Site icon İnternet Haberler Köşe Yazıları Yorumlar Siyaset Ekonomi Spor

Ali Kemal linç edildi, oğlu Hariciyeci oldu

Ali Kemal linç edildi, oğlu Hariciyeci oldu


DR. YÜKSEL NİZAMOĞLU | YORUM

Mütareke Dönemi’nde Millî Mücadele muhalifi yazılarıyla öne çıkan Ali Kemal, büyük zaferin kazanılması üzerine Heyet-i Vekile’nin emriyle yapıldığı anlaşılan bir operasyonla İstanbul’da yakalanıp Ankara’ya götürülmek için İzmit’e getirildi. Burada ise Nurettin Paşa’nın (Sakallı) organizasyonuyla linç edilerek öldürüldü. O dönemde “hain” olarak bilinen ve “Artin Kemal” denilen Ali Kemal’in oğlu Zeki (Kuneralp) ise yurt dışında uzun süre kaldıktan sonra Türkiye’ye dönerek Dışişleri Bakanlığı’nda kariyer basamaklarını hızla tırmanmıştır.

Linç Edilen Baba 

1867’de dünyaya gelen ve aslen Çankırılı olan Ali Kemal, Mekteb-i Mülkiye tahsili sırasında Fransa’ya gitmiş ve Fransızcasını ilerletmeye çalışmıştı. “Ömrüm” adını verdiği hatıratında babası Balmumcu Hacı Ahmet Efendi’nin dindarlığını ve padişaha bağlılığını öne çıkarmaktadır. Ayrıca annesinin “Çerkez” olduğu ve babasının ilk eşinin vefatından sonra cariye olarak satın aldığı belirtilmektedir. Ali Kemal hakkında bir eser kaleme alan Orhan Karaveli bir kaynak göstermese de onun “hafız” olduğunu belirtir.

Ali Kemal İstanbul’a döndükten sonra gizli örgüt kurma suçlamasıyla tutuklandı ve dokuz ay hapiste kaldıktan sonra Halep’e sürüldü. Buradan izinsiz ayrılınca da tekrar sürüleceğini anlayınca Paris’e kaçtı. Paris’te bir taraftan İkdam gazetesinin muhabirliğini yaparken diğer taraftan École Libre des Sciénces Politiques’i bitirdi.

Ali Kemal ve eşi Sabiha Hanım…

Paris’te Jön Türklerle temas kuran Ali Kemal, Mizancı Murad’ın II. Abdülhamit’le anlaşarak Türkiye’ye dönmesi sonrasında Jön Türklere düşman oldu. Onun bu tavrı İttihatçılara düşmanlık olarak devam edecek, onların devamı saydığı Kuva-i Milliye’ye dolayısıyla Millî Mücadele ve M. Kemal Paşa’ya da düşman olacaktır.

Hayatının önemli bir noktası ise Mısırlı bir prensin çiftliğini idare etmek için Kahire’ye gitmesi oldu. Buradaki imkanlar sayesinde hem dergi hem de gazete çıkardı ve kitaplarını bastırdı. Kahire’de kaldığı sırada yaz tatiline geldiği İsviçre’de Winifred Brun adlı bir İngiliz kadınla tanıştı ve onunla Londra’da evlendi. Mısır’da başlayan ekonomik sıkıntılar üzerine ise 1908’de yıllar sonra İstanbul’a geldi.

İstanbul’da İkdam’ın başyazarlığını üstlenen Ali Kemal, Mekteb-i Mülkiye ve Darülfünun’da dersler verdi. Ahrar Fırkası’na da üye olan Ali Kemal, İttihatçıların yayın organı Tanin ve başyazarı Hüseyin Cahit’le ve Dr. Bahattin Şakir’in Şura-i Ümmet gazetesiyle polemiklere girdi.

