Site icon İnternet Haberler Köşe Yazıları Yorumlar Siyaset Ekonomi Spor

Turpun büyüğü Trump!

Turpun büyüğü Trump!


Demokrasinin en büyük paradoksu, halkların bazen kendi cellatlarını demokratik yollarla seçebilmesi. Her biri kendi toplumunun kolektif hafızasındaki altın çağ mitini kullanan totaliter liderler, modern dünyanın en tehlikeli politik deneyini gerçekleştiriyor.

M. NEDİM HAZAR | YORUM

Aslında başlığa “Öngörülmezlik sanatı” gibi bir şey yazsam sanki daha afili duracakmış gibi geldi ama neyse…

Önce biraz teorik malumat…

Tarih boyunca, liderlik kavramı toplumların şekillenmesinde merkezi bir rol oynamış. Husussan modern çağda, liderlerin davranışlarındaki öngörülemezlik unsuru, toplumsal yapıların ve güç dengelerinin yeniden tanımlanmasında kritik bir katalizör görevi görmekte. Bu çetrefilli ilişki ağını anlayabilmek için, sosyal teorinin bize sunduğu zengin kavramsal çerçeveden faydalanmak gerekiyor.

Bu konuda Max Weber’in karizmatik otorite üzerine geliştirdiği teorik yaklaşımını ödünç alabiliriz. Zira Weber’in tespitleri liderlerin öngörülemezliğini anlamlandırmada önemli bir başlangıç noktası sunmakta. Weber’e göre, “Karizma, liderin sıradan bir insandan ayrılarak kutsal, kahramanca veya örnek bir figür olarak algılanmasına yol açar.” 

Bu tanım, modern toplumlarda sıkça gözlemlediğimiz lider kültünün temellerini açıklıyor aslında. Karizmatik liderin öngörülemezliği, takipçilerinin gözünde onu sıradan siyaset pratiğinin ötesine taşıyor ve adeta mitolojik bir figüre dönüştürüyor. Bu dönüşüm süreci, günümüz siyasal iletişim araçlarının da katkısıyla daha da güçlenmekte. Ruhunda totaliter tortu taşıyan pek çok lider sıradan insanların gözünde bu şekilde sırrına erişilmez olan, her yaptığının bir hikmeti olacağı varsayılan kahramana dönüşmekte.

Antonio Gramsci’nin hegemonya teorisi, bize bu noktada daha derin bir analiz imkanı sunabilir. Gramsci’ye göre, toplumsal rıza üretiminde liderlerin beklenmedik hamleleri, yerleşik hegemonik yapıları sarsabilir ve yeni güç dengelerinin oluşmasına zemin hazırlayabilir. Örneğin, bir liderin geleneksel müttefiklerinden uzaklaşarak yeni ittifaklar kurması, toplumsal konsensüsün yeniden şekillenmesine yol açabilir. Bu süreç, Pierre Bourdieu’nün alan teorisiyle birlikte düşünüldüğünde daha da anlamlı hale geliyor. Bourdieu’nün kavramsal çerçevesinde, liderlerin öngörülemez davranışları, farklı toplumsal alanlardaki güç ilişkilerini yeniden yapılandırıyor.

Hadi bu tür çorbasına bir tutam da Michel Foucault’nun iktidar analizini ekleyelim ki mevzunun ne kadar ciddi olabileceğini idrak edelim.  Foucault’ya göre iktidar, sadece yukarıdan aşağıya işleyen bir mekanizma değil, toplumsal ilişkiler ağı içinde sürekli yeniden üretilen bir süreç. Liderlerin öngörülemez davranışları, bu iktidar ilişkilerinin yeniden düzenlenmesinde katalizör görevi görür. Örneğin, bir liderin beklenmedik bir reform paketi açıklaması, toplumsal aktörler arasındaki güç dengelerini altüst edebilir.

Ulrich Beck’in risk toplumu teorisi, liderlerin öngörülemezliğinin modern toplumlardaki etkilerini anlamada başka bir perspektif sunması açısından pek önemlidir mesela. Beck’e göre, modern toplumlar artan bir belirsizlik ve risk algısıyla karakterize edilir. Liderlerin tahmin edilemez davranışları, bu risk algısını hem derinleştirir hem de yönetir. Bu durum, toplumsal aktörleri sürekli bir hazırlıklı olma ve adapte olma zorunluluğuyla karşı karşıya bırakır.

Zygmunt Bauman’ın likit modernite kavramı, tüm bu teorik yaklaşımları günümüz gerçekliğinde birleştiren bir çerçeve sunmakta. Bauman’a göre, modern toplumların akışkan yapısı, liderlerin öngörülemezliğiyle daha da belirginleşiyor. Bu akışkanlık, toplumsal kurumların ve ilişkilerin sürekli bir değişim halinde olmasını beraberinde getiriyor.

