Site icon İnternet Haberler Köşe Yazıları Yorumlar Siyaset Ekonomi Spor

Gurbette Ramazan…

Gurbette Ramazan…


MAHMUT AKPINAR | YORUM

Ezan sesi duymaksızın, sokaklarda Ramazan telaşını yaşamaksızın, fırın kuyruklarında bekleyip yeni çıkmış susamlı ve çörek otlu pidelerin kokusunu almaksızın Ramazan biraz buruk geçiyor. Işıl ışıl cami mahyalarını, göğe erişme çabasıyla kalem gibi yükselen minareleri, selatin camilerinde kıldığımız teravihleri elbette özlüyoruz. En çok da çocukluğumuzun Ramazanlarını özlüyoruz.

Ramazan deyince aklıma rahmetli anamın her gece erkenden kalkıp, bazen hiç yatmayıp davul fırında yaptığı börekleri, sacda yaptığı ve sıcak sıcak sofraya koyduğu patatesli, peynirli, mercimekli gözlemeleri geliyor. Yanında buz gibi hoşaf da eksik olmazdı. Bazen üzüm bazen erik hoşafı. Yarı uykulu, gözlerimiz yarı açık başladığımız sahurlar bize öyle lezzetli, eğlenceli gelirdi ki, “İstersen seni yarın kaldırmayalım!” dediklerinde yüzümüz düşerdi ve “Hayır kaldırın!” derdik. Akrabalarla, eş dostla yapılan iftarlarda sofralar daha bir zengin, özenli olurdu.

Öğrenciliğimizde esnaf abilerin evlerinde yaptığımız iftarlar karın doyurmaktan çok öteydi. Orada yemek kokusundan öte ortamı hasbilik, fedakarlık, paylaşma, samimiyet kaplardı. Kalabalık gruplarla gittiğimiz için genelde yere serili uzun ince bir muşambanın etrafına dizilir ve ağzımız sulanarak gelecek yemekleri gözlerdik. Normalde çulsuz, ergen öğrencilere selam vermeyecek esnafların bize evlerini açması, sofrayı türlü lezzetlerle donatması midemize hitap etse de, bizi asıl bitiren, eriten onların tevazu ve güler yüzle bizzat hizmet etmeleri olurdu.

Bir defasında yine böyle bir iftara gittik. Meğer o abinin bir yakını (annesi veya babası) vefat etmiş ve bizim bundan haberimiz yok. İftarda arkadaşlarımızı görmenin heyecanıyla, muhabbet ortamının verdiği rahatlıkla konuştuk, gülüştük ve baya bir kaynattık, şakalaştık. Neden sonra cenaze evinde olduğumuz öğrendik ve çok mahcup olmuştuk. Ev sahibi öyle kibar ve nezaket sahibi İdi ki bize bir uyarıda bile bulunmadı.

Öğrencilik dönemlerimizde Ramazan demek yemek yapmadan, bulaşık yıkamadan, nöbetçiliği asgari şartlarla geçirmek demekti. İftarda karnımızı doyurduktan sonra ev sahipleri artan yemekleri kaplara koyup sahur için paket yaparlardı. Ayrıca sahur davetleri de olurdu. Gıda işi yapan Can bir abimiz vardı. Onun sahurları muhteşem olurdu. Evi de biraz şehrin dışındaydı. Giderken karanlıktan, köpeklerden korksak da ona mutlaka giderdik, zira onun sofrasında çok farklı ve otantik lezzetler olurdu.

Hayatımda zahteri ilk defa onun evinde tattım. Hatay’dan gelme, içine baharat katılmış sızma zeytinyağına pideyi banarak yemek ayrı biz tecrübeydi. Sofrasında hurmanın 5-6 türü birden olurdu, ama yaş hurma mutlaka olurdu. Öğrenciyiz eti, kavurmayı nadiren görüyoruz. Lakin bu abinin evinde kavurma, pastırma, sucuklu yumurta hepsi birden olurdu. Adlarını hatırlayamadığım, birbirinden lezzetli 4-5 çeşit peynir, türlü türlü zeytinler… Benim favorim tulum peyniriydi.

Şimdi pek çoğumuz ülkemizden uzakta, gurbet diyarlarındayız. Ama buralarda da Ramazanlar giderek şenleniyor, canlanıyor, güzelleşiyor. Yazıya başlamadan hemen önce teravihten geldim. Kadın erkek çoluk çocuk 4-5 yıldır teravihlerimizi kiraladığımız bir kültür merkezinde kılıyoruz. Çocuklara ikramlar oluyor, cemaatle, salavatlarla kılıyoruz namazlarımızı.

