M. NEDİM HAZAR | YORUM
Anı kitaplarına değer veren biriyimdir. Hele hele bu anılar yaşadıkları toplumları etkileyen insanların kaleminden çıkma ise çok daha kıymetli oluyor. Dünya liderlerinin kaleminden çıkan anılar ve kitaplar, tarihsel süreçlerin birinci ağızdan aktarılması açısından büyük önem taşıyor. Bu eserler, liderlerin kişisel deneyimlerini, politik kararlarının arka planını ve dönemin kritik olaylarını anlamamıza yardımcı olmakta.
Winston Churchill’in II. Dünya Savaşı deneyimlerini anlattığı altı ciltlik “The Second World War” serisi, bu alanda yazılmış en etkileyici eserlerden biridir mesela. Bu çalışma, Churchill’e 1953’te Nobel Edebiyat Ödülü’nü kazandırmış ve savaş tarihine benzersiz bir bakış açısı sunmuştu.
Keza, Barack Obama’nın “A Promised Land” adlı kitabı, modern başkanlık anılarının en çarpıcı örneklerinden biri olarak kabul edilmekte. Obama, başkanlık döneminin ilk yıllarını anlattığı bu eserde, kişisel yaşamını ve politik kariyerini ustaca harmanlamıştı. Benzer şekilde, Bill Clinton’ın “My Life” adlı otobiyografisi de başkanlık anıları arasında öne çıkan eserlerden.
Türkiye maalesef bu alanda pek bereketli değil. Enteresandır bu konuda en çok eleştirilen tartışmalı karakterlerden olan Kenan Evren, sair liderlerden daha sağlam çıktı. Bizim siyasilerimizin eli kaleme pek gitmediği için yaşadıklarını kendileriyle beraber toprağa götürdüler genellikle.
Bu alanda Turgut Özal yine farklılaşıyor. Özal’ın “Turkey in Europe and Europe in Turkey” kitabı, Türkiye’nin Avrupa ile ilişkilerini ve modernleşme sürecini ele alan önemli bir eser. Bülent Ecevit’in her ne kadar anı formatında olmasa da, çeşitli kitapları Türk siyasi tarihine ışık tutan değerli kaynaklar.
Nelson Mandela’nın “Long Walk to Freedom” adlı otobiyografisi, sadece bir siyasi lider anısı değil, aynı zamanda Güney Afrika’nın apartheid rejiminden demokrasiye geçiş sürecinin de çarpıcı bir belgesi gibidir. Mandela, hapishane yıllarından devlet başkanlığına uzanan yolculuğunu etkileyici bir dille anlatır kitabında.
Keza, Mihail Gorbaçov’un “Memoirs” adlı eseri, Sovyetler Birliği’nin son yıllarını ve soğuk savaşın bitişini anlatan önemli bir tarihi belge niteliğindedir. Bu tür eserler, tarihsel olayların farklı perspektiflerden anlaşılmasına katkıda bulunurken, gelecek nesillere de değerli içgörüler sunması açısından oldukça önemli bence.
Sadece liderler değil, eşlerinin yazdığı eserler de var; ki Türkiye bu konuda neredeyse tam bir kurak zemindir. Eh kocaları yazmamış ki, hanımları yazsın!
Devlet liderlerinin eşlerinin yazdığı kitaplar, siyasi tarihin bilinmeyen yönlerini aydınlatması açısından oldukça önemli. Michelle Obama’nın “Becoming” adlı kitabı, bu türün en başarılı örneklerinden biri. 2018’de yayımlanan kitap, dünya çapında 17 milyondan fazla satarak bir First Lady anısının ulaşabileceği en yüksek başarıyı yakalamıştı.
Hillary Clinton’ın “Living History” kitabı, First Lady olarak görev yaptığı dönemin yanı sıra, kendi politik kariyerini de ele almakta. Eleanor Roosevelt’in “This I Remember” adlı eseri ise, Amerika’nın en kritik dönemlerinden birinde Beyaz Saray’da geçen yılların samimi bir anlatımıdır.
Laura Bush’un “Spoken from the Heart” kitabı, 11 Eylül saldırıları sonrası Amerika’sını First Lady perspektifinden aktarır. Keza Cherie Blair’in “Speaking for Myself” adlı eseri ise, Tony Blair döneminde İngiltere’nin en çalkantılı yıllarına ışık tutan enfes eserlerden biridir.
