BÜLENT KORUCU | YORUM
Viktor E. Frankl’ın ‘Hayatın Anlam Arayışı’ kitabında kapolarla karşılaşan herkes şöyle bir duraksamıştır eminim. Kitap zaten bir solukta okunacak gibi değil; pek çok durakta inip soluk alma ihtiyacı hissettiğiniz havasız bir otobüse benziyor. İlk şoku atlattıktan sonra kapoluğun bir insanlık gerçeği olduğunu fark ediyor, içinizdeki karabasanın büyüdüğünü hissediyorsunuz. Keşke sadece Nazi toplama kamplarına mahsus bir şey olsaydı.
“Çoğunlukla tutuklulara karşı gardiyanlardan daha katı davranıyorlar ve tutukluları SS adamlarından daha acımasızca dövüyorlardı. Kapolar elbette kişiliği bu işe uygun tutuklular arasından seçiliyor ve kendilerinden bekleneni yapmadıkları takdirde anında görevden alınıyorlardı. Kapo seçme işlemi negatif bir şeydi; tutuklular içinde en acımasız, en hayvani olanlar seçiliyordu.” cümleleriyle tanıklığını anlatıyordu Frankl…
Kapolar da Yahudi ve tutsaktı. İhanet ve acımasızlıkları ölçüsünde yemeğin taneleri, bir kaç dal sigara ve gaz odalarından muafiyet kazanıyorlardı.
Ne zaman, “Beni bırak onu yak!” diyen birini görsem, ne zaman ‘FETÖ’ sakızı çiğneyen birini duysam onlar geliyor aklıma. Son örnek Halk Tv… Aynen şunları yazdılar: “Sosyal medyadaki FETÖ’cüler tek tek tespit edildi: Erişim engeli getirildi!”
Toplama kampında normal tutsakların hepsinin öldüğü bir sabaha uyanıldığında ne olurdu? Ben söyleyeyim: Kapolar arasında en acımasızları seçilip diğerlerinin başına konurdu ve sistem devam ederdi. Barış Pehlivan’ın yayın yönetmeni Suat Toktaş’ı ‘ispiyonlayarak’ kendini kurtarması tam da budur işte. Yakında, Geziciler arasında da ‘kapolaşma’ süreci başlarsa şaşırmayacağım.
Bunlar hep ilk düğmenin yanlış iliklenmesinden.. Erdoğan rejimine, istediğini ‘terörist’ ya da ‘darbeci’ ilan etme imtiyazı verildiğinde sıranın herkese geleceği belliydi.
AKP Genel Başkanı (cumhurbaşkanı) Recep Tayyip Erdoğan’la darbeler arasındaki izaha muhtaç, enteresan ilişki gözden kaçmıyor. 28 Şubat ve 27 Nisan gibi herkesin ‘darbe’ dedikleriyle yüzleşme ve hesaplaşma konusunda alabildiğine isteksiz duruyor. Buna mukabil 17-25 Aralık soruşturmaları ve Gezi protestoları benzeri olayları ‘darbe sepetine’ atıp siyasi manivela olarak istismar ediyor. Gerçek darbelere meydan okuyacak cesareti yok ama sahte kahramanlık hikayelerine ve istediğini kodese tıkacak bahanelere ihtiyacı var.
Adalet Bakanı Yılmaz Tunç, ‘darbe davalarında zamanaşımı olmadığını’ belirterek Gezi’yle ilgili soruşturmaları sonuna kadar kullanacaklarının işaretini verdi. 17-25 Aralık’ta yolsuzluktan suçüstü yakalandığında herhangi bir eylemi ‘darbe’ ilan etme imtiyazını eline geçirdi. Kanunlarda ‘kabahat’ olarak bile sayılmayan hatta hak, özgürlük ve görev kapsamındaki fiilleri isterse en ağır şekilde cezalandırabiliyor.
