Site icon İnternet Haberler Köşe Yazıları Yorumlar Siyaset Ekonomi Spor

Trump – Aşırı Sağ? (1)

Trump – Aşırı Sağ? (1)


PROF. EFE ÇAMAN | YORUM

Günümüzde liberalizmin arkasına kamufle olmuş aşırı sol ve onun ajanda belirleme ve dayatmadaki yeteneği, Kuzey Amerika ve Batı Avrupa’da sağın tasnifi konusunu gündemin ilk sıralarına taşıdı. Önümüzdeki on yıl içerisinde yapılacak diskur analizleri bu ideolojik patolojinin yarattığı hasar tespitiyle geçecek kanısındayım.

Aşırı solun tanımını yaparken de ciddi zorluklar yaşıyoruz. Çünkü artık bildiğimiz sözlük tanımlarının dışına çıkmamız gerekiyor. Şöyle ki; 1990’lardan önce aşırı sol dediğimizde genel hatlarıyla Sovyet tipi, Leninist bir komünizm aşırı solla eş anlamlıydı. Günümüzde aşırı sol devrim ve ekonomik determinizm gibi merkezi konuları bir tarafa bırakmış görünüyor. Devrimin yerini içerden dönüştürüm, ekonomik determinizmin yerini ise kimlik ve kültür aldı.

Marks’ın ve ardılı post-Marksist felsefecilerin aksine, kapitalizmi yenmek yerine, küresel aşırı sol kapitalizm yerine onu ayakta tutan kültürel ve kimliksel yapıları yenmek gibi bir taktik izliyor. Bunu yaparken bir kamuflajdan söz etmiyorum. Yani esas amaçlarını gizliyor değiller. Esas amaçları gerçekten de dönüşüm geçirdi. Sovyet ve Doğu Bloku’ndan devralınan ideolojik doktrin kurma kapasitesi yeni olmayan Batılı neo-Marksistler öteden beri liberal demokratik toplumları içeriden dönüştürerek demokratik-sosyalist refah devletleri kurmayı öncelediler. Bunu yaparken ana hedef olarak küresel ekonomik entegrasyonu desteklediler, buna karşılık olarak da küreselleşmeci hedeflerini Batı dışı toplumlarda gerçekleştirmeyi denediler. Bunda da önemli mesafe kat ettiler.

Ajandalarının temelinde modernist stratejiden ödünç aldıkları “gelenekleri yapı söküme tabi tutmak” vardı. Ancak bunu devreye sokarken, evrensel insan haklarından ve evrensel demokrasiden uzaklaştılar ve kültürel göreceliliğe doğru yelken açtılar. Yapı sökümün temeline kimlik ve kültürü yerleştirdiler. Başat kimliklerin yıkılması ve bir nevi post-ulus devlete geçiş gibi amaçları devreye soktular. Dış dinamikler arasında özellikle  göç olgusunu ve göçmenliği bir katalizatör olarak kullanıldı.

İç dinamiklerde ise ikili (çiftsel) cinsiyet tanımının çoklu (çoğulsu) sosyal cinsel kimlik tanımlarının yerleştirilmesi, eleştirel ırk kuramı ve onun gereği gerçekleştirilen yapı söküm, İslam’ın en radikal yorumlarının eleştirisinin bile İslamofobi başlığı altında Batılı üniversitelerde ve kamusal alanda “iptal edilmesi” gibi katalizatörler aletselleştirildi. Bunlar aracılığıyla muhafazakâr dinamiklerle beraber, esas liberal (aydınlanmacı ve modernist) toplumsal segmentler – Yeni Sağ – etkisizleştirilirken, yeni siyaset sınıfı bu ideolojik programa uymayan her türlü bireysel ve kurumsal siyasal katılımcıyı iptal ederek sistem dışılığa itti.