Günümüz dünyasında, sosyal medyanın ve dijital iletişim araçlarının yaygınlaşması, liderlerin öngörülemezliğinin etkilerini daha da güçlendiriyor. Anlık paylaşımlar ve viral mesajlar, beklenmedik liderlik hamlelerinin toplumsal yankılarını exponansiyel (katlanarak yani geometrik) biçimde artırır. Bu durum, Manuel Castells’in “ağ toplumu” kavramıyla açıkladığı yeni toplumsal gerçekliğin bir yansıması.

Bu exponansiyel artış meselesi aslında sadece bu alanın değil bu çağın önemli durumlarından biri. Hadi bir parantez açıp bakalım.

Günümüz dünyasında, üstel (katlanarak) büyüme kavramı günlük hayatımızın neredeyse her alanında karşımıza çıkıyor. Özellikle COVID-19 pandemisinin ilk dönemlerinde deneyimlediğimiz virüs yayılım hızı ve sosyal medyada gördüğümüz viral içeriklerin yayılması, bu kavramın çarpıcı örneklerini oluşturuyor. Kripto para piyasalarındaki ani yükselişler, yapay zekâ teknolojilerinin gelişim hızı ve küresel ısınmanın etkileri de üstel büyümenin günümüzdeki yansımalarını gösteriyor.

Bu üstel büyüme dinamiği, özellikle dijital çağın getirdiği yeni gerçekliklerle daha da belirgin hale geldi. Örneğin, TikTok’ta viral olan bir videonun saatler içinde milyonlarca görüntülemeye ulaşması, ChatGPT gibi yapay zekâ modellerinin her yeni sürümde katlanarak artan performansı veya blockchain teknolojisinin finans dünyasında yarattığı dönüşüm, üstel büyümenin gücünü gözler önüne seriyor. Metropollerin nüfus artış hızı ve buna bağlı olarak ortaya çıkan kentsel sorunların büyüme dinamiği de bu kavramın günlük hayatımızdaki yansımalarına örnek oluşturuyor.

Konumuza dönecek olursak, liderlerin öngörülemezliği, modern toplumların karmaşık yapısını şekillendiren temel dinamiklerden biri. Bu olgu, toplumsal değişimin hem itici gücü hem de sonucu olarak karşımıza çıkıyor. Sosyal teorinin bize sunduğu kavramsal araçlar, bu karmaşık ilişkiyi anlamlandırmada yol gösterici olmakta. Ancak unutulmamalıdır ki, her toplumsal bağlam kendine özgü dinamiklere sahiptir ve liderlik davranışlarının etkileri bu bağlamlar içinde farklılaşabilir.

Şimdi bu teorik perspektifi günümüz liderleriyle bir hem-dem edelim, bakalım ortaya nasıl bir tablo çıkacak.

Nicedir, Erdoğan, Putin, Turmp üçlüsüne baktığımda adeta Iphone modelleri görüyor gibiyim. Erdoğan sanırım bu üçlünün en eski modelini temsil ediyor, belki Iphone 3… Putin, özellikle totaliterlik konusunda Erdoğan’dan birkaç nesil ilerde. Ama aynı derecede Trump’tan bir o kadar geride. Fakat Putin’in bir özelliği var ki, hem Trump ile açılan arayı kapatır nitelikte hem de Erdoğan ile oluşturduğu mesafeyi katlar mahiyette.

Hemen izahat yapayım ki, “Bu adam ne diyor?” demeyesiniz!

Weber’in karizmatik otorite kavramı, esasen bu üç liderin her birinde farklı tonlarda tezahür ediyor. Erdoğan’ın “milli irade” söylemi üzerinden kurduğu karizmatik otorite, yerel ve geleneksel kodlarla bezeli. Putin’in KGB geçmişinden gelen “tehlikeli adam” imajı, Rus toplumunun derinlerinde yatan güçlü lider özlemiyle buluşuyor. Trump ise reality show yıldızlığından getirdiği şov dünyası karizmasını, politik arenada benzersiz bir silaha dönüştürmeyi başarıyor.

Öngörülemezlik konusunda Trump, diğer ikisinden bir adım önde. Twitter’ı (şimdiki adıyla X) adeta bir yönetim aracına dönüştüren Trump, gece yarısı attığı tweetlerle hem Wall Street’i hem de dünya siyasetini alt üst edebilme yeteneğine sahip. Erdoğan’ın “Faiz sebep, enflasyon sonuç!” çıkışları ekonomik teamülleri zorlarken, Putin’in Kırım’ı ilhakı gibi hamleler uluslararası hukuku test ediyor.

