M. AHMET KARABAY | HABER İNCELEME
Bugün Pazar. Bir ayağımız yine gündemde olsun ama gelin öbür ayağımızla farklı konularda yolculuklar yapalım. İktidar sevdalılarının çok orijinal bir ifadeymiş gibi dilinden düşürmediği “devlet-i ebed-müddet” kavramının biraz kökenine inelim.
Önce “devlet-i ebed-müddet” (دولت ابد مدت) denilen Osmanlı’da “son” olanlara bir bakalım. Eskilerin “Cihan Harbi” dedikleri, sonra ikincisi yaşandığı için numaralı olarak anar olduğumuz Birinci Dünya Savaşı’nın son yıllarına gidelim.
Tahttan indirilen eski padişah II. Abdülhamid 10 Şubat 1918’de vefat etti. Altı ay sonra 3 Temmuz 1918’de de tahtta oturan kardeşi V. Mehmed Reşad hayatını kaybetti. Takvimler 4 Temmuz 1918’i gösterdiğinde, Osmanoğulları tarihinde bir daha tekrarı olmayacak bir dizi törenler yaşandı. Lakin o günlerde bunun “son” olacağı bilinmiyordu. Son cülus töreni, son padişah cenazesi, son veliaht tayini…
4 Temmuz’da ölen Sultan Reşad’ın cenaze töreni yapıldı. Bunun İstanbul’daki son padişah cenazesi olacağı bilinmiyordu. Aynı gün Topkapı Sarayı’nın Divan meydanında kurulan tahta VI. Mehmed Vahdeddin çıktı. Bunun da son cülus olduğu bilinmiyordu. Sultan Abdülaziz’in oğlu Abdülmecid Efendi de “veliaht” olarak açıklanırken bunun da son olacağı bilinmiyordu.
65 yaşında tahta çıkan Vahdeddin, veliahtlığı süresinde sakal bırakmadı. Çok geç padişah olduğu için kendini talihsiz sayan Vahdeddin, bundan olsa gerek tahta biraz iğreti oturmuştu. Vahdettin’in tahta çıkarken tek talihsizliği ileri yaşta olması değildi. Annesi Gülistû ve babası Abdülmecid, kendisi kundakta iken ölmüştü. Vahdeddin, Osmanlı’da babasını hatırlamayan tek padişah idi.
DEVLET-İ EBED-MÜDDET KAVRAMININ KAYNAĞI
Osmanlı’da bu “son” olanlardan bir demet sunduktan sonra biraz da şu devlet-i ebed-müddet kavramının nereden geldiğine bakalım. Bu kavrama Osmanlı’nın kuruluş yıllarında, büyüme ve Emir Timur’un Anadolu’yu dağıttığı dönemlerde rastlamıyoruz.
Bu tabirle ilk kez II. Mehmed’in (Fatih Sultan Mehmet) İstanbul’u almasından sonra ve kendini “Kayzer-i Rum” bir başka ifade ile Roma İmparatoru ilan ettikten sonraki dönemlerde tanışıyoruz. Devlet-i ebed-müddet aslında Roma İmparatorluğu’nun mottolarından biri.
“O da nereden çıktı?” demeyin. Roma İmparatorluğu, kendini “civitas eterna” yani “sonsuz devlet” olarak tanımlıyordu. Yani “sonsuza kadar yaşayacak devlet” diye anılıyordu. İstanbul’u aldıktan sonra “Fatih” diye anılan II. Mehmed, kendini Kayzer-i Rum olarak ilan ederken Latince “civitas eterna” kavramanı da Osmanlıcaya uyarlayıp “devlet-i ebed-müddet” diye kullanmış anlaşılan.
Bizim toplumumuzda bir ifade şiirsel bir dille kafiyeli bir şekilde ifade edilmiş ya da Arapça veya Osmanlıca karşılığı kullanılmışsa onu irdelemeyip mutlak doğru imiş gibi benimseme alışkanlık var.
