Site icon İnternet Haberler Köşe Yazıları Yorumlar Siyaset Ekonomi Spor

Üç din bir azize: Meryem

Üç din bir azize: Meryem


‘Meryem’ figürü üç semavi dinde de farklı yorumlanırken, hepsi onun seçilmişliğinde birleşir. Bu kutlu kadın Yahudilikte yılanı ezecek olan kraliçe, Hıristiyanlıkta göklerin kraliçesi, İslam’da ise iffet ve sadakatin sembolü olarak karşımıza çıkar.”

Yahudiliğin çekinceli yaklaştığı, Hıristiyanlığın ilahileştirdiği, İslam’ın ise insani boyutuyla yücelttiği Meryem, dinler tarihinin en gizemli şahsiyetlerinden biri… Her üç din ona farklı anlamlar yüklese de onun ahlaki erdemleri ve Allah’a olan teslimiyeti tüm inananlar için ortak bir ilham kaynağı olmaya devam ediyor.

M. NEDİM HAZAR | YORUM

Hemen her alanda film üretimine dikkat eden Netflix, doğal olarak -özellikle- Hıristiyan inancını es geçmiyor, her yıl mutlaka birkaç tane film ya da belgesel üretiyor. 6 Aralık’ta gösterime aldığı Meryem, Hz. İsa’nın annesine Katolik bir bakış açısında bulunuyor. Filmi dramatik ve sinematografik açıdan derinlemesine analiz edeceğiz, ancak öncesinde ele almamız gereken bir iki husus var.

Dolayısıyla bugün üç semavi dinin, peygamberlere ve hassaten Hz. Meryem’e nasıl baktığına bir göz atacağız. Bu seri üç yazıdan oluşacak. İlk bölümde, üç büyük dinin Hz. Meryem figürüne bakışı elecak, ikinci bölümde sinema ve inanç meselesine girecek ve özellikle Netflix’teki manevi filmlere genel bir bakışta bulunacağız. Son bölümde ise, Netflix’in Hz. Meryem ile ilgili filmini analiz edeceğiz. Bu bölüm biraz uzun olacak bu sebeple sabır ve anlayışınıza muhtacım.

Öncelikle her din, kendisinden önceki ve sonraki peygamberler hakkında farklı yaklaşımlarda bulunuyor. İslam’ı en sona sakladım, önce Yahudilik Hz. Musa’dan önceki peygamberlere nasıl bakıyor yakından bakalım.

Yahudilik, monoteist dinler arasında en eski gelenek olarak, peygamberlik kurumuna ve peygamberlere kendine özgü bir yaklaşım geliştirmiş. Bu yaklaşım, daha sonraki monoteist dinlerin peygamberlik anlayışlarını da derinden etkilemiş. Yahudi geleneğinde peygamber kavramı, İbranice “Navi” terimiyle ifade ediliyor ve “sözcü” veya “ilan eden” anlamlarına gelmekte. Bununla beraber “gören” anlamına gelen “Roeh” ve “Hozeh” terimleri de kullanılmakta. Bu terminolojik çeşitlilik, Yahudi geleneğinde peygamberlik kurumunun çok yönlü doğasını yansıtmakta.

Yahudi teolojisinde peygamberlik, doğrudan ilahi vahiy alma ve bu vahyi topluma iletme yeteneği olarak tanımlanıyor. Önemli Yahudi düşünürü Maimonides’e göre peygamberlik, belirli entelektüel ve ahlaki niteliklere sahip kişilere bahşedilen ilahi bir lütuf. Bu nitelikler arasında üstün bilgelik, güçlü ahlaki karakter, gelişmiş hayal gücü, fiziksel mükemmellik ve ilahi iradeye tam teslimiyet yer alıyor.

Yahudi geleneği, peygamberler arasında belirgin bir hiyerarşi tanımlar. Bu hiyerarşinin en tepesinde -doğal olarak- Musa (Moşe Rabbeinu) yer alır ve tüm peygamberlerin en büyüğü olarak kabul edilir. Talmud’a göre onun peygamberliği diğerlerinden önemli farklılıklar gösteriyor. Musa’nın Allah ile doğrudan iletişim kurması (“yüz yüze”), tam bilinç halinde vahiy alması, herhangi bir aracı olmaksızın vahye muhatap olması ve sürekli vahiy alabilme kapasitesi bu farklılıkların başında geliyor.

Yahudilikte diğer peygamberler ise kronolojik sıraya göre değil, manevi statülerine göre sınıflandırılmakta. Bu sınıflandırmada İlk Peygamberler (Neviim Rishonim), Son Peygamberler (Neviim Aharonim) ve Küçük Peygamberler (Tere Asar) şeklinde bir ayrım yapılıyor. Her grup kendi içinde özel karakteristikler taşıyor ve farklı dönemlerin ihtiyaçlarına hitap ediyor.

