Site icon İnternet Haberler Köşe Yazıları Yorumlar Siyaset Ekonomi Spor

İslam fetihlerinden Osmanlı egemenliğinin sonuna; Suriye

İslam fetihlerinden Osmanlı egemenliğinin sonuna; Suriye


DR. YÜKSEL NİZAMOĞLU | YORUM

İslam fetihleri öncesinde ise Suriye coğrafyasına Bizans İmparatorluğu’nun vassalı olan Gassaniler hâkim durumdaydı. VII. Yüzyıla gelindiğinde bölge Araplarının büyük bir kısmı Hristiyanlaşmış olup Hicaz’la ve özellikle de Mekke halkı olan Kureyşlilerle yoğun bir ticari ilişki içerisindeydiler. Hatta Peygamberimizin de henüz on iki yaşında amcasıyla birlikte bir kervanla Busra’ya kadar geldiği bilinmektedir.

İSLAM FETİHLERİNDEN XIX. YÜZYILA 

Bölgeye dönük ilk savaş Peygamberimiz hayatta iken yapılan Mute Savaşı olmuş, bu savaşı Tebük Seferi takip etmişti. Suriye’nin kapılarını açan ise Ecnadeyn Savaşı (634) oldu. 636’da Bizans’a karşı kazanılan Yermük Savaşı sonrasında da Suriye’nin fethi tamamlandı. Bir süre sonra Hz. Ömer tarafından Suriye valisi yapılan Muaviye, Şam merkezli Emevi Devleti’ni kuracak (661) ve bu devlet 750 yılına kadar yaşayacaktır. Ancak Abbasilerin devlet merkezini Bağdat’a taşımalarıyla bölge ikinci plana düşecektir.

Abbasilerin zayıflamasıyla bölgeye Tolunoğulları ve İhşidiler hâkim oldular. Fatımilerin bölgedeki hakimiyeti ise Selçuklular tarafından sona erdirildi. Selçukluların İran, Anadolu ve Suriye’ye egemen olmaları, uluslararası ticaretin de gelişmesini sağladı. Bu dönemlerde Suriye’de Sünni topluluklar yanında Nusayriler, Dürziler ve İsmaililer gibi heterodoks unsurlar da yaşamaktaydı. Selçuklular sonrasında bu coğrafyaya önce Zengiler ardından da Eyyübiler ve Memlükler hâkim oldular.

Cemal Paşa

Yaşanan Osmanlı-Memluk gerilimi, 1516’da Yavuz Sultan Selim’in Mercidabık Savaşı’nda Memlukleri yenerek bölgeyi Osmanlı hakimiyetine almasıyla sonuçlandı. Önce Halep ardından Şam’a giren Yavuz, eski idari yapıyı devam ettirdi. Canberd Gazali’nin isyanı sonrasında yeni bir teşkilat yapılarak Halep ile Şam ayrı beylerbeylik haline getirildi, bir süre sonra da Trablusşam beylerbeyliği kuruldu. Böylece bu üç beylerbeylik kabaca bugünkü Suriye sınırlarını oluşturdu.

Osmanlı Devleti’nin bölgedeki temel amacı; iç güvenliği koruyarak iktisadi hayatı geliştirmek ve hac kervanlarının Hicaz’a güven içinde gidip gelmesini sağlamaktı. Haçlılardan yüzyıllar sonra Fransızlar, 1798’de Mısır’a asker çıkardıktan sonra ilerledikleri Akka’da Şam Valisi Cezzar Ahmet Paşa komutasındaki Osmanlı ordusu karşısında bozguna uğradılar.

Şam ve Emeviye Camii

 

ARAP MİLLİYETÇİLİĞİNİN YÜKSELİŞİ

Osmanlı’nın Suriye egemenliğine karşı XIX. Yüzyıl başlarında en büyük tehdit Vehhabiler’di. İstanbul’da yaşanan olaylar nedeniyle bir türlü Suriye’ye destek verilemeyince Mısır’ın yeni valisi Mehmet Ali Paşa, Suriye’ye ilerleyerek hem Vehhabi tehlikesini ortadan kaldırdı hem de buranın hâkimi oldu. Oğlu İbrahim Paşa da “serasker” unvanıyla kendine bağlanan bölgedeki eyaletlere son vererek Şam merkezli yeni bir idari birim oluşturdu hatta başına da Mısır’dan sivil yönetici olarak Şerif Paşa’yı tayin etti. Böylece bugünküne yakın bir Suriye kavramı idari olarak ortaya çıktı.

