Site icon İnternet Haberler Köşe Yazıları Yorumlar Siyaset Ekonomi Spor

Algıdan gerçeğe; İran örneği ve tek adam rejimlerinin içten çöküşü

Algıdan gerçeğe; İran örneği ve tek adam rejimlerinin içten çöküşü


ADEM YAVUZ ARSLAN | YORUM

Sert retorikler, meydanlarda yükselen “dik durma” nutukları, düşmanlaştırılan dış güçler ve içeride “hain” ilan edilen muhalifler… Otoriter rejimlerin neredeyse tamamında rastladığımız bu motiflerin ardında yatan gerçek çoğu zaman yıkıma, yalnızlığa ve içten içe çürümeye işaret eder. İran bu çöküşün en güncel ve somut örneğini sunuyor. Ancak dikkatli bakıldığında, Tahran’dan Ankara’ya, otoriterliğin yarattığı yapısal çürümenin kodları birebir örtüşüyor.

Retorik güçlü olabilir; ama uluslararası göstergeler gerçeği tüm çıplaklığıyla ortaya koyuyor.

İran: Gövde gösterisinden enkaz altına

İran rejimi yıllardır bölgesel bir süper güç görüntüsü sunmaya çalışıyor. ABD karşıtlığı, nükleer program, milis gücü olarak kullanılan Hizbullah ve Yemen, Suriye, Irak gibi ülkelerdeki vekil savaşlar… Rejim dışarıdan güçlü bir devletmiş gibi algılanmak istiyor. Ancak son İsrail saldırısı bu algıyı yerle bir etti. Tahran’ın kalbine inen darbeye karşılık verilemediği gibi, rejim iç kamuoyunu “Başarıyla savunduk!” gibi propaganda mesajlarıyla kandırmaya çalıştı.

Gerçekte ise olan şuydu: İsrail, İran’ın askeri altyapısını ve hava savunma sistemlerini bir gecede felç etti. İran’ın milyarlarca dolar harcadığı askeri yatırımların birer kartondan kule olduğu ortaya çıktı. Rejim halktan gerçekleri gizleyerek, büyük bir başarısızlığı “zafer” olarak pazarladı. Ancak bu algı yönetimi ne elektriği kesilen şehirleri aydınlattı ne de yoksulluk içinde ezilen İran halkının öfkesini dindirebildi.

Algı yönetimi ile gerçeklik arasındaki uçurum

İran örneği, tek adam rejimlerinin nasıl içten içe çürüdüğünü gösteren klasik bir vaka. Devlet kurumları liyakat değil sadakat esasına göre yapılandırılıyor. Eleştirel sesler bastırılıyor, medya tamamen propaganda aygıtına dönüştürülüyor. Ancak sistemin içine sızan çürüme, kriz anlarında tüm çıplaklığıyla ortaya çıkıyor. Gerçek veriler saklandıkça, yanlış kararlar çoğalıyor. Ülke güvenliği, ekonomi, sağlık sistemi — her alanda içi boş bir yapıyla baş başa kalınıyor.

Bu durum sadece İran’a özgü değil.

Türkiye de benzer bir yolda ilerliyor. 15 Temmuz sonrası “iç düşman” yaratılarak yapılan büyük tasfiyeler, kurumsal aklı yok etti. TSK’dan yargıya, üniversitelerden bürokrasiye kadar her alanda sadakat liyakatin önüne geçti. Tıpkı İran gibi, Türkiye’de de gerçeklerin üzeri örtülüyor, ekonomik kriz başarı hikâyesi olarak sunuluyor, dış politikadaki yalnızlık “dik duruş” diye lanse ediliyor.

Küresel aynalar ne diyor? 

İran ve Türkiye’nin geldiği noktayı anlamak için duygulara değil, rakamlara ve verilere bakmak gerekiyor. Mesela Hukukun Üstünlüğü Endeksi (World Justice Project 2023)’inde Türkiye 142 ülke içinde 117. sıradayken, İran aynı listede 137. sırada yer alıyor. Bu veriler, yargının bağımsızlığı, yolsuzlukla mücadele, temel haklar ve hesap verebilirlik gibi alanlarda büyük zaaflara işaret ediyor. Her iki ülke de yasaların kişilere göre esnetildiği, adaletin siyasi güce bağımlı hale geldiği sistemlerle yönetiliyor.