Yahudi geleneğinde peygamberlerin temel işlevleri oldukça çeşitli. Bunların başında manevi rehberlik geliyor ki bu, Torah’ın yorumlanması, ahlaki öğretilerin aktarılması ve toplumsal eleştiri ile reform çağrılarını içermekte. Ayrıca kehanet ve öngörü yeteneği de önemli; bu yetenek gelecek olayların bildirimi, ilahi uyarıların iletilmesi ve toplumsal sonuçların öngörülmesini kapsıyor. Peygamberler aynı zamanda krallara rehberlik eden, toplumsal kararlarda yönlendirici olan ve diplomatik misyonlar üstlenen politik danışmanlar olarak da görev yapmış.

Yahudi geleneğine göre, peygamberlik dönemi İkinci Tapınak’ın erken dönemlerinde (yaklaşık M.Ö. 5. yüzyıl) sona ermiş. Bu sonlanmanın çeşitli sebepleri arasında toplumun manevi seviyesinin düşmesi, sürgün durumu ve bunun ilahi planın bir parçası olması gösteriliyor. Peygamberlik döneminin ardından, ilahi mesajlar “Bat Kol” (İlahi Ses) aracılığıyla iletilmiş, hahamların otoritesi yükselmiş ve Torah yorumu önem kazanmış.

Modern Yahudi düşüncesinde peygamberlik konusu farklı yaklaşımlarla ele alınmakta. Ortodoks yaklaşım klasik anlayışı sürdürürken, peygamberliğin tarihi gerçekliğini kabul eder ve modern dönemde peygamberliğin olmadığını savunur. Reform yaklaşımı ise peygamberliği daha çok sembolik olarak yorumlar, evrensel ahlaki mesajlara odaklanır ve modern bağlamda yeniden yorumlama çabasına girer.

Velhasıl Yahudilik, peygamberlik kurumunu ve peygamberleri son derece sistematik ve detaylı bir şekilde ele almış. Bu yaklaşım, sonraki monoteist dinlerin peygamberlik anlayışlarını da etkilemiş. Yahudilikte peygamberler, sadece ilahi mesajın taşıyıcıları değil, aynı zamanda toplumsal reformcular ve ahlaki önderler olarak da görülüyor. Modern dönemde peygamberlik kurumu aktif olmasa da peygamberlerin mesajları ve öğretileri Yahudi düşüncesinde merkezi önemini korumaya devam etmekte.

Gelelim Hıristiyanlığın, kendisinden önceki peygamberlere bakışına.

Hristiyanlık, İsa Mesih’ten önce gelen peygamberleri, Mesih’in gelişi ve hizmeti için yolu hazırlayan önemli öncüler olarak görüyor. Bu peygamberlere dair Hristiyan anlayışı, Hristiyanların kutsal yazılarının ayrılmaz bir parçası olarak gördükleri Eski Ahit’e derinden kök salmış. Bu peygamberler sadece tarihî şahsiyetler olarak değil, Tanrı’nın insanlık için açılan planında kritik roller oynayan ilahi elçiler olarak kabul edilir.

Hristiyan teolojisinde peygamberlerin birden çok amaca hizmet ettiği düşünülmekte. Her şeyden önce, onlar ilahi vahyin taşıyıcıları, Tanrı’nın iradesini halkına ileten elçiler olarak görülüyor. Örneğin İşaya peygamber, Hristiyan geleneğinde özellikle Mesih’in gelişini önceden haber verdiği düşünülen kehanetleri nedeniyle özel bir öneme sahip. İşaya 7:14’teki meşhur pasaj, “Bu nedenle Rab’bin kendisi size bir işaret verecek: Bakire gebe kalıp bir oğul doğuracak ve ona İmmanuel adını verecek,” ve bu anlayış İsa’nın doğumuna dair Hristiyan anlayışının merkezinde yer alıyor.

Hz. Musa, Hristiyan düşüncesinde özel bir konuma sahip. Yuhanna İncili’nde belirtildiği gibi, “Yasa Musa aracılığıyla verildi; lütuf ve hakikat ise İsa Mesih aracılığıyla geldi” (Yuhanna 1:17). Hristiyanlar Musa’yı sadece Tanrı’nın yasasının taşıyıcısı olarak değil, aynı zamanda İsa’nın bir öncü figürü olarak görmekte. İsa gibi, Musa da bir kurtarıcı, yasa koyucu ve Tanrı ile insanlık arasında bir aracı olarak kabul ediliyor.

Elbette tüm semavi dinlerin atası sayılan İbrahim peygambere ayrıca dikkat çekmek lazım. Hz. İbrahim Hristiyanlıkta özellikle imanın babası olarak saygı görür. Havari Pavlus mektuplarında bu temayı geniş şekilde işler ve İbrahim’in Tanrı’nın vaatlerine olan imanının, yasa verilmeden önce bile onu doğru kıldığını belirtir. Bu anlayış, Hristiyanlıkta önemli bir teolojik ilkeyi ortaya koyar: kurtuluşun sadece dini yasaya uymaktan değil, imandan geldiği prensibi.

