İstanbul Büyükşehir Belediye Başkanı Ekrem İmamoğlu’nun gözaltına alınmasının akabinde başlayan gösterilere polisin cop ve gaz ile orantısız müdahalesi ile göz altına alınan gençlere ters kelepçe, çıplak arama ve kaba dayak şeklinde uygulanan işkence/kötü muameleler bir süredir Ana Muhalefet Partisi tarafından kamuoyu gündemine getiriliyor. Aslında işkence, Türk devlet pratiği için tanıdık, alışılmış bir durum. Özellikle 90’lı yıllarda PKK ile mücadele adı altında yapılan göz altılarda uygulanmış işkenceler Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi’nin (AİHM) birçok kararına konu olmuş ve Türkiye’nin karnesine kara bir leke olarak kazınmıştı. 2000 li yılların başında bu konuda önemli iyileşmeler sağlanmış olsa da darbe girişimi sonrasında 90’lı yılların pratiğine geri dönüldüğü görülüyor.
Özellikle halen tam olarak nasıl ve kimler tarafından gerçekleştiği ortaya konmayan/konamayan 15 Temmuz darbe girişimi sonrasında ulusal medyaya servis edilen bazı insanlık dışı, onur kırıcı ve insanın izlemekte zorlandığı, bir hukuk devleti için kabul edilemez yüz karası fotoğraf ve görüntüler hala hatıralarda tazeliğini koruyor. Bu görüntülerde askerlere (askeri öğrenciler ile erler dahil) açıkça ağır işkence edildiği başkaca bir ispata ihtiyaç bırakmayacak ve herkesin anlayabileceği şekilde gözler önüne serilmişti. Nitekim günlerce yazılı ve görsel basında bunlar servis edilmişti. Zira iç çamaşırları ile bırakılmış ve ters kelepçe ile bağlanmış askerlerin yüz ve vücutlarında kaba dayaktan oluşmuş morluklar, yaralar ve kan lekeleri bulunuyor ve kanamaları durdurmak için bazı bölgeleri sarılmış vaziyette idi. Ancak maalesef kin ve nefret dolu eylemleri ile birçok masum askeri öğrenci ve eri öldüren ve nereden geldikleri belli olmayan, karanlık tipler ne hukuk önünde hesap verdiler ne de gündem oldular.
Bu ağır işkencelerin insanların gözüne sokulurcasına servis edilmesini elbette bilerek gerçekleşmiş ve yeni bir rejim kurarken bazı amaçlara hizmet etmesi düşünülmüştü. Örneğin göz altına alınan diğer kişilerin istenen ifadeleri vermesi ve itirafçı olmalarını sağlamak için bu görüntüler en önemli ikna unsurlarından biri olarak kullanılmıştı. Bunun yanında diğer toplum kesimlerine ve özellikle orduya mevcut iktidara karşı gelinmesinin bedeli gösterilerek bir tehdit aracı olarak da kullanılmıştı. Bir diğer sebep ise işkencecilere Saray’ın sahip çıktığını ve bu eylemlerinin cezasız kalacaklarını ilan ederek arkalarında durulduğunu göstermekti. Nitekim bunu sağlamak için o dönem çıkarılan birçok KHK ve Kanuna darbe girişimine karşı mücadele edenlerin yargılanmayacağı şeklinde işkencecileri koruyan düzenlemeler yapılmış ve bunların bazıları Anayasa Mahkemesi (AYM) tarafından iptal edilmiştir. Maalesef o günün konjonktüründe, Gülen cemaatinin şeytanlaştırılması sürecinin sonunda halkın büyük çoğunluğunda yapılanlar ne kadar insanlık dışı olursa olsun, maruz kalanların hak ettiği şeklinde bir düşünce hakimdi. Öyle ki merhametli insanlar bile bu insanlık dışı işkenceleri onaylar hale gelmişti.