Gramsci’nin hegemonya teorisi ışığında bakıldığında, üçünün de medya kontrolü üzerinden bir rıza üretim mekanizması kurduğu görülüyor. Erdoğan’ın “yerli ve milli medya” projesi, Putin’in oligarklar üzerinden kurduğu medya kontrolü ve Trump’ın “fake news” söylemi üzerinden ana akım medyayı itibarsızlaştırma stratejisi, aynı madalyonun farklı yüzleri.

Bourdieu’nün alan teorisi perspektifinden, üç lider de kendi “alan”larını oluşturmada ustalar. Erdoğan’ın “Yeni Türkiye” söylemi, Putin’in “Büyük Rusya” ütopyası ve Trump’ın “Make America Great Again” sloganı, toplumsal alanı yeniden tanımlama çabalarının birer yansıması. Her biri, kendi toplumunun kolektif hafızasındaki altın çağ mitini ustaca kullanıyor.

Foucault’nun iktidar analizi çerçevesinde, üç liderin de gözetim ve kontrol mekanizmalarını modernize ettikleri görülüyor. Erdoğan’ın sosyal medya düzenlemeleri, Putin’in siber ordusu ve Trump’ın göçmen politikaları, modern gözetim toplumunun farklı tezahürleri. İronik olan, üçünün de “özgürlük” söylemi üzerinden bu kontrol mekanizmalarını meşrulaştırması.

Beck’in risk toplumu teorisi bağlamında, üç lider de “düşman” üretme konusunda oldukça mahir. Erdoğan’ın “üst akıl ve dış güçler” söylemi, Putin’in “Batı karşıtlığı” ve Trump’ın “derin devlet” retoriği, toplumsal risk algısını sürekli canlı tutan araçlar olarak işlev görüyor. Bu söylemler, liderlerin öngörülemez hamlelerini meşrulaştıran bir zemin hazırlıyor.

Bauman’ın “likit modernite” kavramı ışığında, üç liderin de “akışkan” bir siyaset tarzını benimsediği söylenebilir. Dün söylediklerinin bugün tersini söyleyebilme kabiliyeti, modern siyasetin bu akışkan doğasıyla mükemmel bir uyum sergiliyor. Erdoğan’ın “Nereden nereye!” söylemi, Putin’in pragmatik ittifak politikaları ve Trump’ın sürekli değişen pozisyonları, bu akışkanlığın en çarpıcı örnekleri. Sanki üçü de Herakleitos’un “aynı nehirde iki kez yıkanamazsın” sözünü politik bir manifesto olarak benimsemiş gibiler.

Evet yeryüzünde yaşayan belki de en öngörülmez kişilerin liste başı olan dengesiz bir adam Amerika’nın başına geçti. Bu sefer geçen seçiminden farklı davranacağı muhakkak. Zira arzu ettiği vasatı oluşturamazsa, en fazla dört yıl sonra tıpış tıpış o koltuğu terk etmek zorunda kalacağını biliyor. Bu sebeple çok daha cesur ve dengesiz olmak zorunda. Ve sanırım bu yüzden en az kendisi kadar dengesiz ve asimetrik bir kadro kurdu.

Amerika’nın demokratik yapısının ve kurumlarının sağlamlığını test edeceği aşikar. Amerikan toplumu, pek çok çağdaş toplumları gibi cellatlarını kendi elleriyle seçerek çok tehlikeli bir oyunun fitilini ateşlediğinin farkında değil elbette.

Benim gördüğüm esas sıkıntı ise, tıpkı gezegenlerin aynı hizaya geldiği nadir dönemlerde olduğu gibi sıra dışı bir tesadüf/tevafuk dönemine girmiş olmamız. Bu kadar öngörülmez isimlerin bir araya geldiği dönem çok nadir olmuştur, olduğu anlarda da Dünya herc ü merci yaşamış ve maalesef kanla yıkanmış.

“Oh olsun!” diyecek halimiz yok elbette ama Hitler’in sığınağının son gününde yankılanan sesi hatırlatmadan da edemiyor insan; “Alman halkına zerre kadar acımam, bizi onlar seçerek bu kaderi onlar istedi!”

Umarım anlatabilmişimdir…

Türkiye’de bu haberi engelsiz paylaşmak için aşağıdaki linki kopyalayınız👇

Kaynak: Tr724
***Mutluluk, adalet, özgürlük, hukuk, insanlık ve sevgi paylaştıkça artar***

Exit mobile version