Hristiyanlık aynı zamanda peygamberlerin etik monoteizmi korumadaki rolünü vurgular. İhlassız ibadete ve sosyal adaletsizliğe karşı çıkan İlyas gibi peygamberler, gerçek imanın ve ahlaki davranışın savunucuları olarak görülüyor. Sosyal adalet, yoksullara bakım ve gerçek ibadet hakkındaki mesajları ise, Hristiyan etiğini ve sosyal öğretisini etkilemeye devam etmekte.

Sonuç olarak, Hristiyanlığın kendinden önceki peygamberlere bakışı, kurtuluş tarihindeki rollerine derin saygı gösterirken, nihai önemlerinin Mesih’e hazırlık ve işaret etmelerinde yattığını vurgulamakta. Bu anlayış, Hristiyanların Eski Ahit’i okuma biçimini şekillendirir ve kehanet, ilahi vahiy ve Eski ile Yeni Ahit arasındaki ilişkiye dair yorumlarını etkiler.

Günümüzde ise bu bakış açısı, Hristiyan teolojisini, vaazlarını ve Kutsal Kitap yorumunu etkilemeye devam ederek, peygamberlik geleneğinin Hristiyan düşünce ve uygulamasındaki kalıcı önemini göstermekte.

Şimdi de İslam’ın peygamberlere bakışına göz atalım. Malum olduğu üzere imanın şartlarından birisi.

İslam’da peygamberlik kurumu, dinin en temel unsurlarından birini oluşturmakta. Şu cümleyi kurmak için epey uğraştım: Aşkın ve müteal olan yaratıcı bir varlığa inanç; kudretli, yüce, görünmez ve bu sıfatları nedeni ile de tarif edilemez yaratıcı ile insanlık arasında bir iletişim vasıtasının olmasını zorunlu kılmış. Bu yüzden, seçilmiş insanlar aracılığıyla yaratıcının iradesini insanlığa bildirmek üzere gönderildiklerine inanılan peygamberler ve bu bağlamda peygamberlik müessesesi, vahye dayalı monoteist dinlerin önemli ve benzersiz fenomenlerinden birisi.

İslam geleneğinde peygamberlik kavramı, “nebi” ve “resul” terimleri etrafında şekillenmiş. Arapçada “nebi” kelimesi, haber veren, bildiren anlamlarına gelirken, “resul” kelimesi elçi anlamını taşımaktadır. Her iki terimle de Hz. Muhammed ifade edilmiş ve bu iki terim arasında tam olarak belli bir ayırım yapmak mümkün olmamakla birlikte bu ayırım daha çok peygamberin vahyi tecrübesi ile ilgili olarak kullanılmış.

İslam inancına göre peygamberler, üstün ahlaki vasıflara sahip, güvenilir ve doğru sözlü kimseler. Tüm peygamberlerde bulunması gereken temel özellikler sıdk (doğruluk), emanet (güvenilirlik), tebliğ (Allah’ın mesajını eksiksiz iletme), fetanet (üstün zekâ ve kavrayış) ve ismet (günahlardan korunmuş olma) olarak sıralanabilir.

İslam’da peygamberlik silsilesi Hz. Âdem ile başlayıp Hz. Muhammed ile son bulmuştur. Kur’an-ı Kerim’de ismi geçen peygamberler arasında özellikle “Ülü’l-Azm” olarak adlandırılan Hz. Nuh, Hz. İbrahim, Hz. Musa, Hz. İsa ve Hz. Muhammed özel bir konuma sahip. Bu peygamberler, kendilerine verilen görevin zorluğu ve getirdikleri şeriatın kapsamı bakımından diğer peygamberlerden ayrılmakta.

Hz. Muhammed’in (SAV) İslam’daki konumu oldukça özeldir. O, “Hatemü’l-Enbiya” yani peygamberlerin sonuncusu olarak kabul edilir. Onun getirdiği mesaj evrensel nitelik taşır ve önceki tüm peygamberlerin mesajlarını tamamlayıcı mahiyettedir. İslam inancına göre, Hz. Muhammed’den sonra yeni bir peygamber gelmeyecektir.

Vahiy, peygamberlik kurumunun temel unsuru. İslam inancına göre vahiy çeşitli şekillerde gelmiştir: doğrudan ilham yoluyla, perde arkasından konuşma şeklinde veya melek aracılığıyla. Malum olduğu üzere Hz. Muhammed’e vahiy çoğunlukla Hz. Cebrail meleği aracılığıyla gelmişti.

İslam’da iki temel kaynak olan Kur’an-ı Kerim ve Sünnet, peygamberlik kurumunun en önemli çıktıları. Kur’an-ı Kerim, Allah’ın kelamı olarak vahyedilen ana kaynak iken, Sünnet peygamberin söz, fiil ve takrirlerinden oluşmakta. Bu iki kaynak, Müslümanların dini hayatını şekillendiren temel referans noktaları.