Namaz sonrası hasret gideriyor muhabbet ediyoruz. Çalışıyordum, ancak dördüncü gün gidebildim teravihe. Ama her yıl sığdımız salonda bu sene izdiham olmuş, salon almamış. Bulunduğumuz şehirde çok Müslüman var, dolayısıyla çok sayıda cami var. Bazı arkadaşlar çocukluğumuzda Türkiye’de yaptığımız gibi grup halinde organize olup her teravihte bir camide oluyorlar. Dilerseniz tüm Ramazan, dilerseniz Ramazanın son 10 gününde itikafa girebileceğiniz camiler mevcut. Her yıl bazı arkadaşlar itikafa da giriyorlar. Her milletten Müslümanın katıldığı çok daha canlı Ramazanlar, iftarlar, itikaflar yaşama imkanı var gurbet diyarlarında.

Eskiden sadece yakın dostlarımızı iftarlara davet ederdik. Gurbet diyarlarında tanıştığımız farklı dil ve milliyetten insanları davet ediyoruz. “Komşularla iftar” programları organize ediyoruz. Diğer Müslüman tanıdıklarımızı da  davet ettiğimiz, hep birlikte büyük salonlarda toplu iftarlar yapıyoruz. Her şehirde, her beldede farklı din, dil ve inançtan insanları çağırdığımız, Ramazanı ve orucu anlattığımız ‘diyalog’ iftarlarımız oluyor.

Bazı gayri müslim dostlarımız bize saygı gereği iftara oruç tutarak geliyorlar. Artık bayramlarımız çocuklarımızın iple çektiği, gurbet duygusunu bile unutturcak kadar canlı, kalabalık, neşeli geçiyor. Bayram namazlarını camilerde kıldıktan sonra kiraladığımız büyük salonlarda önce çoluk çocuk kahvaltı yapıyoruz, sonra çocuklara ve büyüklere bayram yaşatan, eğlenceli harika faaliyetlerimiz oluyor.

Teravihten sonra kilimlerin üzerinde muhabbet ediyoruz, Türkiye’deki Ramazanları anıyoruz. Ama artık buraların da Ramazanlaştığı, faaliyetlerin arttığı, katılımların genişlediği konusunda müttefikiz.

KHK’lı akademisyen arkadaş liseye giden oğluna soruyor: “Oğlum okulda oruç tutan var mı? Zorluk çekiyor musun?”

Oğlu: “Ooo baba sınıfın yarısı oruç tutuyor!” diye cevaplıyor.

Benim iki küçük kızım çok başarılı ve sadece kızların gittiği bir lisede okudular. Sınıflarının çoğu Müslümandı ve büyük kısmı namazlarını kılıyordu. Mescidin yetmediğinden şikayet ediyorlardı.

Bulunduğum şehirde 70 civarında cami ve mescid var. Her mescid 3 vardiya Cuma kıldırıyor, büyük çoğunluğu gençlerden oluşmak üzere hepsi tıklım tıklım oluyor.

Ramazanlarda özlediğimiz tablolardan birisi de teravihlerden sonra insanların sokaklarda, kafelerde olması ve Ramazan gecelerinin canlılığıydı. Şehrimizde Müslümanların yoğun olduğu muhitte bir cadde var, geceleri cıvıl cıvıl. Geç vakte kadar işyerleri kafeler, pastaneler açık oluyor, gençler sokaklarda sosyalleşiyorlar.

Özlediğimiz Türkiye’de uyuşturucu, alkol, sigara tüketimindeki patlamanın yanında namaz kılmanın, cumaya, teravihe gitmenin en alt limitlere düştüğünü öğreniyoruz. Muhabbet esnasında başka bir abimiz, bir yakınının, ‘Ramazanın ilk günleri olmasına rağmen teravihte sadece 3 saf olduğunu’ söylediğini aktardı. Oysa eskiden Ramazan’ın ilk günleri teravihler lebaleb dolardı, Cuma namazlarında insanlar sokaklara taşardı.

Eski Ramazanları, Türkiye’deki günlerimizi, ülkemizi, dostlarımızı akrabalarımızı elbette özlüyoruz. Ama hergeçen gün göçtüğümüz ülkeler, beldeler de ‘Ramazanlaşıyor.’

Türkiye’de bu haberi engelsiz paylaşmak için aşağıdaki linki kopyalayınız👇

Kaynak: Tr724
***Mutluluk, adalet, özgürlük, hukuk, insanlık ve sevgi paylaştıkça artar***

Exit mobile version