Erdoğan, 28 Şubat sayesinde parladı dersem abartmış olur muyum? 28 Şubatçılar, hem Refah hem de Fazilet Partisi’ni kapatarak Erdoğan için mıntıka temizliği yaptı. Necmettin Erbakan siyasi yasaklı haliyle bile partisini Erdoğan’ın ele geçirmesine izin vermedi.
O dönemde tutuklanan iki belediye başkanının yaşadıklarına bakarsanız ne dediğim daha iyi anlaşılır. Sincan Belediye Başkanı Bekir Yıldız, çok ağır şartlarda tutukluluk yaşadı. Erdoğan ise CV’sine bir mağduriyet hikayesi eklemeye yarayacak tutukluluğunu kimseye nasip olmayacak şartlarda geçirdi. Korumasını yanına alarak, içerden kilitlenebilen ofise dönüştürülmüş koğuşta binlerce misafir ağırladı; partisinin temellerini burada attı.
1997’de 12 yaşında olan kızı Sümeyye bile müdahil olurken AKP lideri bundan kaçındı. “Dalgalar böyle arka arkaya geldikçe o dalgalarda kusura bakmasınlar ülke boğulur.” sözleriyle soruşturmalardan duyduğu hoşnutsuzluğunu dile getirmişti. Davaya müdahil olup olmayacağı sorulduğunda, “(Süreçten etkilenenler) iddianame kabul edildiği anda, dava başladığı anda tabii ki, hakkını arayacaktır. Ben de ararım veya aramam, kararımı bu süreç başladığında veririm.” demişti. Nedense müdahil olmadı. Nihayetinde yüzlerce hasta ve yaşlı tutuklu cezaevinde bulunurken, Erdoğan af yetkisini Çetin Doğan ve Çevik Bir gibi 28 Şubatçılar için kullandı.
Anayasa Mahkemesi hoşuna gitmeyen bir karar aldığında, yandaş medya üzerinden ‘darbeci’ diye hedef gösteren Erdoğan, 27 Nisan e-muhtırası söz konusu olduğunda dut yemiş bülbüle dönüyor. Genelkurmay’ın internet sitesinde hükümete zehir zemberek ifadelerle yüklenen muhtıra yayınlayıp, sonra dönemin Başbakanı Erdoğan’ın telefonlarına bile çıkmayan Genelkurmay Başkanı Yaşar Büyükanıt ne ceza aldı? Hiç.
367 krizindeki lokomotif rolü, ‘sözde değil özde laik cumhurbaşkanı’ beyanatları, Cumhuriyet mitingleri ve şehit cenazelerine asker gönderip yaptırdığı hakaretlerin karşılığını sadece ödül olarak aldı. Halefi İlker Başbuğ’dan esirgenen bütün iltifatlara mahzar oldu. Madalyalar ve özel ithal makam arabasıyla emekliliğe uğurlandı. Dolmabahçe’de içeriği açıklanmayan görüşmede verilen sözlerin sonucu olduğu şüphe götürmez bir gerçek.
Üç maymunu oynadıkları bunlar, peki ya darbe dedikleri… Önce 17-25 Aralık soruşturmasını yapan polis ve yargı mensupları; şimdi de sırada Gezi eylemine destek verenler var. Yarın açık oy, gizli sayıma geçseler ve Erdoğan’a oy vermeyenleri ‘darbeci, terörist’ olarak tutuklasalar kim dur diyebilir? Şöyle sorayım bunu yapmayacağının garantisi var mı?
Zulmün sürgit devam etmesinde zalim kadar başkalarının da vebali var. Siz buna ister kapo deyin, isterseniz daha bilinen örneği kullanıp ‘Truva Atı’ benzetmesi yapın. Onların kırbacı daha fazla acıtıyor. Ve zalimin gerçek destekçisi bunlar…
Türkiye’de bu haberi engelsiz paylaşmak için aşağıdaki linki kopyalayınız👇
Kaynak: Tr724
***Mutluluk, adalet, özgürlük, hukuk, insanlık ve sevgi paylaştıkça artar***