Tüm dinlerde olduğu gibi İslam’da da peygamberler, toplumlarını ıslah etmek ve onları doğru yola iletmekle görevlendirilmişler. Onların tebliğ görevlerini yerine getirirken karşılaştıkları zorluklar, gösterdikleri sabır ve azim, müminler için örnek teşkil etmekte. Özellikle Hz. peygamberin hayatı, Müslümanlar için en mükemmel örnek olarak kabul edilmekte.

Ezcümle; İslam’da peygamberlik kurumu, dinin anlaşılması ve yaşanması için vazgeçilmez bir öneme sahip. Hz. Muhammed ile son bulan peygamberlik silsilesi, insanlığa rehberlik eden bir hidayet zinciri oluşturmuş. Bu kurum, İslam’ın temel inanç esaslarından biri olarak varlığını sürdürmekte ve Müslümanların hayatını şekillendirmeye devam etmekte. Peygamberlerin örnek hayatları ve öğretileri, günümüz insanının karşılaştığı ahlaki ve sosyal sorunların çözümünde hala önemli bir referans kaynağı olmaya devam etmekte.

Peki bu üç büyük semavi din, “Meryem” figürüne nasıl bakmakta?

Yaptığım araştırmada beni en çok şaşırtan unsur -evet gerçekten şaşırdım- Yahudiliğin Meryem karakterine yaklaşımıydı.

Yılanın başını ezecek kadın!

Şüphesiz Meryem figürü, dinler tarihinde benzersiz bir konuma sahip. Hristiyan teolojisinin merkezinde yer alırken, Yahudi geleneğinde büyük ölçüde çevresel bir konumda kalmış. Yahudi kutsal kitabı Tanah’ta Meryem’e doğrudan atıflar bulunmaz, çünkü Tanah’ın yazıya geçirilmesi onun tarihsel varlığından öncedir. Meryem’den bahseden birincil Yahudi kaynakları daha sonraki rabbani literatürden geliyor, ancak bu referanslar görülmeyecek kadar az ve genellikle dolaylı anlatımlarla değiniliyor. Yahudi metinlerinde bahsedildiğinde, genellikle İbranice ismi olan “Miryam” veya “Miryam bat (kızı) Heli” olarak anılıyor.

Malum olduğu üzere Hz. Meryem, birinci yüzyılda yaşamış, Yahudi hukuku ve geleneklerine bağlı bir Yahudi kadınıydı. Onun tarihsel bağlamını anlamak için, Greko-Romen Filistin’inde, özellikle hayatının çoğunu geçirdiği düşünülen Galile’deki Yahudi kadınların rolünü incelemek gerekiyor.

Yahudi teolojik bakış açısı, bakire doğum konusunda Hristiyan (ve de İslam) doktrininden temelde farklı. Yahudilikte bakire doğum kavramı için teolojik bir çerçeve yok, zira bu durum temel Yahudi anlayışlarıyla çelişmekte. Yahudi teolojisi, Mesih’in doğal yollarla insan ebeveynlerden doğacağını, doğaüstü bir gebeliğe gerek olmadığını savunmakta.

Yine bilindiği üzere Yahudilikte annelik soyunun (matrilineal soy) önemi, Meryem hakkındaki Yahudi tartışmalarını özellikle önemli kılıyor. Yahudi hukukunda dini kimlik anne üzerinden geçiyor ve ancak Mesih soyu geleneksel olarak baba soyu, özellikle Davud’un Evi üzerinden takip edilebilir!

Erken dönem “rabbani literatür” (Talmud ve Midraş kaynakları) Meryem’den nadiren doğrudan bahsediyor. Bu referanslar genellikle erken dönem Hristiyanlarla yapılan polemik tartışmalar bağlamında veya İsa’nın ilahi doğası hakkındaki Hristiyan iddialarına yanıt olarak ortaya çıkıyor.

Ortaçağ Yahudi bilginleri, özellikle Yahudi-Hristiyan tartışmalarına katılanlar, Meryem hakkındaki iddiaları daha sık ele almışlar. Maimonides (12. yüzyıl), Haham Joseph Albo (15. yüzyıl) ve Haham Isaac ben Abraham of Troki (16. yüzyıl) gibi önemli isimler, genellikle tanrısallık doğası ve Mesih beklentileri hakkındaki daha geniş teolojik tartışmalar bağlamında Meryem’i ele almış.

Modern Yahudi bilimsel çalışmaları, Meryem’i birinci yüzyıl Yahudi bağlamında anlamak için daha tarihsel-eleştirel bir yaklaşım benimsemiş. Bu çalışmalar Nasıra’daki Yahudi yaşamına dair arkeolojik delilleri, İkinci Tapınak döneminde Yahudi kadınların sosyal tarihini ve Yahudi evlilik gelenekleri ile aile yaşamının analizini içeriyor.

Modern Yahudi-Hristiyan metinler arası ilişkisi, Meryem hakkında daha küçük olsa da farklı tartışmalara yol açmış. Modern Yahudi bilginleri genellikle Meryem’in Yahudi kimliğini kabul ederken, tanrı-insan ilişkileri, Mesih beklentileri ve monoteist prensipler konusundaki geleneksel Yahudi teolojik pozisyonlarını korumakta.