31 Mart Olayı sonrasında “idam edileceği korkusuyla” tekrar Avrupa’ya kaçtı. Bu sırada İngiliz eşi de vefat etti. Ali Kemal’in bu evlilikten Selma, Baybars ve Osman Ali adlı üç çocuğu dünyaya gelmişti. Baybars fazla yaşamayacak, Selma Osmanlı tabiiyetini devam ettirecek, annesi doğumda ölen Osman Ali ise anneannesi tarafından Wilfred Johnson olarak vaftiz ettirilecektir. İşte önce Londra belediye başkanlığı sonra da İngiltere başbakanlığı yapan Boris Johnson, Wilfred Johnson’ın torunudur.

Ali Kemal, İngiliz eşi ile görülüyor…

Ali Kemal 1912’de geri dönse de 1913 yılında Babıali Baskını sonrasında Viyana’ya sürüldü. Üç ay sonra İstanbul’a dönünce de “Peyam” gazetesini çıkararak İttihatçılar aleyhinde yazılar yazdı. İttihatçıların tepkisi ise gazeteyi kapatmak oldu. Bu sırada ikinci evliliğini de kırk dört yaşında iken Viyana sürgününde tanıştığı Abdülhamit döneminin Tophane Müşiri Zeki Paşa’nın on sekiz yaşındaki kızı Sabiha ile yaptı. Paşa, II. Abdülhamit’in en güvendiği komutanlardan ve jurnalciliği ile bilinen bir kişi olup padişaha yakınlığı sayesinde çok zenginleşmişti. Bu evlilikten de Zeki (Kuneralp) adlı oğlu dünyaya geldi.

Birinci Dünya Savaşı yıllarında yasak nedeniyle yazı yazamayan Ali Kemal, savaşın son yılında yeniden yazmaya başladı. Mütareke Dönemi’nde siyasete de atılarak Hürriyet ve İtilaf Fırkası’nın genel sekreterliğini üstlendi. Birinci Damat Ferit Hükümetinde Maarif, ikincisinde de Dahiliye Nazırlığı yaptı ve bu esnada Kuva-i Milliye ve M. Kemal aleyhine tamim yayınladı. Peyam gazetesinin Sabah gazetesi ile birleşmesi sonrasında Peyam-ı Sabah’ta da Kuva-i Milliye aleyhine yazılar yayınladı. Bu durum kendisine “Artin Kemal” denilmesine yol açtı.

Kuneralp’in annesi Sabiha hanım…

Millî Mücadele’nin sonuna kadar muhalefetine devam eden Ali Kemal, 10 Eylül 1922’de “Gayemiz Bir İdi ve Birdir” başlıklı son yazısını yayınlayarak Anadolu Hareketi’ne karşı hata yaptığını kabul etti. Kısa bir süre sonra da Ankara’nın emriyle yargılanmak üzere İstanbul’da bir berber dükkanında yakalanarak İzmit’e getirildi. Ancak burada Nurettin Paşa’nın organizasyonuyla linç edildi (6 Kasım 1922).

Oğlu Zeki Kuneralp yaşanan bu facia için şunu yazmıştır: “Ali Kemal, halk tarafından değil Nurettin Paşa’nın adamları tarafından öldürülmüştür…”.

Linç hadisesine dair bilgiler, olaya şahitlik eden I. Ordu İstihbarat Başkanı Rahmi Apak ve muhafız Necip Ali’nin hatıralarında mevcuttur.

Facia Sonrası: Sabiha Hanım ve Oğlu Avrupa’da

Linç sonrasında Ali Kemal’in adı Türkiye’de unutulmaya terkedildi. Sanki İstanbul’da yıllarca böyle bir yazar, gazeteci ve nazır yaşamamış gibiydi. Adı gündeme geldiğinde ise “hain” denilmekteydi. Zeki Kuneralp babasının Büyük Zafer sonrasında kaçmayı düşündüğünü belirtse de buna dair bir kanıt söz konusu değildir.

Belki de Ali Kemal, ülkeyi terk etmek yerine İstanbul’da kalıp kendisini savunabileceğini düşünmüştü. Ama diğer gerçek, muhaliflerin Lozan Antlaşması gereği yapılan “Yüzellilikler” listesi ile zorunlu sürgüne gönderilmeleriydi. Eğer o da bir yıl daha yaşasa muhtemelen bu listeye dahil edilecekti.