Türkiye dediğim gibi bu konuda çok yetersiz. Bir iki istisna dışında yaşadıklarını samimi şekilde kaleme alan lider eşi yok gibi. 100 yıllık cumhuriyet tarihinde Semra Özal ve Rahşan Ecevit’in anı kitapları dışında başka örnek yok sanırım.
Gelelim Angela Merkel’in kitabına.
Merkel’in merakla beklenen anı kitabı “Freedom”, siyasi literatüre damga vuran bir eser olarak geçtiğimiz Kasım ayında okuyucularla buluştu. 721 sayfalık bu kapsamlı anı kitabı, eşzamanlı olarak hem Almanca hem de İngilizce yayımlanarak global bir okuyucu kitlesine ulaştı.
Kitap, Merkel’in Doğu Almanya’da geçen çocukluğundan başlayarak, fizik alanındaki akademik kariyerini ve Berlin Duvarı’nın yıkılışı sonrası siyasete atılma sürecini detaylı bir şekilde ele alıyor. 16 yıllık başbakanlık döneminde yaşanan Avrupa borç krizi, mülteci krizi, Brexit ve COVID-19 pandemisi gibi kritik olaylar hakkında daha önce hiç paylaşılmamış bilgiler ve kişisel değerlendirmeler içeriyor.
Merkel, kitabında Vladimir Putin’le olan karmaşık ilişkisini, Donald Trump döneminde gerilen Transatlantik bağlarını ve Çin’in yükselişi karşısında Avrupa’nın pozisyonunu da samimi bir dille anlatıyor. Özellikle Almanya’nın enerji politikaları ve Rusya’ya olan bağımlılığı konusundaki öz eleştirileri, uluslararası siyaset çevrelerinde geniş yankı uyandırdı.
“Freedom”, sadece bir siyasi figürün anıları değil, aynı zamanda 21. yüzyılın ilk çeyreğinde küresel siyasetin en önemli aktörlerinden birinin gözünden dünya tarihine düşülen çarpıcı bir not niteliğinde. Merkel’in bilim insanı kimliğiyle harmanlanan analitik yaklaşımı ve pragmatik liderlik tarzı, kitabın her sayfasında kendini hissettiriyor.
Kitap, kronolojik bir anlatımla iki ana bölüme ayrılıyor: Doğu Almanya’da geçen ilk 35 yıl ve sonrasındaki siyasi kariyeri. Merkel’in uzun süreli yardımcısı Beate Baumann’ın katkılarıyla yazılan kitabın İngilizce versiyonu, sekiz farklı çevirmenin titiz çalışmasıyla ortaya çıkmış.
Kitabın en canlı ve ilgi çekici bölümleri, Merkel’in Doğu Almanya’daki yaşamını anlattığı ilk 100 sayfa. Bu bölümde, solcu Protestan bir teoloğun kızı olarak geçirdiği çocukluk yılları, Berlin Duvarı’nın inşasının yarattığı travma ve iki dünyada birden yaşamanın zorluklarını samimi bir dille anlatıyor.
Kitabın satırbaşlarına bakacak olursak, Merkel, başbakanlık dönemindeki kritik olayları şöyle ele alıyor:
2008 mali krizi ve Yunanistan borç krizi
2015 göçmen krizi ve “Wir schaffen das” (Başarabiliriz) politikası
Trump dönemi ve NATO ile ilişkiler
Putin ve Rusya politikası
COVID-19 pandemisi yönetimi
Brexit süreci ve AB’nin geleceği
Türkiye ile mülteci meselesi
Elbette Merkel’i eleştiren yazılar da yayınlandı. Mesela The Guardian’da çıkan bir kitap eleştirisinde, Merkel’in önemli kararlarının arkasındaki gerçek motivasyonları açıklamaktan kaçındığını belirtilmişti. Sanırım en sert eleştiri The Economist’te yayınlandı. Dergi, Merkel’in Rusya politikası ve özellikle Nord Stream 2 projesi konusunda tatmin edici açıklamalar sunamadığını yazdı.