Şüphesiz Yahudi teolojisi mutlak monoteizmi vurgular ve bu durum Meryem’e bakışını etkilemekte. Temel teolojik ilkeler arasında Tanrı’nın bölünmez birliği, ilahi enkarnasyonun (bunu reenkarnasyon ile karıştırmayalım, haşa sümme haşa; Allah’ın bedene girmesi) imkansızlığı ve tüm peygamberlerin ve dini figürlerin insan doğası yer alıyor. Bu arada Yahudi Mesih teolojisi, Hristiyan yorumlarından temelde farklı: Mesih’in tamamen insan olması beklenir, doğaüstü bir doğum gerekli veya beklenen bir durum değildir ve Mesih kehanetlerinde anne soyu vurgulanmaz.

Meryem’e yönelik Yahudi bakış açısı, Yahudilik ve Hristiyanlık arasındaki daha geniş teolojik farklılıkları yansıtıyor. Yahudi geleneği, onu kendi döneminin bir Yahudi kadını olarak tarihsel rolüne saygı duyarken, tanrı-insan ilişkileri ve Mesih beklentileri konusundaki temel teolojik pozisyonlarını koruyor.

Anlayacağınız; Yahudi geleneğinde Meryem’e bakış, daha çok tarihsel bir Yahudi kadını olarak şekillenmiş, teolojik anlamda ise Yahudiliğin temel prensipleri doğrultusunda sınırlı bir çerçevede kalmış. Bununla beraber Eski Ahit ise Hristiyanların Meryem’le ilişkilendirdiği kehanetler bulunuyor: Yeşaya 7:14’teki “Bakire gebe kalıp bir oğul doğuracak” ve Yaratılış 3:15’teki yılanın başını ezecek “kadın”ın soyuna dair kehanetler bunların başında geliyor.

İncil’deki Meryem: Göklerin Kraliçesi!

Meryem karakteri hem Hristiyanlık hem de İslam’da benzersiz ve derin roller üstlenmiş, büyük bir saygıyla anılan bir figür. Önce en bilinen kısım: Hristiyanlıkta Meryem, kurtuluş anlatısının merkezinde yer alan İsa Mesih’in annesi olarak tanıtılıyor. Dinimizde ise Meryem, adanmışlığı ve saflığı ile tanınan, en erdemli kadınlardan biri olarak kabul ediliyor.

İncil’de Meryem, öncelikle Matta ve Luka İncillerinde, Melek Cebrail’in Meryem’e görünmesiyle başlayan ve İsa’nın mucizevi doğumuna uzanan hikâyeler aracılığıyla tanıtılıyor. Olay şöyle glişiyor: Melek, Meryem’e Tanrı’nın onu Mesih’i doğurmak için seçtiğini bildirir ve onun cevabı, “Bana dediğin gibi olsun” (Luka 1:38) Görüldüğü üzre bu anlatım derin bir iman ve teslimiyeti örneklemekte. Yeni Ahit boyunca, Meryem’in Cana’daki düğün ve çarmıhtaki İsa’nın yanındaki varlığı gibi kilit anlardaki rolü, Hristiyan anlatısındaki merkezi yerini vurguluyor. Katolik gelenekte ise Meryem, Theotokos (Tanrı’nın Annesi) olarak onurlandırılır ve manevi bir şefaatçi olarak kabul edilmekte.

Diğer ifadesi ile; Meryem Ana, Hristiyan teolojisi ve ibadetinde de çok özel bir konuma sahip. Onun rolü, sadece İsa’nın biyolojik annesi olmaktan öte, farklı Hristiyan geleneklerinde derin teolojik anlamlar taşıyor.

Yeni Ahit’te Meryem hakkındaki temel kaynaklar İncillerde yer alıyor. Bunlar arasında Müjde (Luka 1:26-38), Elizabet’i Ziyaret (Luka 1:39-56), İsa’nın Doğumu (Luka 2:1-20; Matta 1:18-25), Kana Düğünü (Yuhanna 2:1-11), Çarmıh Başında (Yuhanna 19:25-27) ve Üst Kattaki Oda’da (Elçilerin İşleri 1:14) anlatıları öne çıkıyor.

Yahudiliğin “es” geçtiği ancak Hıristiyanlık ve İslam’ın onayladığı “Bakire Doğum” doktrini, Hristiyan inancında Meryem’i anlamanın temel taşı ve bu doktrin en eski Hristiyan inanç bildirgelerinde yer almakta. Bu doktrin, Kutsal Ruh aracılığıyla gerçekleşen doğaüstü gebeliği, Katolik ve Ortodoks geleneklerinde Meryem’in daimi bekaretini ve bunun İsa’nın ilahi ve insani doğaları için teolojik önemini vurgulamakta.