Ali Kemal’in oğlu Zeki, Büyük Zafer sonrasında babasına Fransızca “Papa, le grecs son battus (baba, Yunanlılar dayak yedi)”, babasının da sevinçle “Mais oui, mon petit, ils son battus plate couture (evet yavrum, hem de temiz bir sopa yediler) dediğini aktarmaktadır.

Ali Kemal’in linç edilmesi, henüz yirmi dört yaşında olan Sabiha Hanım ve oğlu Zeki için büyük bir felaket oldu. Sabiha Hanım, birkaç ay sonra henüz sekiz yaşında olan Zeki’yi de yanına alarak bir Alman subayla evlenmiş olan ablası Seniye’nin yaşadığı Almanya’da Garmisch kasabasına gitti. Kuneralp’in anılarına göre Sabiha Hanım, buradan da mirastaki paylarını vermek üzere Ali Kemal’in İngiltere’deki çocuklarının (Selma ve Wilfred) yanına gitmiştir.

Zeki Kuneralp, annesi ile…

Sabiha Hanım’ın bundan sonraki amacı oğlunu en iyi şekilde yetiştirmek olmuştur. Şimdiye kadar dadısı, mürebbiyesi ve özel aşçısıyla kendi ifadesiyle “pamuk içinde büyütülmüş muhallebi çocuğu” olarak yaşayan Zeki, subay eniştesinin Alman disiplinine özgü sert pedagojik yöntemlerine maruz kalmıştır.

Sabiha Hanım 1923 sonlarında ise bir İsviçreli hekimle evlenen Saadet adlı ablasının yaşadığı İtalya’ya gitti. Zeki’nin hayatı bundan sonra teyzesinin yaşadığı Napoli’ye yakın Capri adasında devam etti. Farklı ülkelerde farklı dillerle muhatap olmanın yanında yaz aylarını da İngiltere’de geçirmesi, zaten Fransızca konuşabilen Zeki için yeni diller öğrenmesi yönüyle büyük bir fırsat olmuştur.

Sabiha Hanım bundan sonra oğlu Zeki ile İsviçre’nin Bern şehrinde yaşadı. Kuneralp’in anlatımına göre tek gelirleri İstanbul’daki ev ve dükkanlardan gelmekte, gecikme olduğunda ekonomik sıkıntılar yaşanmaktaydı. Bu yıllarda ilginç bir gelişme olmuş ve Sabiha Hanım Türkiye’nin Bern Büyükelçiliği’ne davet edilerek “dil bilen bir memureye ihtiyaç olduğu” belirtilerek elçilikte istihdam edilmiştir.

Dönemin Bern Büyükelçisi daha sonra Türkiye’nin ABD Büyükelçiliğini de yapacak olan Münir Ertegün’dü (1925-1929). Ülkeyi terk etmek zorunda kalan ve eşi “hain” damgası yiyerek linç edilmiş Sabiha Hanım’ın Türkiye elçiliğinin önünden bile geçmek istemediğini tahmin etmek zor değildir. O, bu görevi kabul ederek ekonomik sıkıntılara son vermeyi amaçlamış olmalıdır.  Burada çalıştığı süre içinde devlet bursuyla İsviçre’ye gelmiş öğrencilerin dosyalarını takip edecektir. Bir diğer ilginç gelişme de İstiklal Mahkemesi’nin verdiği ceza nedeniyle Türkiye’ye dönmeyen Rauf Bey’in (Orbay) Sabiha Hanım’a büyükelçi aracılığıyla evlenme teklif etmesidir. Ancak bu evlilik, Sabiha Hanım’ın kabul etmemesi nedeniyle gerçekleşmeyecektir.

Bu gelişmeye bakarak Zeki Kuneralp’ten önce annesinin yani Ali Kemal’in dul kalan eşinin Türkiye Cumhuriyeti tarafından affedilerek devlet hizmetine alındığını söylemek gerekir. Ancak Sabiha Hanım’a iş verilmesi teklifinin Hariciye, bir başka kurum veya bir şahıs tarafından düşünüldüğüne dair bir bilgi mevcut değildir. Belki de bu karar da Başbakan İsmet Paşa tarafından alınmış olabilir.