Ahmet Cevdet Paşa

1841’de yeniden Osmanlı hakimiyetine giren Suriye, Tanzimat reformlarının uygulandığı Arap bölgeleri içinde önemli bir yere sahipti. 1864 Vilayet Nizamnamesi çerçevesinde Trablusşam, Sayda ve Şam vilayetleri “Suriye vilayeti” adı altında birleştirildi ve böylece tarihte ilk olarak Şam merkezli “Suriye” adı benimsendi. Sonrasında Kudüs’ün “müstakil sancak” yapılması; Lazkiye, Nablus, Trablusşam ve Akka’dan oluşan Beyrut vilayetinin oluşturulmasıyla Suriye’nin sınırları da küçüldü.

Tanzimat Dönemi Suriye üzerinde büyük devletlerin çıkar çatışmalarına sahne oldu. Beyrut’un uluslararası ticarette giderek önemli çıkması ve bölgede yaşayan gayrimüslimlerin ticarette önemli bir rol oynayarak zenginleşmeleri, Müslüman halkın tepkisine yol açtı. Suriye’de valilik görevi üstlenenler arasında Ahmet Cevdet Paşa ve Midhat Paşa gibi önemli devlet adamları da yer aldı.

Osmanlı aleyhtarı tepkiler ilanlar vasıtasıyla taleplerin dile getirilmesiyle tam olarak ortaya çıktı. İlanlarda; Osmanlı yönetimine ağır ithamlar yer almakta, “Suriyelilerin işleri ele almaları ve vatanseverlerin vatanlarının idaresini ele geçirmeleri” istenmekteydi. Böylece “millet-i Arab, Türk’ün esaretinden” kurtulacaktı. Ayrıca muhalif Araplar Jön Türklerle irtibat da kurdular. Kuşkusuz Arap halkın bu tepkisinin önemli bir nedeni de 1877-1878 Osmanlı Rus Savaşı’nın yenilgiyle sonuçlanması ve Rusların İstanbul’un banliyösü Yeşilköy’e kadar gelmeleriyle ortaya çıkan güvensizlikti.

Emeviye Camii

Vali Mithat Paşa Saray’a sunduğu layihada; Suriye’nin Arap, Türk, Türkmen, Dürzi, Nusayri, Rum, Maruni, Katolik, Protestan, Süryani ve Ermeniler gibi inanç ve dilleri farklı yirmi dört topluluk yaşadığını belirtiyor ve çözüm için vergi, askerlik ve asayiş konularında düzenlemeler yapılmasını istiyordu.

Onun yerine gelen Vali Ahmet Hamdi Paşa ise bölge halkının “sadık topluluklardan meydana geldiğini”, herhangi bir tehlike olmadığını ve Midhat Paşa zamanında alınan tedbirleri “ahmakça” bulduğunu yazacaktır. Diğer taraftan 1882-1885’te Mısır’da ortaya çıkan Urabi isyanı ve Sudan’daki Mehdi hareketi Arap ihtilalci hareketlerini daha da güçlendirecektir. Bu dönemin yabancı elçilik raporlarında ve seyyahların gözlemlerinde Arap milliyetçiliğinin temelinde “Türk nefreti” olduğu vurgusu yapılmaktadır. Kuşkusuz Arap milliyetçiliğinin güçlenmesinde diğer önemli faktörler de açılan misyoner okulları ve Hıristiyan cemaatlerin mektepleri olmuştur.

Padişah II. Abdülhamit ise Panislamizm politikasıyla Arapları hilafet çatısı altında tutmaya çalıştı. Ancak ilk Osmanlı meclisindeki 232 mebustan sadece 32’si yani %15’i Arap’tı. Suriyeli aydınlar 1895’te kurdukları Arap Birliği Komitesi ile de Osmanlı tebaası olan Araplara milliyetçilik düşüncesini aşılamaya çalıştılar.

Sykes-Picot Antlaşması

Arap milliyetçiliği fikrinin öncülerinden birisi olan Abdurrahman el-Kevakibi, Abdülhamit’in uygulamalarını “istibdat” olarak değerlendiriyor, Arapların Osmanlılardan ayrılarak din ayrımı olmaksızın bir birlik kurmalarını istiyordu. Birleşme, Arap hilafeti etrafında olacak ve resmi dili Arapça olan bir devlet kurulacaktı. Merkez Arabistan olacak ve Kureyş soyundan bir kişi halife yapılacaktı. Bu görüşler, daha önce genellikle Hıristiyan Arapların savunduğu milliyetçi fikirlerin Müslüman Araplar tarafından da şiddetle savunulduğunu göstermekteydi.

