Türkiye’nin 30. Hava Kuvvetleri Komutanı olan Orgeneral Akın Öztürk, 42 yıllık uçuş kariyeri boyunca 26 farklı uçak tipinde 5 bin 770 saat uçuş gerçekleştirmiş bir isim…
MAHMUT AKPINAR | YORUM
Önemli bir noktayı gözden kaçırıyoruz. Erdoğan, medya üzerindeki denetimini, yargıdaki kontrolü, ‘tek adam’ rejimi inşasını 15 Temmuz’dan çok önce tamamlamıştı. Medya üzerindeki operasyonlara 2010’da başladı. 15 Temmuz’a gelindiğinde Zaman, STV, İpek medya kapatılmış, muhalif gazeteciler susturulmuş veya satın alınmıştı. Muhalif görünen bazı medya organları ise Erdoğan’la örtülü ittifak kurup 15 Temmuz hakkındaki hakikatleri yok saydı, rejimin söylemlerini kullandı.
Erdoğan yargı üzerindeki hakimiyetini herkesin gözü önünde 17-25 Aralık sürecinde, yolsuzluk soruşturmalarını yürüten polisleri, savcıları ve hakimleri tasfiye ederek kurdu. 15 Temmuz öncesi her türlü kurguya kamuoyunu ikna etmek için düzenekleri hazırdı.
Aslında 15 Temmuz’a doğru Erdoğan’ın iktidarı toplum tarafından ciddi şekilde sorgulanıyordu. Ekonomi kötüye gidiyor, yolsuzluk, adaletsizlik, gelir dağılımındaki eşitsizlik ve işsizlik gibi problemler rahatsızlık veriyordu. Erdoğan, tıpkı Hitler’in parlamento yangınında olduğu gibi, kendisine “Allah’ın lütfu!” olacak bir vakaya ihtiyaç duyuyordu. 15 Temmuz, tam da Erdoğan’ın aradığı fırsatı sundu.
15 Temmuz’un hemen ardından, sahip olduğu tüm kamuoyu oluşturma araçlarıyla toplumu kendi anlatısına inandırmayı başardı. Bu süreçte 250 insanın kanı döküldü. Ancak bu insanların kimler tarafından, nasıl öldürüldüğü asla ortaya çıkarılmadı ve halen de araştırılmıyor. Fakat ölümler üzerinden 15 Temmuz’un meşrulaştırılması devam ediyor.
Erdoğan, büyük propaganda gücü, medya ve yargı üzerindeki mutlak denetimi sayesinde topluma hikayesini kabul ettirdi. Alternatif konuşmalar, eleştiriler ve karşı argümanlar yasaklandı. Geçmişe yönelik gazete arşivleri ve internet içerikleri bile silindi. İnsanların resmi anlatıyı bozabilecek herhangi bir bilgiye ulaşmaması için türlü tedbirler alındı. Bazı sol kesimler, Kemalistler ve muhalefet de Erdoğan’ın hikayesine destek verdi, arkasında saf tuttular. Böylece geniş bir kamuoyu, Erdoğan’ın anlatısını satın aldı ve bu anlatıda “suçlu” ilan edilen kesimi hedefe koydu.
Yoğun propaganda altında damgalanan, linç edilen insanlar kendilerini savunamadılar, argümanları dikkate alınmadı, hukuki süreçler tamamen göstermelik hale geldi. Mahkemeler, tıpkı İstiklal Mahkemeleri veya Orta Çağ’daki Engizisyon mahkemeleri gibi, insanlara cezalar yağdırdı. Delilsiz dosyalarla, suçsuz insanlar yıllarca hapislerde tutuldu. Sıradan erler bile 8-10 yıl hapis yatmak zorunda kaldı.
AKP’nin propaganda mekanizması, yalanlarla toplumu manipüle etti ve işaret edilen insanları toplumun gözünde düşman haline getirdi. Damgalanan insanlar, akrabaları ve çevreleri tarafından da dışlanarak ağır bir sosyal linçe maruz bırakıldılar. Çünkü 15 Temmuz’un ardından öyle bir hava oluşturuldu ki, en güçlü argümanları, en sağlam delilleri sunsanız bile ne kamuoyu ne mahkemeler ne de medya bunları dikkate alıyordu.
Türkiye’nin bugün geldiği noktada tek suçlu Erdoğan değildir; onun uydurduğu hikayelere sorgulamadan inanan herkestir. TÜSİAD, CHP ve diğer muhalefet partileri bu sürecin ortaklarıdır. Halkı suçlamak kolay, ancak asıl ihaneti aydınlar, gazeteciler ve entelektüeller yaptı. AKP’nin yozlaşmış rejimiyle iş birliği yapanlar veya susanlar da onlardır.
Aradan 9 yıl geçtikten sonra, AİHM kararlarına ek olarak Birleşmiş Milletler İnsan Hakları Konseyi Keyfi Tutuklamalar Çalışma Grubu, darbenin ‘1 numarası’ olarak ilan edilen ve 141 kez ağırlaştırılmış müebbet hapse mahkûm edilen eski Hava Kuvvetleri Komutanı Orgeneral Akın Öztürk’ün tutukluluğunu keyfi ve hukuksuz bularak kritik bir karar verdi. Türkiye Cumhuriyeti kurumlarını bağlayan bu karara göre:
Akın Öztürk’ün tutuklanması için hukuki bir gerekçe yok.
