AHMET KURUCAN | YORUM
Çağlayan Dergisi’nin öncülüğünde bu yıl ikincisi düzenlenen sempozyum, 18 Mayıs 2025 tarihinde Hollanda’da gerçekleştirildi. Salon sabahın erken saatlerinden itibaren doldu. Gün boyu yer yer ayakta izleyenlerle birlikte tahmini 900 ila 1000 kişilik bir katılımla dinamik ve kapsayıcı bir atmosfer oluştu.
Bu coğrafyalarda yaşayan Müslümanların karşılaştığı meseleleri entelektüel, toplumsal ve ahlaki boyutlarıyla ele alan sempozyum, yalnızca bir bilgi paylaşımı değil; aynı zamanda içe dönük bir yüzleşme, dışa dönük ise ortak değerleri çoğaltma çağrısıydı.
Programda yer alan sunum başlıkları bile tek başına bir fikir atlası gibiydi:
- ‘Medine Vesikası özelinde Birlikte Yaşama Kültürü
- Birlikte Yaşama Sanatını Teorisi ve Pratiği
- Fethullah Gülen’in Birlikte Yaşama Kültürü Öğretisi
- İç Huzurdan Sosyal Barışa: Birlikte Yaşama Kültürünün Manevi ve Ahalaki Temelleri
- Göç, Güç ve Buluşmalar: Kadınlardan Hikayeler
- Entegrasyon Sürecinde Eş ve Çocuklar Arasında İletişim Becerileri
- Gelenekten Geleceğe Birlikte Yaşama Kültürü: Osmanlı Döneminde Yanya Örneği
- ‘Batı’da Müslüman Olmak: Birlikte Yaşama Hukukunun İslami Temelleri.’
Bu başlıklar altında yapılan sunumlar, yalnızca meseleleri teşhis etmekle kalmadı, aynı zamanda yeni çözümler üretmeye dönük zihinsel bir seferberliğin de işaretlerini verdi.
Programın duygusal, çarpıcı ve düşündürücü anları ise Hilal Nesin Hanım’ın salonun ezberini bozan konuşmasıyla yaşandı. Hazırladığı metnin dışına çıkarak doğrudan salona seslenmesi, alkışlarla kesilen, hem güldüren hem de düşündüren anlara vesile oldu. Nesin’in konuşması, içtenliği, kapsayıcılığı ve meseleleri yüzleşme cesaretiyle ele alması itibarıyla programın unutulmazları arasında yer aldı.
Bir başka dikkat çeken an ise Süvarî Öztürk’ün “Enkaz” albümünden seslendirdiği parçalarla yaşandı. Sempozyumun gündemini sadece zihinsel bir mesele olmaktan çıkarıp duygusal ve sanatsal bir düzleme taşıyan bu bölüm, yaşananların notaya, şiire, sese nasıl dönüştüğünü görmemizi sağladı. Kimi zaman sessizce gözyaşlarıyla, kimi zaman içten bir tebessümle dinlenen bu şarkılar, konuşmalar kadar etkileyiciydi.
Programda ben de “Batı’da Müslüman Olmak: Birlikte Yaşama Hukukunun İslamî Temelleri” başlıklı bir sunum gerçekleştirdim. Bu sunumda, azınlık olarak yaşamanın sadece demografik değil, zihinsel ve siyasal bir bağlam olduğunu ortaya koyarak, Müslümanların “tahammül edilen” değil “katkı sunan aslı unsur” olarak var olması gerektiğini vurguladım.
Medine Vesikası’ndan yola çıkarak birlikte yaşama hukukunun tarihî ve fikhî temelini, çağdaş Batı toplumlarında nasıl yeniden yorumlanabileceğini ele aldım. “Adalet” ve “emanet” kavramlarını merkeze alarak, farklılıklarla birlikte yaşamanın sadece mümkün değil, aynı zamanda ilahî bir muradın ifadesi olduğunu savundum.
Sempozyuma yurt dışından katılan konuklar arasında, Yunanistan’dan gelen değerli akademisyen Sotiris Livas da vardı. Hizmet Hareketi üzerine yaptığı akademik çalışmalarıyla tanınan Livas’ın Hocaefendi’nin vefatı sonrası söylediği ve oturum Başkanı Mehmet Ateş tarafından hatırlatılan, “Sizler o hayattayken Hocaefendi’nin talebeleriydiniz. Şimdi onun mirasçıları oldunuz.” tespiti bence sempozyuma damgasını vuran cümlelerden biriydi.
Bu cümle, salonun sessizliğe büründüğü o anda, yalnızca geçmişin hatırasına değil, geleceğin sorumluluğuna da işaret etti. Galiba bu sempozyumun özeti tam da burada gizliydi.
Her bir tebliği teker teker ele alan kapsamlı bir değerlendirme yazısı yazmak gerekir. Belki onu da Çağlayan Dergisi için kaleme alırım.
Kaynak: Tr724
***Mutluluk, adalet, özgürlük, hukuk, insanlık ve sevgi paylaştıkça artar***