Ali Kemal’in damatlık resmi…

Bunu akla getiren önemli bir neden, İsmet Paşa’nın henüz küçük rütbeli bir subayken Sabiha Hanım’ın ablası Saadet Hanım’a talip olmasıdır. Saadet Hanım daha sonra bir İsviçreli hekimle evlenecek, Osmanlı Arşiv kayıtlarına göre bu evlilik “garip ve gayr-i kanunî” bulunduğundan tahkikat yapılacaktır (Osmanlı Arşivleri, HR. SYS, 2729-14, 9.08.1922).

Her ne kadar evlilik talebi gerçekleşmese de İsmet Paşa’nın, tanımış olduğu ailenin bir ferdinin, Ali Kemal’in eşi olsa da mağduriyetini önleme düşüncesiyle hareket ettiği düşünülebilir. Zaten yıllar sonra da oğlunun Hariciye’ye intisabında Paşa’nın onayı olduğu kesindir.

Dışişlerine Giriş ve Kariyer Basamakları 

Zeki İsviçre’de üniversite, yüksek lisans ve doktora eğitimini tamamladı. Doktorasını “Uluslararası Tahkim Rekabeti” adıyla yapan Zeki Kuneralp, İsviçre’de akademik hayata devam etmek veya başka bir alanda çalışmak yerine Türkiye’ye dönmeyi tercih etti.

Kuneralp, önce İstanbul Üniversitesi’ne başvurarak Devletler Hukuku alanında çalışmak istediyse de çok iyi birikimine rağmen dönemin rektörü Prof. Cemil Bilsel’in vetosuyla karşılaştı. Tahmin edileceği gibi Kuneralp’in üniversiteye alınmamasının nedeni “Millî Mücadele muhalifi, hain Ali Kemal’in oğlu” olmasıydı. Bu nedenle Tekel’de işe girdi.

Bu sırada askerlik görevini yapmak isteyen Kuneralp, Denizli’de vatani görevini tamamladı. Onun “Hariciyeci” olma düşüncesinin de bu esnada ortaya çıktığı anlaşılıyor. Askerliği sırasında bir gazetede Dışişleri Bakanlığı’nın “meslek memuru” alım ilanını gören Kuneralp, 1940 Ağustos’unda “idari izinle” Ankara’ya giderek sınava girdi ve kazandı.

Kendi anlatımına göre onun bu başarısı, Dışişleri’nde krize neden oldu. “Ali Kemal’in oğlunun” böyle bir memuriyete alınıp alınmaması hususu, dönemin cumhurbaşkanı İsmet İnönü’ye sorulmuş ve onun, “Bunda ne var? Niçin girmesin sınava?” demesiyle Hariciye kapıları açılmıştır. Kuneralp 1963 yılında büyükelçi olarak görev yaptığı Londra’ya gelen Başbakan İnönü’ye verdiği “onay” için teşekkür edecektir. Cumhurbaşkanının tasdikine rağmen  “babasının gölgesinden kurtulamayan”  Kuneralp, sınavda birinci olsa da on dördüncü ilan edilerek memuriyette istihdam edilmiştir.

Zeki Kuneralp’in Hariciye’ye kabulünde sınavdaki başarısı yanında sahip olduğu donanımının da etkisi olduğunda şüphe yoktur. İsviçre’de hukuk alanında doktora yapmış, birçok dil bilen böyle bir yeteneğe Dışişleri kapıları açılmıştır. Nitekim onun Madrid’deki görevi esnasında kısa sürede İspanyolcayı öğrendiği ve bu dilde konferans verdiği belirtilmektedir. Böylece Kuneralp, 1941 yılında Dışişleri Bakanlığı’nın Ticaret Dairesi’nde göreve başlayacaktır. Eşi Nilgün Hanım’la da burada tanışacaktır.