Kevakibi, Müslümanların ve özellikle Arapların geri kalmasından Osmanlıları sorumlu tutmakta, onların İslam’a hizmet etmediğini aksine Abbasi hilafetine son verip Arap eserlerini tahrip ettiklerini belirtmekte hatta İspanya, Hindistan ve Orta Asya’nın yabancı devletlerin istilasına uğramasının sebebi olarak Osmanlıları görmektedir.

YOLUN SONU: BİRİNCİ DÜNYA SAVAŞI

İkinci Meşrutiyetin ilanı sonrasında oluşan mecliste görev yapan Suriye temsilcilerinin çoğu İttihat ve Terakki’ye muhalif bir politika izlediler. İttihatçı yönetimden şikayetlerin artmasıyla da Şam, Arap milliyetçiliğinin en önemli merkezlerinden birisi oldu. Meclis dışında yer almasına rağmen Suriye siyasetinin etkili isimlerinden Reşid Rıza ve Refik el-Azm’ın önderliğinde Kahire’de “Hizbü’l-lâmerkeziyyeti’l-idâreti’l-Osmâniyye” adlı bir parti kuruldu. Refik Bey başkanlığındaki parti gizlice Suriye’de şubeler açtı.

1913’te Paris’te toplanan Arap Kongresi’nin başkanlığını da Suriye kökenli Abdülhamid ez-Zehravi yapmakta ve katılanların çoğunu da Suriyeliler oluşturmaktaydı. Zehravi Nazım Paşa’nın Şam valiliği sırasında tutuklanmış, Suriye’ye döndükten sonra da Abdülhamit’e karşı İttihatçıları desteklemişti. İkinci Meşrutiyetin ilanı sonrasında Hama’dan mebus seçilen Zehravi, mecliste Arap vilayetlerini temsil eden ve hemen hepsi Arap milliyetçiliğini savunan milletvekillerinin sözcülüğünü üstlendi. O daha sonra da 1909’da Arapların bağımsızlığı için çalışacak gizli Kahtaniyye Cemiyeti’nin kurucuları arasında yer alacaktır. Zaten bu dönemde el-Fetat (1909), el-Ahd (1913) ve el-Lâ-merkeziyye (1912) gibi ihtilalci cemiyetler kurulmuş ve Arapların bağımsızlığı temel hedef haline gelmiştir.

Osmanlı egemenliğindeki diğer Araplar için olduğu gibi Suriye için de Birinci Dünya Savaşı dönüm noktası oldu. Kanal Harekâtı’nı organize etmek üzere Şam’a gelerek Damaskus Palas Oteli’ne yerleşen Cemal Paşa, IV. Ordu Komutanlığı yanında Suriye, Filistin, Kilikya ve Hicaz Genel Valiliğini de üstlendi ve başlangıçta Arapları kazanmaya çalışsa da sonradan uzlaşmacı tutumunu terk ederek sert bir politika izledi.

Paşa’yı özellikle harekete geçiren Fransa’nın Beyrut ve Şam elçiliklerinde ele geçen Arap ayrılıkçı liderlerin Fransızlarla iş birliğine dair belgelerdi. Ardından çeşitli şehirlerde Divan-ı Harbî Örfî kurularak yargılamalar yapıldı. İlk yargılamalar sonunda da on bir kişi Beyrut’ta halkın gözü önünde idam edildi.

Paşa ardından da aleyhte faaliyet gösteren Arap aileleri Anadolu’ya tehcir etti. 1916’da da yirmi bir kişilik ikinci bir grup idam cezasına çarptırıldı. Cemal Paşa’ya yöneltilen en büyük eleştiri, İttihat ve Terakki Hükümeti’nin 1913’te çıkardığı affa rağmen af öncesinde işlenilen suçlardan dolayı bu cezaların verilmesiydi. İdamlar hem Suriye halkının düşmanlığını daha da artıracak hem de Mekke Emiri Şerif Hüseyin’in isyanının bahaneleri arasında yer alacaktır. Artık Cemal Paşa’nın en büyük gayretlerinden birisi de Hüseyin’in isyanının etkilerinin Suriye’ye ulaşmasını engellemek olacaktır.

Osmanlı ordularının çeşitli cephelerde savaştığı sırada Osmanlı toprakları İtilaf devletleri tarafından paylaşılmaktaydı. Sykes-Picot Antlaşması ile Suriye Fransa idaresine verilmesine rağmen Şerif Hüseyin’e de Suriye’nin de dahil olduğu “Büyük Arap Krallığı” vaat edilmişti.