Mesela, Efes Konsili’nde (MS 431) Meryem’e “Theotokos” (Tanrı Anası) unvanı verilmiş. Bu karar, onun Enkarnasyon’daki (Tanrı’nın beden alması) rolünü, İsa’nın ilahi ve insani doğalarının birliğini ve kurtuluş tarihindeki özel yerini teyit etmekte.

Katolik doktrini (Neredeyse 2 bin yıl sonra 1854’te tanımlanmış) Meryem’in asli günahtan arınmış olarak dünyaya geldiğini, yaşamı boyunca günahtan korunduğunu ve İsa’nın annesi olma rolü için özel olarak hazırlandığını öğretiyor. Farklı mezhep ve gelenekler Meryem’in son günleriyle ilgili farklı öğretilere sahip: Katolikler bedeniyle göğe yükseldiğine (Assumptio), Ortodokslar uykuya dalıp göğe alındığına (Dormitio) inanırken, Protestanların bu konudaki görüşleri çeşitlilik gösteriyor.

Öte yandan Katolik Kilisesi en gelişmiş Meryem teolojisine sahip. Dört temel Meryem dogması (İlahi Annelik, Daimi Bekaret, Lekesiz Gebelik ve Göğe Yükseliş) yanında, Meryem’i Lütuf Aracısı, Kurtuluşa Ortak ve Göklerin Kraliçesi olarak görmekte.

Ortodoks Hristiyanlık, Meryem’in kurtuluş ekonomisindeki rolünü, daimi bekaretini ve uykuya dalmasını (dormition) vurgularken Batı’daki dogmatik tanımlamalara gitmeden derin bir litürjik (dini disiplin) saygı da duyar!.

Protestan görüşler çeşitlilik gösterse de genellikle Bakire Doğum’u kabul eder, Meryem’in İsa’nın annesi olarak rolünü onaylar, ancak sonraki Katolik dogmalarını reddeder ve daha çok Kutsal Kitap referanslarına odaklanır.

Yine Litürjik (Bu kelimeyi yeni öğrendim birkaç kez kullanayım) açıdan Meryem’le ilgili önemli bayramlar var: Müjde (25 Mart), Göğe Yükseliş/Uyku (15 Ağustos), Meryem’in Doğumu (8 Eylül) ve Lekesiz Gebelik (8 Aralık). Meryem’e yönelik ibadetler arasında Tespih, Angelus duası, Meryem ilahileri ve Meryem’le ilgili hac yerleri ziyaretleri öne çıkıyor. Bizim gibi coğrafyadaki başka dinden olan insanlara turistik gelen pek çok Hac yolu, Hıristiyanlar için kritik öneme sahip.

Teolojik açıdan Meryem, Kilisenin modeli, mükemmel mürit, iman ve itaatin örneği ve inananlar için şefaatçi olarak görülmekte. Hıristiyan inancına göre onun rolü aynı zamanda Enkarnasyon’un (anlamını yazmıştım) gerçekliğini, İsa’nın tam insanlığını, ilahi kurtuluş planını ve insanın ilahi lütufla iş birliğinin değerini aydınlatmakta.

Ortalık zaten karışık!

Günümüzde ise Meryem’le ilgili teolojik tartışmalar, farklı gelenekler arasında ortak zemin bulma, tarihsel gelişmeleri anlama, ibadet ve doktrin arasında denge kurma ve Kutsal Kitap kanıtlarını yorumlama üzerine yoğunlaşmakta. İşe bir de Feminizm karıştı çünkü! Feminist teoloji diye bir kavram var biliyor musunuz? Bu teoloji, Meryem’in kadın güçlenmesi modeli olarak rolünü, Meryem ibadetindeki kültürel etkileri, Meryem teolojisindeki cinsiyet çıkarımlarını ve Meryem doktrinlerinin tarihsel gelişimini incelemekte.

Evet, Meryem’in Hristiyanlıktaki rolü merkezi olmaya devam etmekle birlikte karmaşık ve gelenekler arasında önemli farklılıklar gösteriyor. Özellikle modern dönemde, Meryem’in rolüne dair anlayış, geleneksel teolojik yaklaşımlarla çağdaş yorum ve ihtiyaçlar arasında bir denge kurma çabasında olduğunu gözlemlemek de mümkün. Bu bağlamda Meryem, sadece tarihsel bir figür veya teolojik bir sembol olmanın ötesinde, farklı Hristiyan geleneklerinin kendi inanç ve uygulamalarını ifade etme biçimlerini yansıtan çok boyutlu bir figür olarak karşımıza çıkmakta.

Ben yazarken yoruldum, muhtemelen siz de sabrınızın sınırına dayanmışsınızdır ama bitiriyorum. Bakalım dinimiz Meryem figürüne nasıl bakıyor.

Kur’an’da da ismi geçen tek kadın!

Evet Kur’an’da adı geçen tek kadın Hz. Meryem’dir. Meryem, Hz. İsa’nın annesi olarak Kur’an’da önemli bir yere sahiptir ve adı 34 kez anılmaktadır. Ayrıca Kur’an’da onun adına ithaf edilmiş bir sure bulunmakta. (19. Sure). Bu durum, Meryem’i Kur’an’daki diğer kadın figürlerinden ayıran özel bir konuma taşımakta.