Almanya’nın önemli yayın organlarından olan Die Zeit ise, kitabın “iki hayatın hikayesi” olarak değerlendirilmesi gerektiğini ve Doğu Almanya deneyiminin Merkel’in liderlik tarzını nasıl şekillendirdiğini iyi anlattığını yazarak eski liderlerini üzmedi.
Angela Merkel’in kitabında, onun bilim insanı geçmişinden gelen analitik düşünce yapısı ve metodolojik yaklaşımı açıkça görülüyor. Yazarın her konuyu en ince ayrıntısına kadar inceleme eğilimi, fizikçi kimliğinin siyasi anılarına yansıması olarak dikkat çekiyor.
Merkel’in anlatım tarzı da, karakteristik özelliklerini yansıtır nitelikte: duygusal mesafe koyan, kişisel yorumlardan kaçınan ve olayları pragmatik bir bakış açısıyla değerlendiren bir üslup kullanıyor. Bu yaklaşım, onun ‘Almanya Başbakanı’ olarak tanınan yönetim tarzıyla da epey örtüşüyor.
Kitaptaki sistematik anlatım ve detaylı açıklamalar, Merkel’in karmaşık politik meseleleri bile metodolojik bir yaklaşımla ele alma becerisini ortaya koyuyor. Bu özellik, onun bilimsel geçmişiyle siyasi kariyerini başarıyla harmanlayan bir lider olduğunu bir kez daha gösteriyor.
“Freiheit-Freedom” modern Almanya tarihinin en önemli dönemlerinden birini birinci ağızdan anlatan bir belge niteliği taşıması açısından da son derece önemli bir eser. Kitap, Doğu Almanya’dan gelen bir bilim insanının Batı Almanya’nın en güçlü siyasi figürüne dönüşme hikayesini anlatırken, Avrupa’nın yakın tarihine de ışık tutuyor.
Kitapta Türkiye ve Erdoğan ile ilgili bölümleri de çok enteresan bulduğumu belirtmeliyim. Özellikle ‘havuz’ medyasının kitabı gözlerden saklamaya çalışması bana çok enteresan geldi. Zira Merkel, mülteci meselesi konusunda Erdoğan ve Davutoğlu ile yaptığı görüşmeleri aktarırken enteresan bir ayrıntı veriyor.
Merkel’e göre Avrupa, mülteci meselesinde Türkiye’ye serbest dolaşım hakkı ya da 3 milyar Avro arasında bir tercih yapmasını istediğinde Erdoğan tereddütsüz parayı tercih ediyor. Yani 3 milyar avro için, Türk vatandaşlarının Avrupa’da vizesiz dolaşabilme hakkından feragat ediyor AKP iktidarı!
Kitabındaki o bölüm şöyle: “Cumhurbaşkanı Erdoğan ile göçmen sorununda çalışmanın karşılığı Avrupa’ya vize serbestisi idi. (…) Türkiye olmasaydı, ölümüne yola çıkan insan sayısını azaltmayı başaramazdık. Erdoğan ve Davutoğlu ile görüştük, anlaştık. AB Türkiye’ye 3 milyar euro verecek, Suriyeliler Türkiye’de kalacak, bu parayla onlara orada okullar, yerleşim yerleri yapılacaktı. Türkiye, kaçak Suriyeliler’e çalışma izni de verecekti. Böylece AB’ye kaçak göç de düştü..”
Biz yıllardır, “Bu siyasal İslamcıların dini imanı paradır, milletin refahı, mutluluğu umurlarında bile değildir?” dediğimizde ‘havuz’ leşkerleri gerdan kırıp “Auuvv!” diyorlar. Erdoğan budur işte; AB’ye üyelik ve vizesiz geçiş hakkı mı yoksa 3 milyar Euro mu’ sorusu sorulduğunda zerre kadar düşünmeden ‘Para’ diyen adam…
Sözün özü; para için her şeyi yapan, paradan başka hiçbir kutsalı olmayan bir zihniyetin ispatı var Merkel’in kitabında…
Türkiye’de bu haberi engelsiz paylaşmak için aşağıdaki linki kopyalayınız👇
Kaynak: Tr724
***Mutluluk, adalet, özgürlük, hukuk, insanlık ve sevgi paylaştıkça artar***