Kuneralp’in başarılı bir Hariciyeci olarak en üst görevlere kadar çıksa da “Galatasaray Lisesi ve Mülkiye” gibi klasik kaynaklardan gelmediğinden yine de çok kabul görmediği anlaşılmaktadır. Bunda ayrıca “Ali Kemal’in oğlu” olmasının etkili olduğu söylenebilir.

Kuneralp’in ilk yurtdışı görevi Bükreş olmuş, ardından Prag’da görev yapmıştır. Demokrat Parti iktidarında Fatin Rüştü Zorlu’nun ekibinde olduğu anlaşılan hatta “sağ kolu” olarak görülen Kuneralp, NATO’daki görevinden sonra 1957’de bakanlığa siyasi muavin olarak dönmüştür. 27 Mayıs Darbesi sonrasında ise önce genel sekreter yapılsa da ardından Bern’e büyükelçi olarak tayin edilmiş ve yıllarca yaşadığı İsviçre’ye geri dönmüştür. Bu sırada Adnan Menderes’in oğlu Yüksel Menderes’e “kurmaca sınav organize etmekten” yargılanmışsa da bundan afla kurtulmuştur.

Bern’den sonra Kuneralp’in görev yeri baba bir kardeşlerinin yaşadığı İngiltere’de, hem de Kıbrıs sorununun tırmandığı bir dönemde Londra Büyükelçiliği oldu. 1966-1969 arasında bakanlıkta genel sekreter olarak görev yapan Kuneralp ardından ikinci defa Londra’ya tayin olmuş ve burada üç yıl daha görev yapmıştır. Onun son görev yeri ise Madrid büyükelçiliği olacaktır.

Kuneralp üstlendiği görevler yanında bir taraftan MS hastalığı uğraşmak zorunda kaldı. En talihsiz olaylardan birisi de 1978’de Madrid Büyükelçiliği görevindeyken eşi Necla Hanım’ın bir suikast sonucunda öldürülmesi oldu. Elbette suikastın hedefi Kuneralp’ti ve suikasti “Ermeni Soykırımı Adalet Komandoları” üstlendi. O, bu suikast için “Madrid büyükelçisi olarak hedef bendim. Ama onlar öldü” demiştir. Bir yıl sonra da emekli olmuştur.

Kuneralp’in MS rahatsızlığı emeklilik yıllarında daha da ilerlediğinden tekerlekli sandalye ile hayatını devam ettirmiş ve Sabiha Hanım, yaşlılığına rağmen Fenerbahçe’deki evlerinde oğlunun yanında bulunmuştur. Buna rağmen birçok eser kaleme alarak Türk dış politikasına katkıda bulunmaya devam etmiştir. 1998’de vefat eden Zeki Kuneralp’in oğlu Selim de babasının yolundan gidecek ve büyükelçi olarak görev yapacaktır.

Kaynaklar: Karaveli, O. (2009), Ali Kemal Belki de Günah Keçisi, İstanbul, Doğan Kitap; Kutlu, Ş, (1970), “Ali Kemal”, Hayat Tarih, S. 9-12, 1971, S. 2; Özsoy, O. (1996), Millî Mücadeleye Gazeteci Ali Kemal’in Basın Yoluyla Muhalefeti, İÜ SBE Doktora Tezi, İstanbul; Ali Kemal (1985), Ömrüm, İstanbul, İsis, , Yay. Haz. Zeki Kuneralp; Karaçal, R. (2022), Hayatı ve Diplomatik Kimliği İle Zeki Kuneralp, YTÜ SBE Yüksek Lisans Tezi, İstanbul; Çevik Azap, Pınar (2023) “Müşirlikten Sürgüne Bir Hayat: Mustafa Zeki Paşa”, Türkiyat Mecmuası, S. 33, s. 681-720.

 

Türkiye’de bu haberi engelsiz paylaşmak için aşağıdaki linki kopyalayınız👇

Kaynak: Tr724
***Mutluluk, adalet, özgürlük, hukuk, insanlık ve sevgi paylaştıkça artar***

Exit mobile version