Benzer durum Basın  Özgürlüğü Endeksi (RSF 2024) için de geçerli. Türkiye 180 ülke içinde 158.sırada, İran ise 176. sırada. Her iki ülkede de gazetecilik yapmak, rejim için “tehdit” sayılıyor. Muhalif gazeteciler tutuklanıyor, medya organları kapatılıyor veya hükümetin propaganda aracına dönüştürülüyor.

Haber alma hakkı sistematik biçimde gasp ediliyor.

Yolsuzluk Algı Endeksi (Transparency International 2023) de benzer bir tabloyu yansıtıyor.  Türkiye 180 ülke içinde 115. Sırada iken İran 149. sırada. Kamu kaynaklarının kötüye kullanımı, şeffaflık eksikliği ve hesap verebilirlik konularında her iki ülkede de durum vahim. Ne Meclis ne de yargı, yürütmeyi denetleyebiliyor. Yolsuzluk adeta sistematik hale gelmiş durumda. Yargı ve hukukun üstünlüğünde durum fecaat olursa doğal olarak mafya iktidara geliyor.

Küresel Organize Suç Endeksi (Global Initiative 2023) verilerine göre  Türkiye: Avrupa’da organize suçun en yüksek olduğu ülkeler arasında; dünya genelinde 25. Sırada. İran ise dünya genelinde 10.sırada.

Bu veriler, otoriterleşen devletlerin yalnızca özgürlükleri değil; kamu güvenliğini de nasıl tehlikeye attığını gösteriyor. Mafyatik yapılar, iktidarla simbiyotik ilişkilere giriyor; yargı ve güvenlik birimleri bu çürümeye seyirci kalıyor.

Felakete götüren ortak patolojiler

İran’da rejim, yıllar boyunca halkına “Kuşatma altındayız!” söylemiyle sabır telkin etti. Dış düşman söylemi içerideki tüm sorunları örtmenin aracı oldu. Türkiye’de de benzer şekilde Batı düşmanlığı, içerideki yozlaşmayı gizlemenin örtüsü haline geldi. Her iki ülkede de rejimler, kısa vadeli popülizmi uzun vadeli kalkınmaya tercih etti. Devasa propaganda bütçeleriyle toplumun algısı yönetildi.

Ancak hayat pahalılığı, yolsuzluk ve devlet kurumlarının çöküşü gibi gerçekler, propaganda perdelerini yırtıyor.

İran’da son yıllarda yaşanan başörtüsü protestoları, halkın rejime duyduğu güvenin sarsıldığını gösteriyor. Türkiye’de de gençler umudunu yitiriyor, beyin göçü tavan yapıyor. Sandıkta alınan yüzde 50’lik sonuçlar, aslında toplumun diğer yarısının bastırılmış öfkesini gizlemeye yetmiyor.

Gerçekler eninde sonunda konuşur

İran rejimi, yıllarca algı oyunlarıyla ayakta kalmaya çalıştı. Ama artık karton kuleler yıkılıyor. Türkiye’nin de benzer bir geleceğe sürüklenmemesi için henüz zaman varken gerçeklerle yüzleşmesi gerekiyor.

Eleştiriye tahammül, kurumlara saygı ve şeffaflık; bu üç unsur olmadan ne savunma sistemi işler, ne ekonomi kalkınır, ne de toplum huzura kavuşur. Algı yönetimi bir noktaya kadar işe yarar ama gerçekler er ya da geç kapıyı çalar. O gün geldiğinde, sadece liderler değil; bütün bir toplum, çürümüş yapının enkazı altında kalabilir.

Kaynak: Tr724
***Mutluluk, adalet, özgürlük, hukuk, insanlık ve sevgi paylaştıkça artar***

Exit mobile version