Kur’an, Hz. Meryem’i seçilmiş ve arındırılmış bir kadın olarak tanıtıyor. Al-i İmran Suresi’nde meleklerin ona, “Ey Meryem! Allah seni seçti, tertemiz yaptı ve dünya kadınlarına üstün kıldı” dediği aktarılıyor. Meryem’in iffetli bir kadın olduğu, Allah’a olan teslimiyeti ve samimi inancı da özellikle vurgulanmakta. Onun mucizevi bir şekilde Hz. İsa’ya bakire olarak hamile kalışı detaylı bir şekilde anlatılır ve bu olay, Allah’ın dilediğini yaratabileceğinin bir delili olarak sunulur. Meryem’in yalnız başına bir hurma ağacının altında doğum yapması ve bu süreçte gösterdiği sabır, onun güçlü inancını ve Allah’a teslimiyetini ortaya koyar.

Yeri gelmişken mübarek kitabımızda ismi anılmayan ancak bahsi geçen kadınlara da bir parantez açalım mı?

Kur’an’da başka kadın figürleri de yer alır ancak isimleri belirtilmez. Örneğin, Firavun’un eşi (Asiye), Hz. Musa’yı koruyup büyüten kadın olarak övgüyle anılır. Hz. İbrahim’in eşi Sara ve Hz. İmran’ın eşi Hanne de annelik hikayeleriyle ön plana çıkar. Bununla birlikte, Hz. Lut’un ve Hz. Nuh’un eşleri inançsızlıkları nedeniyle olumsuz örnek olarak zikredilir. Kur’an’da kadınların genellikle isimlerinden ziyade karakterleri, erdemleri veya davranışları üzerinden anılması dikkat çekicidir.

Hadi biraz daha detaylıca bakalım da mevzu eksik kalmasın.

Kur’an’da kadın profil ve arketipleri

Hadi biraz pozitif ayrımcılık yapalım: İlahi kelamın ışığında kadın, yaratılışın en nadide tecellilerinden biri olarak karşımıza çıkıyor. Kur’an-ı Kerim’in beyanında kadın, erkeğin bir parçası yahut tamamlayıcısı değil, bizzat “nefs-i vahide”den yaratılmış, müstakil bir varlık olarak tasvir edilmekte. Bu ulvi bakış, tarihin farklı dönemlerinde kadına yönelik menfi yaklaşımların aksine, İslam’ın insana verdiği değerin cinsiyetten münezzeh olduğunun en büyük göstergesi.

Yüce Kitabımızda kadın şahsiyetler, salt biyografik unsurlar olarak değil, insanlığa rehberlik eden, ibret ve hikmet dolu kıssaların merkezî figürleri olarak yer almakta. Hz. Havva’dan Hz. Meryem’e, Firavun’un hanımı Asiye’den Belkıs’a kadar uzanan bu ulvi silsile, imanın, ihlasın ve fedakârlığın en yüce örneklerini sergiler.

Yazımızın ana mevzusu da olan, bilhassa Hz. Meryem’in şahsında tecelli eden iffet ve teslimiyet numunesi, beşeriyetin idrakine sunulmuş en müstesna örneklerden. O’nun kıssası, maddi ve manevi taharet ile takvanın nasıl kemale erdirilebileceğinin bir beyanı aynı zamanda. “Rabbim! Karnımdakini sana adadım” diyen Hz. Meryem’in annesi Hanne’nin duası ile başlayan ve ilahi terbiye ile tekemmül eden bu süreç, kadının manevi tekâmülünün en parlak misalidir.

Asiye validemizin şahsında tecessüm eden celâdet ve metanet ise, imanın bütün dünyevi bağları nasıl aşabileceğinin en çarpıcı örneği. Firavun’un sarayında, küfrün ve zulmün merkezinde yeşeren bu iman çiçeği, “Rabbim! Bana katında, cennette bir ev yap” niyazıyla, uhrevî saadeti dünyevi debdebeye tercih etmenin sembolü olmuş.

İslam’ın kadına bakışı, ne Cahiliye devrinin değersizleştiren anlayışına, ne de modern çağın onu metalaştıran yaklaşımına benzemekte. Bilakis Kur’an-ı Kerim, kadını fıtri vasıflarıyla yücelten, onu hem anne, hem eş, hem de müstakil bir şahsiyet olarak değerlendiren müstesna bir nazarla bakar.

Hacer validemizin çölün ortasında sergilediği tevekkül ve azim, Belkıs’ın hikmet ve ferasetle örülü yönetimi, Havle’nin hak arayışındaki cesur tavrı, hep bu ilahi terbiyenin tezahürleri. Bu mübarek şahsiyetler, sadece kendi devirlerinin değil, kıyamete kadar gelecek bütün nesillerin önünde birer hidayet meşalesi olarak parlamakta.