Belki darbe girişimi ve terörle mücadele gibi hassas konularla bağlantılı olması hasebiyle, belki uluslararası konjoktürün uluslararası kurumlar üzerindeki etkisi ve bu kurumların iş yükü nedeniyle bugüne kadar bu işkence iddiaları uluslararası hukukta ciddi anlamda gündem ol(a)madı. Yakın zamanda işkence meselesi eski Hava Kuvvetleri Komutanı Orgeneral Akın Öztürk hakkında Birleşmiş Milletler Haksız Tutukluluk Çalışma Grubu’nun kararı ile tescillenmişti. Nisan ayında ise bu defa önemli bir gecikme ile de olsa Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi işkence iddialarını barındıran bir grup başvuruyu hükûmete tebliğ ederek sorularına cevap verilmesini talep etti. Bu replik/düplik aşamasından sonra başvurular karara bağlanacak. Bu dosyalar hakkında verilecek kararlar benzer konularda takip eden dosyalar için emsal kararlar niteliğinde olacak ve daha önceki uygulamasına baktığımızda takip eden dosyalar hızlı bir inceleme ile bu dosyalara yapılan atıflarla karara bağlanacak.
AİHM tarafından hükûmete tebliğ edilen dosyalarda; gözaltında fiziksel saldırı ve sözlü tacize uğrama, cop ve kaskla ağır şekilde dövülme, hasta tutukluların muayene ve tedavi sırasında hastane yatağına kelepçelenmesi, tıbbi müdahalenin geciktirilmesi, gözaltında fiziksel ve psikolojik şiddet, özellikle cinsel tehditlere maruz bırakılma, ters kelepçelenerek hücrede iç çamaşırıyla bırakılma, gözaltında dayak, çıplak arama, yargı mensuplarının göz altında ters kelepçelenmesi, kursiyer teğmenin domuz bağı ile bağlanması şeklinde sıralanabilecek konular sorulmuş. AİHM, doğal olarak hükûmetten bu başvurucuların işkenceye uğrayıp uğramadığını ve yerel makamlar tarafından bu konuda gerekli soruşturmaların usulüne uygun olarak yürütülüp yürütülmediğini, soruşturma süreçlerinin Sözleşmenin 3. maddesini ihlal edip etmediğini sormaktadır.
Mevcut AİHM içtihatlarına bakarsak, bu dosyaların ihlalle sonuçlanacağı açıkça görülüyor. Bir ihlal kararı çıkması halinde ise kararın uygulanması ve giderim süreci başlayacak. Bu aşamada Bakanlar Komitesi işkenceciler hakkında hangi soruşturmaların yapıldığını ve nasıl cezalandırıldıklarını soracak ve kararlar yerine getirilinceye kadar bu dosyalar Komitenin gündeminde olacak. Yani kısaca işkencecilerin uykularını kaçıracak bir süreç başlayacak. Mevcut rejim, kendi işkencecilerini korumak için soruşturmaları savsaklayabilir veya göstermelik soruşturmalar yapabilir, ancak bir iktidar değişimi halinde ise gerçek soruşturmalar başlayacaktır. Şunu hatırlatmak lazım: işkence yasağı uluslararası sözleşmelerde ve anayasalarda mutlak bir hak olarak tanımlanmıştır. Türkiye, İşkenceye Karşı Birleşmiş Milletler Sözleşmesi (UNCAT) ve Avrupa İnsan Hakları Sözleşmesi’nin 3. maddesi kapsamında, işkenceyi mutlak olarak yasaklamıştır. Bu sözleşmeler uyarınca, hiçbir istisnai durum -savaş hali, kamu düzeni tehdidi, darbe girişimi dahil- işkenceyi meşrulaştıramaz. Yani kim olursa olsun, hangi suçu işlemiş olursa olsun kimseye işkence yapılamaz ve bunun bir istisnası yoktur. Oysa yaşam hakkı dahil diğer haklar için müdahaleyi meşru kılacak istisnalar bulunmaktadır. İkinci olarak işkence suçunda zamanaşımı bulunmuyor. Yani bu suçu işleyenler ömürlerinin sonuna kadar bir gün yargılanma endişesi ile yaşamak zorundalar.
