Site icon İnternet Haberler Köşe Yazıları Yorumlar Siyaset Ekonomi Spor

Otoriterleşme derinleşiyor!

Otoriterleşme derinleşiyor!


MAHMUT AKPINAR | YORUM

Hem dünya hem de Türkiye iyiye gitmiyor. Trump geldikten sonra topa çok sert girdi, pek çok ülkeyi tehdit etmeye başladı. ABD ekonomisinin gücünü bazı ülkeleri dize getirmek için silah olarak kullanıyor. Trump’ın Üçüncü Dünya Savaşını ekonomik alanda başlattığı yorumları yapılıyor.

Benzer profildeki başka bir siyasetçi Erdoğan ise Türkiye içinde otoriterleşmeyi derinleştiriyor, ‘tek adam’ saltanatını kurumsallaştırıyor. Geride kalan muhalifleri de sindirmek için yargıyı sopa olarak kullanmaya devam ediyor. Şimdiye kadar Hizmet Hareketi’ni ve Kürtleri hedef alıyordu. Şimdilerde Gezi olayları gibi yılların dosyalarını raflardan indiriyor, bazen mırıldansa da ruküda duran sol kesimi de secde etmeye zorluyor.

Ülke keskin hatlarla mahallelere bölündüğü için ve her mahalle diğer mahallelerin yaşadığı sıkıntılara, baskılara gözünü kapadı. İktidardan dayak yemeyen mahalleler Erdoğan’ın onlara dokunmayacağını sandı. Belki de ‘kendilerine sıra gelmeden Erdoğan devrilip gider’ diye düşündüler ve sustular. Büyük edebiyatçı Tolstoy’a atfedilen bir söz var: “Acı duyuyorsan canlısın, ama başkalarının acısını hissediyorsan insansın!”

Maalesef  Türkiye toplumu son 10 yılda yaşanan ağır zulme, hukuksuzluğa, otoriterleşmeye gereken tepkiyi veremedi.  Her mahalle kendi acısını duydu başkalarının acısını hissetmedi.

17/25 Aralık yolsuzluk ve rüşvet soruşturmaları otoriterleşme & yozlaşma kısır döngüsünün miladı sayılabilir. O döneme kadar yargı iktidarın mutlak etkisine girmemişti, demokratik kurumlar iyi kötü çalışıyordu. Ama iktidar  görevini yapan polisleri, savcıları, bürokratları “darbeci” ilan edip tasfiyeye yönelince her mahalle hukuksuzluklara farklı gerekçelerle göz yumdu.

‘Sarı öküz’ hikayesinde olduğu üzere Erdoğan o dönemde Cemaati hedef yaptı. “Devlet elden gidiyor!” diyerek muhalefeti arkasında saf tutmaya ikna etti. Muhtemelen otoriterleşmenin ve hukuksuzlukların bu safhaya geleceğine ihtimal vermediler, bir yerde duracağını düşündüler.

Yaşananlar üzerine farklı mahallelerin farklı tutumları oldu:

Dindar, muhafazakar mahalleler iktidarla iyi ilişkilerinden dolayı “Çalıyor ama çalışıyor!” diyerek yolsuzsuzluklara ve otoriterleşmeye itiraz etmedikleri gibi; Erdoğan’ın mutlak destekçisi oldular. Konfor alanından çıkmak istemedikleri için İslamın ve hukukun ilkelerini çiğnemeyi meşrulaştırdılar. “CHP gelir, daha kötü olur!” korkusuyla zulme, adaletsizliklere göz yumdular. Çürümeyi, kokuşmayı görmezden geldiler. Ayrıca pek çok cemaat ve tarikat Hizmet Hareketi’nin sahip olduğu varlıklarının kendilerine dağıtılacağı, önlerinin açılacağı yönünde taahhütlerle motive oldu ve bu beklentilerle Erdoğan’ı desteklediler. İktidar örgütlü dindarları kamu kaynaklarından vaat ettikleriyle peyledi.

Kemalistler, sol kesimler 17/25 Aralık soruşturmalarından sonra ortaya çıkan gerilimli atmosferde yapılan devasa hukuksuzlukları, çökmeleri ‘iki tarafın kavgası’ olarak gördü. Olaylara demokrasi, hukuk, adalet, vicdan, ilkeler penceresinden bakmak yerine, “Yesinler birbirlerini!” diye yaklaştı. ‘28 Şubat sürecinde tasfiye edemedikleri “Hizmet Hareketi’ni tasfiye ediyor’ diye sevindiler, hangisi kaybederse bunun “kazanç” olacağı düşüncesine kapıldılar. 15 Temmuz sonrasında bütün siyasi partiler Erdoğan’ın ‘tek adam’ rejimi kurmasına zemin hazırladılar.