Öte yandan Kur’an, menfi örnekleri de ibret vesikası olarak sunuyor.

Allah u alem, Kur’an’da menfi kadın profilleri de ahlaki zaafların sonuçlarını göstermek için yer allmakta. Hz. Nuh ve Hz. Lut’un eşleri, resul eşleri olmalarına rağmen kocalarının davalarına ihanet etmiş ve kötü sonlarıyla insanlığa ibret olmuştur. Benzer şekilde, Züleyha, şehvetin aklın önüne geçtiğinde bireyi yozlaştıran bir figür olarak anlatılır. Hz. Yusuf’a iftira atan Züleyha, kendi arzularının kölesi olmanın bir uyarı örneği olarak sunulur ancak bazı Kur’an dışı kaynaklar Züleyha’nın sonra dönüştüğünün altını çizerler.

Ebu Leheb’in eşi Ümmü Cemil, kötülüğün simgesi olarak Kur’an’da yer alıyor. Peygamber’e düşmanlık eden bu kadın, insanın kötülüğe hizmet ettiğinde hem bu dünyada hem de ahirette kaybedeceğini ortaya koyan bir örnek. Ümmü Cemil kutsal kitabımızda, kötülüğün anası olarak resmediliyor ve bu tutumu nedeniyle cehennemde azap çekeceği bildiriliyor.

Hemen ana konumuza dönüp noktalıyoruz.

Kur’an’a göre Meryem’in dünyaya gelişi bir hikmet vesilesi. Annesi Hanne, çocuk sahibi olamayan yaşlı bir kadın olarak Allah’a dua etmiş ve doğacak çocuğunu mabede adayacağına söz vermiştir. Ancak bir kız çocuk dünyaya getirdiğinde, Hanne şaşkınlık yaşamışsa da Allah, bu çocuğu kabul etmiş ve onu seçkin kılmıştır. Kur’an, bu olayı şu ifadelerle anlatır: “Rabbi, onu güzel bir şekilde kabul buyurdu ve onu güzel bir bitki gibi yetiştirdi.” (Al-i İmran, 3:37).

Meryem’in gençliği, tapınakta Allah’a ibadet ve kendini adama ile geçmiş. Kur’an, onun manevi saflığını ve ibadetteki derinliğini şu sözlerle över: “Ey Meryem! Allah seni seçti, tertemiz kıldı ve bütün dünya kadınlarına üstün kıldı.” (Al-i İmran, 3:42).

Meryem’in Allah tarafından bir mucizeye vesile kılınması ise, onun yüceliğinin zirve noktası. Cebrail, ona bakire olmasına rağmen bir çocuk doğuracağını müjdeliyor. Meryem, bu haberi ilk aldığında insani bir şaşkınlık ve korku yaşıyor, ancak ilahi emre tam bir teslimiyet gösteriyor: “Rabbim! Bana bir beşer dokunmamışken nasıl çocuğum olabilir?” dedi. Melek dedi ki: ‘Öyledir, ama Allah dilediğini yaratır.’” (Al-i İmran: 47).

Öte yandan Kur’an ne eski ne de yeni Ahit’te göremeyeceğimiz ayrıntılarla Meryem’in Hz. İsa’yı doğurmasını anlatır. Doğum sancıları içinde bir hurma ağacına yaslanan Meryem’e, Allah bir mucize olarak su ve taze hurmalar sunar. Kur’an, bu mucizevi anı şu şekilde ifade eder: “Alt yanında bir su arkı akıttık ve ona hurma ağacını silkeleyip taze hurmalar yemesini söyledik.” (Meryem, 24-25).

Yine diğer metinlerde olmayan bir ayrıntı: İftiralara uğrayan Meryem’in savunmasını Kur’an’dan öğreniyoruz: “Bebek (Hz. İsa) dedi ki: ‘Ben Allah’ın kuluyum. Bana kitabı verdi ve beni peygamber kıldı.’” (Meryem, 30).

İslam’a göre Hz. Meryem, yalnızca bir anne değil, aynı zamanda ahlaki bir rehberdir. Onun hayatı, sabır, tevekkül ve iffet gibi erdemlerin bir sembolüdür. İslam âlimleri, Meryem’i “Betül” (kusursuz iffet sahibi) sıfatıyla anar ve onun manevi saflığını hem ruhani hem de fiziksel anlamda mükemmelliğin bir örneği olarak görür: “Meryem, doğruluğu tasdik eden ve Allah’a teslim olmuş bir kuldan ibaretti.” (Maide, 5:75).

Evet yazıyı hala okumaya devam ediyorsanız ne mutlu bana.

Bir sonraki yazıda sinemanın inanca, özellikle Hıristiyan filmlerine bakışını, Meryem içerikli filmleri analiz edeceğiz.

 

Türkiye’de bu haberi engelsiz paylaşmak için aşağıdaki linki kopyalayınız👇

Kaynak: Tr724
***Mutluluk, adalet, özgürlük, hukuk, insanlık ve sevgi paylaştıkça artar***

Exit mobile version