Adil yargılanma hakkı ihlal edildi, işkenceyle alınan ifadeler delil olarak kullanıldı.
Siyasi ayrımcılığa uğradığına dair ciddi şüpheler var.
Sonuç olarak, BM Çalışma Grubu,
- Akın Öztürk’ün derhal serbest bırakılmasını,
- Tazminat ödenmesini,
- Bu hukuksuz süreci yürüten yetkililer hakkında soruşturma açılmasınıtalep etti.
Bu karar,15 Temmuz’un ‘1 numarası” olarak gösterilen Akın Öztürk’ün masumiyetini ortaya koyuyor. Eğer darbenin en büyük suçlusu ilan edilen kişi suçsuzsa, 15 Temmuz anlatısının tamamı çöküyor. Daha önce “Yurtta Sulh Konseyi” diye bir yapının uydurma olduğu, darbenin bir planının olmadığı, TRT’de okunan darbe bildirisinin düzmece olduğu ortaya çıkmıştı.
Bu noktada, tüm 15 Temmuz yargılamalarının yeniden yapılması, darbe suçlamasıyla hapse atılan tüm askerlerin serbest bırakılması ve bu hukuksuz süreci yöneten savcılar, hâkimler ve kolluk güçleri hakkında soruşturma açılması gereklidir. Ancak Türkiye henüz Erdoğan’ın uydurduğu anlatının hipnozundan çıkabilmiş değil. Ama er-geç 15 Temmuz üzerindeki sis perdeleri kalkacak ve ak-kara ortaya çıkacak.
15 Temmuz’u müteakip ağır cadı avı, kitlesel tutuklamalar, mala çökmeler, işkenceler devam ederken yakın aile çevremden insanlarla telefon görüşmeleri yapıp hakikati anlatmaya çalıştım. Maksadım onların siyasi fikirlerini değiştirmek değildi. Allah’a ve ahiret gününe inanan, herbiri bir cemaate mensup yakınlarımın zulmün parçası olmalarını istemiyordum. Zira Erdoğan rejiminin söylemlerine inanıyor ve iftiralarını kullanıyorlardı.
Sevdiğim ve bana güvenen yakınlarıma: “Bu bir kurgu, bu bir yalan. Erdoğan’ın kendi iktidarını sağlamlaştırmak için yaptığı bir şey. Eğer bunlara inanırsan, ahirette milyonlarca mazlumun vebalini ödemek zorunda kalırsın. En azından gönlünü, dilini zulme kaptırmayıp ortada tut, AKP rejiminin iftiralarını kullanma! Bu insanlar masumsa ve senin söylediklerin, inandıkların asılsızsa uhrevi faturası çok ağır olur.” diyerek uyarmak istedim. Ama beni en çok sevenler, güvenenler bile çok iyi bildikleri bana değil, Erdoğan’a inandılar. Bana, “sen çok iyisin, siz ailecek çok iyisiniz. Çok düzgün insanlarsınız ama tepedekiler sizi kandırıyorlar Mahmut!” dediler.
Ailede ilk üniversite okuyan, ilk doktora yapan, bir düzineden fazla basılı kitabı olan, 50 ülke gezmiş ben kandırılıyordum ama ilkokul mezunu, umreye gitmek dışında yurt dışı görmemiş akrabalarım kandırılmıyordu. Onlara, “Sizin hikayenize göre ben kandırılanlar değil, kandıranlar arasındayım, zira çatı davasında yargılanıyorum.” desem de sabit fikirlerinde milim kımıldama olmadı.
Kamuoyunda etkisi olsun diye herhalde Akın Öztürk paşaya 141 müebbet vermişlerdi. Gerçek yargıçlar ve hukuk karşısında hepsi çöp oldu. Ben kaç müebbetle yargılanıyorum, hakkımda kaç dava var bilmiyorum. Merak da etmiyorum. Zira kendimi biliyorum. En küçük bir şiddete, kriminal işe bulaşmadığımı biliyorum. Hakkımda yapılan suçlamaları herkesle, her TV’de canlı yayında tartışırım. Beni seven ve tanıyan akrabalarım benim “kandırılanlardan” olduğumu söylüyor. Ama muhtemelen başkalarının akrabaları da onlara “Sizi tanıyoruz, sizler çok dürüst, temiz insanlarsınız!” derken benim gibileri “kandıranlardan” görüyordur.
Erdoğan’ın kurduğu propaganda mekanizmaları insanları öyle mankurtlaştırdı ki muhakeme yetilerini kaybettiler. Ulusalcılar, sol kesimler ve Kemalistler hakikatin farkındalar fakat hikayenin sürmesi ideolojik olarak onların işine geliyor. Lakin dindarların, cemaatlerin mazereti ve yatacak yeri yok!
Ahirette, zulme uğrayan herkes, haksızlıklara göz yumanlardan, zulme destek olanlardan hesap soracak. Özellikle de tarikatlardan, cemaatlerden ve dindarlardan…
Türkiye’de bu haberi engelsiz paylaşmak için aşağıdaki linki kopyalayınız👇
Kaynak: Tr724
***Mutluluk, adalet, özgürlük, hukuk, insanlık ve sevgi paylaştıkça artar***