Site icon İnternet Haberler Köşe Yazıları Yorumlar Siyaset Ekonomi Spor

Din motivasyonlu hizmetlerde kalite: Ne değil, nasıl?

Din motivasyonlu hizmetlerde kalite: Ne değil, nasıl?


NURULLAH ALBAYRAK | YORUM

Her geçen gün, hem kamu kurumlarında hem de sivil toplumda ‘kalite güvencesi’ (Quality Assurance) kavramı daha çok konuşulur oldu. Eğitimden sağlığa, yardımdan yönetime kadar pek çok alanda bu kavramın ölçümlerle, göstergelerle ve raporlarla iç içe geçtiğini görüyoruz.

Peki ya din motivasyonuyla yapılan hizmetler söz konusu olduğunda? Yani niyete, gönüllülüğe, ihlâsa ve tevekküle dayalı işlerde kalite güvencesi nasıl olur? Hatta daha temel bir soru: Kalite kontrolü olur mu?

Sonda söyleyeceğimi başta söyleyeyim; elbette olur ama diğer alanlarda olduğu gibi değil…

Modern kalite sistemleri genellikle sonuç odaklıdır: Ne kadar kişiye ulaştık? Kaç faaliyet yaptık? Hangi etkiyi yarattık?

Ancak din kaynaklı hizmetlerde bu sorular her zaman anlamlı olmayabilir. Çünkü bu tür hizmetlerde temel inanç, “Neticeyi Allah yaratır!” anlayışıdır. Elbette bu inanç insanın sorumluluğunu ortadan kaldırmaz, sorumluluğu sonuçtan çok sürece taşır. İhlâs, emanet, şura, ihsan gibi kavramlar; rakamlarla değil, niyet ve yöntemle ilgili kavramlardır. O hâlde, din motivasyonlu hizmetlerde kalite güvencesinin temel sorusu şudur: “Bu hizmeti nasıl yaptık?”

Din motivasyonlu hizmetin kalitesi, hedefe ulaşıp ulaşmadığından çok hassasiyetle yürütülüp yürütülmediği, kimseyi dışlamadan ilerleyip ilerlemediği, hizmet edenin kibirlenmeden, hizmet alanın ezilmeden sürece dahil olup olmadığı ile ilgilidir.

Mesele asıl olarak yöntemdir. Bu kapsamda kalite güvencesi, hizmetin “niceliğine” değil, “nezaketine” odaklanmak zorundadır. Sözün özü: Kalite, sonuçla değil; usulle, yani nasıl yapıldığıyla ilgilidir.

Dini hizmetlerde kalite güvencesinden söz ederken, yalnızca camilerdeki eğitimden, vakıflardaki gönüllü faaliyetlerden ya da topluluk içi yardımlaşmadan bahsetmiyorum. Bazı topluluklar, varlıklarını sürdürmek veya inançları doğrultusunda yaşamak için yoğun baskı ve siyasi zulüm altında kalabilir. Böyle durumlarda verdikleri mücadele —bir hak arayışı, varoluş savunusu, dayanışma ya da uluslararası hukuka başvuru— ister istemez dini bir hizmet haline gelir.

Ancak bu noktada kritik bir ayrım yapılmalıdır. Bir dini topluluğun verdiği mücadele ne kadar haklı olursa olsun, mücadelenin “nasıl” verildiği, o mücadelenin manevi ve ahlaki kalitesini belirler.

Zulme karşı mücadele ediyor muyuz?

Zulüm varsa, mücadele de kaçınılmazdır. Hele ki bu zulüm, inancınız, kimliğiniz, aidiyetiniz ya da vicdanınız sebebiyle sizi hedef alıyorsa… Kimi zaman topluca, kimi zaman bireysel düzlemde direnirsiniz. Bir hak talep edersiniz. Adaletin yerini bulması için çaba gösterirsiniz. Ancak zaman geçtikçe bu mücadelenin netice verip vermediği sorusu akla gelir.

Mücadele yürütülen pek çok yerde sonuçlar görünmeyebilir. Zulmün niteliği, gücün asimetrisi, baskının sistematikliği çoğu zaman gayretin etkisini örter. Bu durumda netice odaklılık, bizi ya karamsarlığa ya da haksız bir kendini suçlamaya sürükler. Bu yüzden kaliteyi sonuçla değil, süreçle ölçmeliyiz.

Zulüm var, evet. Ama biz gerçekten yeterince gayret ediyor muyuz? Yalnızca mağduriyetimizi anlatmakla mı yetiniyoruz, yoksa adalet arayışını emekle, disiplinle ve ilke ile sürdürüyor muyuz?

Eğer bir mücadele yürütüyorsak, onun ne kadar etkili olduğunu değil, ne kadar doğru yürütüldüğünü sorgulamak gerekir. Tıpkı bir ibadetin Allah katındaki kabulünü bilemeyeceğimiz gibi, bir topluluğun hak arayışının da dış dünyada nasıl yankı bulacağını öngöremeyiz.

Ama şunu yapabiliriz: Süreci, yöntemleri, dilimizi, tutumumuzu gözden geçiririz. İçeriden bir kalite güvencesi sistemi kurarız. Kimin ne yaptığı değil, nasıl yaptığı konuşulur. Tepkiler değil, tutarlılıklar esas alınır. Strateji, organizasyon, adalet ve ihlâs dengesi kurulur.

Bu sayede mücadelemiz yalnızca haklı değil, ahlaklı da olur. Yalnızca gerekli değil, kaliteli de olur. Ayrıca, haklı olmak bize lütfedilmiş bir konum değildir, korunması gereken bir sorumluluktur. Bu sorumluluk, bizi tembelliğe değil, gayrete çağırır. Kaliteli mücadele, sonucu değil süreci önemser; ama süreç de kendiliğinden işlemez. Emek ister, plan ister, cesaret ister.

Sözün özü, kalite, sadece görünür başarıda değil; süreçteki sadakatte gizlidir. Zulüm bitmemiş olabilir. Mücadele şimdilik sonuç vermemiş olabilir. Ama eğer sürece dönüp kendi yürüyüşümüzü sorgulayabiliyorsak, bu başlı başına bir ahlak üstünlüğüdür.

Tabi ki mücadelenin kalitesi açısından şu soruyu da sormak gerekir: Süreçte üzerime düşenleri hakkıyla yaptım mı?

Ve belki de, haklı kalmanın en emin yolu, sürekli kendimizi gözden geçirmekten geçer.

Kaynak: Tr724
***Mutluluk, adalet, özgürlük, hukuk, insanlık ve sevgi paylaştıkça artar***

Exit mobile version