ettirildi. Bugün Devlet Bahçeli, Meral Akşener, Süleyman Soylu, Numan Kurtulmuş, Doğu Perinçek, Mustafa Destici, hatta Sinan Oğan diz çöktürülenler arasında. Dün muhalefet ediyorlardı, Erdoğan onları Saraya bağladı! Bugün ise dün sövdükleri kişiye hizmet ediyor, methiyeler düzüyorlar.
Ancak her dönemde olduğu gibi, diz çökmeyenler de var. Fethullah Gülen, Alparslan Kuytul, Selahattin Demirtaş, Ekrem İmamoğlu gibi isimler Erdoğan’ın bütün baskılarına rağmen eğilmediler. İmamoğlu’nun başına örülmek istenen yargı kumpasları, Demirtaş’ın yıllardır tutulduğu tutsaklık hali gerçekte inatla dik duruşun, diz çökmemenin cezalandırılmasıdır.
Erdoğan’ın lügatinde merhamet, affetmek, empati gibi kavramlara yer yok. “Acırsanız, acınacak hale gelirsiniz!” onun temel düsturudur. Oysa İslam Peygamberi (sas), en sevdiği amcası Hz. Hamza’yı öldüren Vahşi’yi, kulağını burnunu keserek kolye yapıp boynuna asanları bile affetti. Hem de , Mekke’yi fethettikten sonra en güçlü anında…
Geçen İngilizce bir videoda eski ırkçı, İslamofobik birisinin bu bilgi üzerine Müslüman olmasını izledim. “En güçlü iken en azılı düşmanlarını affedebilen kişi ancak bir peygamber olabilir!” diyerek hayranlıkla Müslüman oluyor. “Onun ümmetiyim!” diye camilerde Kur’an okuyan, kameralar önünde namaz kılan sözde ‘İslamcı’ Erdoğan ise lohusa annelerden, yeni doğmuş bebeklerden yatalak ihtiyarlardan onları hapse atarak intikam alıyor.
Merhamet İslam’ın temel değeriyken, Erdoğan “Cadı avıysa cadı avı!” diyerek, toplumun bir kesimini topyekûn düşmanlaştırmayı kendine vazife edindi. Hapse attırdığı binlerce kadın, yaşlı, çocuk bu nefretin kurbanı oldu. Bediüzzaman, “Kişinin imanı mahlukata merhameti nispetindedir!” der.
Dış politikadaki dil de içeridekinden farksız: Macron’a “Akli melekeleri yerinde değil”, Hollanda’ya “Nazi artığı!”, Yunanistan’a “Bir gece ansızın gelebiliriz!” demek diplomasi değil, mafyavari bir raconun dışa yansımasıdır. İçeride “Camide içki içtiler!”, “Ahlaksızlar, adiler, namussuzlar!” diyerek toplumu sürekli düşmanlaştıran bir dil, dışarıda da aynı şiddeti üretmekte.
Medya, yargı, iş dünyası, akademi… Hepsi sırayla hizaya sokuldu. TÜSİAD’a “Haddini bil!” diyen bir liderin hukuk, serbest piyasa ya da demokrasiyle alakası olabilir mi? RTÜK ve Basın İlan Kurumu üzerinden yürütülen medya kuşatması, özgür haberciliği boğdu. Gazeteciler tutuklandı, ekranlar karartıldı. “Besleme medya, havlayanlar” gibi ifadelerle kendine biat etmeyen herkesin itibarı yerle bir edildi.
Erdoğan’ın siyaset anlayışı diz çöktürme ve teslim alma siyasetidir. Direnç göstereni ise ezer, hapse atar, etiketler. Muhalif kesim Hizmet Hareketi gibi geniş bir kitle ise acımasızca tenkil, soykırım uygular.
Şu çok açık ki insanların aidiyetlerini, kimliklerini, umutlarını, inançlarını yok etmek üzerine kurulu bu nefret siyaseti Türkiye’nin geleceğini karartıyor. Bir öğretmene bile kinle yaklaşan bir rejimin, topluma barış, huzur, güvenlik vaat etmesi mümkün değildir.
Ama tarih gösteriyor ki kinle, nefretle kurulan hiçbir iktidar kalıcı olmadı. Zulümle abat olanın ahiri hep berbat oldu. Erdoğan’ın kurduğu kin ve nefrete dayalı bu korku düzeni er ya da geç çökecek. Çünkü diz çökenlerin hikâyesi unutulur ama diz çökmeyenlerin onurlu direnişi tarih olur.
Kaynak: Tr724
***Mutluluk, adalet, özgürlük, hukuk, insanlık ve sevgi paylaştıkça artar***