Hakkı ve hakikati savunan insaf ve vicdan sahipleri çıktı ise de bunlar yetersiz ve sınırlı kaldılar. Otoriterleşme yönündeki gelişmeleri ve yoğun kirlenmeyi farkedip uyaranların sesi ‘mahallecilik’ arasında kayboldu. Erdoğan iktidarı tıpkı Hitler’in Almanya’nın bölünmüşlüğünü kullanarak Nazi rejimini kurması gibi Türkiye’de mahalleleri ayrıştırarak, muhalifleri sindirerek ‘tek adam’ haline geldi.

17/25 Aralık soruşturmaları otoriterleşme açısından bir milattı ve üzerinden 12 yıl geçti. Sol, Kemalist mahalle ve CHP bu süreç zarfında malına mülküne çökülen, 7’den 70’e hapislere atılan, ağır zulme maruz insanlara yapılan adaletsizliği, baskıyı görmediler. Erdoğan’ın kendilerine tehdit olmayacağına inanmış olmalılar ki mazlumlara karşı iktidarın ürettigi söylemleri ve kirli dili kullanmaktan utanmadılar. Zalime sesleri yükselmedi ama mazlumlara çemkirdiler, zulüm ve otoriterleşme sürecinin parçası oldular.

AKP iktidarı Hizmet Hareketi’nden insanları ‘terörist’ olmakla itham edip mallarına çökerken, işlerinden atarken muhaliflerin hukuk ve adalet çizgisinde birleşmelerini engelleyecek bir strateji izledi. Aklı başında olanlar bir kişiye bu kadar güç verilmesinin, kuvvetler ayrılığının bitirilmesinin, yargının siyasallaştırılmasının, medyadaki tekelin tehlikesine dikkat çekti ise de “Cemaat düşmanlığı” mahallelerin gözlerini perdeledi. Ateş kendilerine dokunmadıkça, mahallelerine ulaşmadıkça tepki vermediler.

15 Temmuz sonrası “devleti korumak” için kurulan olağanüstü yönetim giderek yumuşayacak ve demokrasiye dönüşecek diye beklerken Erdoğan geride kalan muhalifleri de hedefe aldı. Zafer Partisi lideri Ümit Özdağ’ın tutuklanmasından teğmenlerin atılmasına, Gezi eylemcilerinin 12 yıl sonra ‘terörden’ tutuklanmasına kadar pek çok vaka Erdoğan’ın otoriterleşmeyi derinleştirmek istediğini gösteriyor. 17/25 Aralık yolsuzluklarından ‘darbe’ üretebilen ve elini güçlendiren Erdoğan, Gezi protestolarından daha kullanışlı ‘darbe’ çıkarır. Kermes yapan teyzelerden, lohusa analardan ‘terörist’ çıkaran Erdoğan, Gezi eymlemcilerinden pekala ‘teröristler’ çıkarabilir.

Toplum gaflet ve dalalet halinde iken, her türüyle muhalefet uykudayken Erdoğan otoriterleşme adına çok önemli bir adım daha attı. Demokrasiye, hukuka ve anayasaya açıkça aykırı olduğu bilinen Devlet Denetleme Kurulu’nun (DDK) yetkilerini artıran yasa 30 Ocak Perşembe günü TBMM’de yasalaştı.

Bu düzenlemeyle Cumhurbaşkanına bağlı DDK her rütbe ve kademedeki kamu görevlilerini subjektif değerlendirmelere dayalı, yargılama ve soruşturma olmaksızın görevden uzaklaştırabilecek.

Yani KHK’larla toplu halde yapılan tasfiyeleri DDK her daim, dilediği gibi, dilediği kişilere, kesimlere yapabilecek. Seçilmiş belediye başkanları da kamu görevlisi statüsünde olduğu için DDK belediye başkanlarını da görevden alabilecek. Bu yasa sayesinde Erdoğan dilerse, Ekrem İmamoğlu’nu, Mansur Yavaş’ı bile görevden alabileceği bir giyotin elde etmiş oldu.

“Padişahlık kuruyor!” iddialarının ötesinde Erdoğan son dönem Osmanlı padişahlardan çok öte güç ve sorumsuzluk kazanıyor. CHP, ‘keyfi uygulamalara yol açacağı’ için yasayı AYM’ye götürmeye hazırlanıyor. Erdoğan’ın şekillendirdiği AYM ne yapar hep birlikte göreceğiz.

Ülkeyi soyarken suçüstü yapılmış bir iktidara sağcılar, “Çalıyor ama çalışıyor!” der ve destek olmaya devam ederse; Solcular ve Kemalistler, “Bizim yapamadığımızı yapıyor!” diye hukuksuzluklara göz yumar, onay verirse ortaya çıkan zulüm ve soygun düzeni herkesi yakar, yakıyor, yakacak…

Türkiye’de bu haberi engelsiz paylaşmak için aşağıdaki linki kopyalayınız👇

Kaynak: Tr724
***Mutluluk, adalet, özgürlük, hukuk, insanlık ve sevgi paylaştıkça artar***

Exit mobile version