İşin acı tarafı, bu herkesin gözüne sokarcasına gerçekleşen darbe girişimi sonrası yargılamalarına ait işkenceler konusunda mağdurlarının şikayetleri Türk yargısının denetiminden geçmiş ve her nasılsa bugüne kadar bu konuda işkenceciler aleyhine ciddi bir karar verilmemiş olmasıdır. Türk yargısı bu konuda işkencecileri koruyan bir pratiği benimsemiş vaziyette. Sadece derece mahkemeleri ve Yargıtay değil, Anayasa Mahkemesi de bugüne kadar darbe girişimi sonrası yargılamalarda işkence konusunda dişe dokunur bir karar vermiş değildir. Dahası kendisine yapılan ağır işkenceler ile bu dönemin sembolü haline gelmiş fotoğrafı hafızalara kazınan Hulusi Akar’ın yaveri Albay Levent Türkkan’ın ağır işkence altında kendisinden zorla alınan ve savcılık iddianamesinde yer alan ifadesi, AYM tarafından Gülen cemaatinin terör örgütü olarak kabul edildiği ve darbenin de cemaatin üzerine yıkıldığı ilk kararı olan Aydın Yavuz ve diğerleri kararında bu durum bile bile kullanılmıştır. Ağır işkence altında alınan ifadesinde güya Türkkan ‘Askerî okula giriş sınavının sorularını kendisine sınavdan önce verdiğini, emir subayı olduğu bir önceki Genelkurmay Başkanı’nın makam odasına dinleme cihazı yerleştirdiğini, darbe planına göre Cumhurbaşkanı, Başbakan, Bakanlar, Genelkurmay Başkanı ve Kuvvet Komutanlarının tek tek alınarak sessiz sedasız işlerinin bitirileceğini, kendisinin görevinin de Genelkurmay Başkanı’nı etkisiz hâle getirmek olduğunu’ söylemektedir.
Albay Türkkan, daha sonra çıkarıldığı ilk duruşmada bu ifadesinin ağır işkence altında alındığını söyleyerek ifadesini reddetmiş, ulusal basına servis edilen görüntülerin bunun delili olduğunu, kendisine geldiğinde bir gözünün tamamen kapalı olduğunu, iç kanama nedeni ile bir gözünün görmediğini, bir kulağının duymadığını, kulağının yaradan tamamen kabuk bağladığını, burnunun kırık olduğunu, yüz ve vücudunun her yerinin yanık olduğunu, ellerinden kan aktığını ve çıplak olduğunu söylemişti. Ancak diğer mahkemeler cemaat yargılamalarında AYM’nin bu kararına ve kararda Türkkan’ın ağır işkence altında alınan ifadesine dayanmışlar ve bu AYM kararına diğer mahkemeler binlerce defa atıf yapmış ve hala yapmaya devam etmektedirler. Kendisine mahkeme diyen rejim aparatları bu hukuki ahlaksızlığın dibi diyebileceğimiz vahameti irtikap etmişler ve düzeltmek için de hiçbir şey yapmamışlardır.
Umarız AİHM’den çıkacak kararlar işkencecilerin bir daha buna başka kimsenin tevessül etmesini engelleyecek mahiyette bir sürecin başlamasına vesile olur. Ancak diğer hak ihlaller gibi işkencenin de önlenmesinin önündeki en büyük engel, toplumun başka kesimlerine, başka mezhepten, ırktan veya siyasi görüşten olanlara yapıldığında bunu diğerlerinin normal kabul etmesi veya görmezden gelmesidir. Öncelikle bu hastalıklı, ikircikli tavırdan kurtulmak gerek.
SELAMİ ER
03 Mayıs 2025 GÖRÜŞ
Kaynak: Kronos
***Mutluluk, adalet, özgürlük, hukuk, insanlık ve sevgi paylaştıkça artar***