Devlet-i ebed-müddet kavramı da bunlardan birisi. Yukarıda devletin sonsuza kadar yaşayacağı söylenen Osmanlı İmparatorluğu’nun 1918’deki “son” sahnelerinden bir demet sundum. Onlar tarih sahnesinden çekildi, İstiklal mücadelesi sonrasında Anadolu’da 29 Ekim 1923’te yeni bir devlet kuruldu.
ATATÜRK, OSMANLI’NIN MOTTOSUNU GÜNÜMÜZE UYARLADI
Yeni devletin kurucu lideri Mustafa Kemal Paşa, 14 Haziran 1926’daki İzmir Suikastının ortaya çıkarılmasının ardından gittiği kentte, Anadolu Ajansı’na bir demeç verdi. Verdiği demeç, Osmanlı’nın mottosunun günümüz Türkçesine ve Türkiye’sine uyarlanmış şekli gibiydi: “Benim naçiz vücudum bir gün elbet toprak olacaktır. Fakat Türkiye Cumhuriyeti ilelebet payidar kalacaktır.”
Bugünlerde Neo Osmanlıcılar, “sonsuza kadar yaşayacak devlet” kavramından Cumhuriyet dönemini çıkarıp bir asır önceki versiyonunu kullanmaya çalışıyorlar. Bu gibi içi boş kavramlarla toplum, hamasi dizilerle avutulup içi ve cebi boşaltılıp güdülmeye daha müsait hale getiriliyor.
Cezaevinde ikinci haftasını dolduran Zafer Partisi Genel Başkanı Ümit Özdağ, bir farklılık yapıp Osmanlı ile Cumhuriyet’in mottolarını birleştirmeye çalıştı: “Devlet-i ebed-müddet, ilelebet Cumhuriyet.”
BU MOTTONUN AK PARTİ VERSİYONU
Hayli zamandır katıldığım ortamlarda muhalif görüşlüler, “AK Partililer ve Tayyip Erdoğan, sonraki yıllarda nasıl anılacaklarını hiç düşünmeden icraat yapıyorlar. Her dönemin bir sonu var. Bir gün yaptıkları hukuksuzluk, muhalefeti ezme, kayırmacılık, yağmacılık ve yolsuzlukla anılacaklarını ve yargılanacaklarını hiç düşünmüyorlar mı?” diye ortaya bir soru bırakıyorlar.
Ben de pat diye onlara yanlış değerlendirdiklerini söylediğimde şaşırıyorlar. Yüzüme şaşkın şaşkın bakıp “Nasıl ya?” diye soruyorlar.
Onlara sakin sakin şunları söylüyorum: Bu adamlar 10 yıl önce demokrasiden iyice sapmaya başladıklarında 2023 hedefi koymuşlardı. O zaman pek çok muhalif, “Cumhuriyet’in 100. yılına da bu iktidarla mı gireceğiz?” diyordu.
İktidardakiler 2023’e gelindiğinde, önce 2035, sonra da İstanbul’un fethinin 600’üncü yılı olan 2053 hedefini açıkladılar. Bununla da yetinmediler bir süreden beri de Malazgirt zaferinin 1000’inci yılı olan 2071 hedefini dillendiriyorlar.
Görünen o ki AK Parti bütün planlarını iktidardan gitmemek üzere yapıyor. AK Parti’nin ve Erdoğan’ın yaptıklarını böyle değerlendirirseniz konuya daha sağlıklı bir yaklaşımda bulunulmuş olursunuz. Varsa bir önleminizi de buna göre alırsınız.
Aksi takdirde Erdoğan’ın “iktidar-ı ebed-müddet” yaklaşımın anlamak kolay olmaz. Bu tartışmalar ayrı bir konu. Öyle anlaşılıyor ki günün sonunda hepimiz Romalıyız!
Türkiye’de bu haberi engelsiz paylaşmak için aşağıdaki linki kopyalayınız👇
Kaynak: Tr724
***Mutluluk, adalet, özgürlük, hukuk, insanlık ve sevgi paylaştıkça artar***