Osmanlı Yıldırım Ordularının dağılması, Suriye için de sonun başlangıcı oldu. Karargahla bağlantısı kalmayan Cemal Paşa (Mersinli) IV. Ordu birliklerini Şam’a doğru geri çektiği gibi M. Kemal Paşa’nın başında olduğu VII. Ordu da İngilizler ve asi Araplar tarafından çembere alınınca Şeria’nın doğusuna çekilmeye başladı. Askerin çoğu şehit ya da esir olmuş, geri kalan kuvvetler de perişan bir şekilde ricata başlamıştı.

1 Ekim’de de Şam işgale uğradı. 6 Ekim’de Beyrut’un işgali sonrasında Osmanlı kuvvetlerinin Halep’in kuzeyine çekilmesiyle Suriye tamamen kaybedilmiş oldu. Mondros Mütarekesi ile de Osmanlı yönetimi resmen sona erdi. Böylece Şam gibi İslâm tarihinin en önemli şehirlerinden birisi ve Halep gibi kuzeye doğru ilerleyişte Anadolu’nun kapısı olan bir şehir İngilizlerin eline geçti.

Suriye,1920 Nisan’ındaki San Remo Konferansı’nda Fransız mandası altına verildi. Böylece Osmanlı yönetiminden sonra da bölge bağımsızlığını elde edememiş, gerginlik, direniş ve isyanlar birbirini takip etmiştir. İngiliz mandasındaki Irak için Lawrence’in dediği şu sözlerin Suriye için de geçerli olduğu söylenebilir.

T.E. Lawrence, 1920 yılında Sunday Times’taki yazısında Irak’taki İngiliz yönetimi için şöyle diyordu: “Bizim yönetimimiz Türk sisteminden bile kötü. Onlar yerli halktan yılda 14.000 asker alır ve barışı korumak için 200 Arap öldürürlerdi. Bizim ise uçaklı, zırhlı araçlı, gambotlu ve zırhlı trenli 90.000 askerimiz var. Bu yaz çıkan isyanlarda 10.000 Arap öldürdük. Bu ortalamayı daha fazla devam ettiremeyiz” (Fromkin, s. 410).

Fransızlar Suriye’yi Aleviler bölgesi, Şam devleti, Halep devleti, Dürzi bağımsız hükümeti ve Lübnan şeklinde beşe bölerek yönetmeye çalıştılar. Suriye, Lübnan’dan ayrı olarak 1936’da bağımsız olsa da Fransız askerlerinin ülkeyi terk etmesi ancak 1946’da gerçekleşecektir. Bundan sonra da askeri darbeler birbirini izlemiş ve 1956’ten itibaren başlayan Baas iktidarı, Hafız Esad ve sonra da oğlu Beşşar Esad tarafından otoriter bir rejim olarak 2024’e kadar devam etmiştir.

Kaynaklar: Tomar, C. (2009), “Suriye (Osmanlı dönemi)”, DİA, İstanbul, C. 37, s. 544-545; Buzpınar, Ş. T. (1998), “Osmanlı Suriyesi’nde Türk Aleyhtarı İlanlar ve Bunlara Ka108; Vakkas”, İAD, S. 2, s. 73-89; “Kevakibi”, DİA, C. 25, s. 338-339; Ma’oz M. (2016), “Tanzimat Döneminde Suriye’de Dini ve Etnik Anlaşmazlıklar”, Yeni Türkiye, S. 84, s. 679-685; Günay, S. (1995), “II. Abdülhamid Döneminde Suriye ve Lübnan’da Arap Ayrılıkçı Hareketlerinin Başlaması ve Devletin Tedbirleri”, AÜ DTCF Tarih Araştırmaları Dergisi, S. 28, s. 85-108;  Vakkas, S. V. ( 2017) “Cemal Paşa’nın Emriyle Aliye Sıkıyönetim Mahkemesince İdam Edilen Arap İleri Gelenlerinin Arap Ayrılıkçı Hareketlerine Etkisi”, FÜ SBE Dergisi, C. 27, S. 2, s. 297-310; Fromkin, D. (2008), Barışa Son Veren Barış, İstanbul, Epsilon.

Anahtar Kelimeler: Atatürk, Elmalılı Hamdi, M. Akif.  

 

Türkiye’de bu haberi engelsiz paylaşmak için aşağıdaki linki kopyalayınız👇

Kaynak: Tr724
***Mutluluk, adalet, özgürlük, hukuk, insanlık ve sevgi paylaştıkça artar***

Exit mobile version