Böylelikle aşırı sola, liberal veya özgürlükçü/özgürleştirici ilerici akım siperi içerisinden keskin nişancı bir ajan gibi alan yaratıldı. Bu keskin nişancılar giderek politik bir “silahlı sınıfa” evrildi. Silahtan kastım, ideolojik paradigmalarının gücü ve bunun tam teşekküllü devlet aparatı tarafından toplumun endoktrinasyonu için kullanılmasıdır.

Bu çerçevede, bahsettiğim aşırı sol diskurunu belirlediği sınırlar dışına çıkan her şey “aşırı sağdır” ve iptal edilmelidir.

LGBTQ+, trans ameliyatların 18 yaş altı çocuklara uygulanmaya başlanması, DEI denen “çeşitlendirme” politikalarının devletçe empoze edilmesi, okul müfredatlarının biyolojiyle bile çelişkili hale getirilmesi, ırk siyasetinin gündemin merkezine taşınmasıyla beraber bir tür anti-Avrupacı/Avrupalı ve anti-erkek pozisyonun standart bir normalite olarak yerleştirilmesi, İslamcı Müslümanlık yorumunun doğal zenginlik olarak kabul edilerek Woke kültürüne yamanması, dejenerasyonun ilericilik olarak Orwel’yen biçimde oto-sansürsel bir mekanizmayla donatılarak felsefe, bilim ve akademi ortamlarına ustalıkla zerk edilmesi gibi misyonlar tamamlandı.

Bunlar işin enteresanı Kuzey Amerika ve Batı Avrupa’da adeta görünmez bir el tarafından eş zamanlı olarak pişirildi. COVİD pandemisinde salgının araçsallaştırılması ve toplumsal kontrol konusunda inanılmaz bir deneysel alanın doğması da aşırı sol iktidarların işini kolaylaştırdı.

Solun esas amaçlarından tümüyle kopuk bir ideolojik dejenerasyona şimdilik sola maalesef referans vererek “aşırı sol” diyoruz. Çünkü buna tepki gösteren politik hareketler ve bireyler onu öyle nitelendiriyor. Bu isim sorununu gelecekteki yazıların konusu olma babında öteleyip, devam edelim.

Sol, Batı tipi liberal demokrasilerde ana oyunculardan biridir ve esasen toplumsal eşitliği sağlama yönünde bir refah devleti paradigmasıdır. Bu aşırı sol denilen kompleks paradigmanın toplumsal ekonomik eşitlik yaratmakla alakalı hiçbir orijinal fikri veya sağa karşı geliştirdiği (mesela Marksizm türü) bir okuması yoktur. Tek dertleri hakim yapının tasfiyesidir. Onun yerine ne geçirileceğini Eleştirel Irk Kuramı veya “Woke Kültürü” açıklamıyor.

Zaten öyle bir dertleri de yok gibi görülüyor. Kendi ajandalarına tekabül etmeyen her şeyi “gericilik”, “yobazlık”, “aşırı sağ”, “faşizm”, “faşizanlık”, “NAZİ’lik”, “kadın düşmanlığı”, “İslamofobi”, “Homofobi” gibi geçer akçe terimlerle damgalıyorlar ve tartışmayı anında iptal ediyorlar. Bazı soruları bile sormanız bu yolla engelleniyor. Çoğunlukla iptal kültüründe bir müeyyideye bile gerek kalmıyor, çünkü bireyler başlarına geleceklerden ürktüklerinden “mayınlı alanlara” girmeme yönünde bir tutum sergiliyor.

Trump aşırı sağı mı temsil ediyor? Bu sorunun yanıtına geçmeden önce bu tür konuların – kuramsal ve kavramsal çerçevenin – çizilmesi gerekiyor. Trump’ın arkasındaki “sosyolojinin” analizi, Trump’ın popülist ihtiraslarından çok daha tehlikeli çünkü.

(Devamı var)

Türkiye’de bu haberi engelsiz paylaşmak için aşağıdaki linki kopyalayınız👇

Kaynak: Tr724
***Mutluluk, adalet, özgürlük, hukuk, insanlık ve sevgi paylaştıkça artar***

Exit mobile version