Site icon İnternet Haberler Köşe Yazıları Yorumlar Siyaset Ekonomi Spor

Atatürk’ü süslemeyi bırakın – onun yarattığı haksızlıkları çözmeyi düşünün!


Mehmed S. KAYA


Türk siyasal sistemi derin bir kriz içindedir. Devlet kontrolündeki ve sansürü etkili bir şekilde kullanan gazeteleri okuyarak dünya hakkında bir şeyler öğreneceğinizi düşünmek bir yanılsamadır. Ve bir bilgi kaynağı olarak sosyal medya çoğu zaman cehaletin değiş tokuşundan başka bir şey değildir. Burada Atatürk’ün tartışmalı fikirlerini ve siyasi uygulamalarını en çok kimin yücelttiği konusunda bir rekabet var.

Bilhassa CHP’ye yakın medya Atatürk ile ilgili aşırı ve bitmek bilmeyen propagandaları sıklıkla duyuyor ve okuyoruz. Birçok kişi onun mutluluğa giden yolu gösterdiğini düşünüyor. Ama başka bir şey bilmiyorlar; ve başka hangi düşünme biçiminin daha iyi olduğunu bilmedikleri için kendi cehaletleri tarafından korunurlar. Kemalistler boş sözlerle artık kendilerini süslemezler. Rüzgârın hızlandığını görüyoruz. Çürümeden bahsediyorum. İdeolojik, siyasi ve kültürel açıdan açığa çıkan bir durum ciddidir. Bir medeniyet krizinden bahsediyorum.

Atatürk, kemalistler tarafından o kadar kapsamlı modern görüşlerle süslenmiştir ki, topluma nesnel bir şekilde yayılabilmesi adına birileri, özellikle de tarafsız uzmanların – tarihçiler, siyaset bilimciler, sosyologlar, antropologlar, hukukçular, din bilimciler vb. – onun gerçekte neyi temsil ettiğini ve ne ile suçlandığını topluma anlatması kaçınılmaz hale gelmiş. Sanırım benim gibi pek çok kişi kemalistlerin Halk TV, Sözcü TV, Tele 1’de durmadan tekrarladığı yalan propagandalardan bıktı.

Siyasi krizin belki de en önemli nedeni, totaliter fikirleri toplumun derinliklerine çivileyen Kemalizm’den kurtulmanın zorluğudur. Erdoğan hükümeti son yıllarda Kemalizm’in etkisini azaltmaya çalıştı ancak başarılı olamadı. Başta MHP olmak üzere pek çok milliyetçi parti – ki bu partilerin hepsi Atatürk’ün fikirlerini savunurlar – Erdoğan hükümetinin önünü tıkıyor. Bu partiler ve Atatürk’ün halefi CHP’nin temel argümanı, Erdoğan’ın amacının Atatürk’ün fikirlerini İslamcı temelli tekparti otokrasisiyle değiştirmek olduğu yönünde.

ÜLKE 21. YÜZYILA UYGUN YENİ BİR SİYASİ ROTAYA İHTİYACI VAR

Türkiye’nin 21. yüzyılda demokrasi için ne gibi taleplerde bulunması gerektiğini araştıracak, bağımsız akademisyenlerden oluşan bir komisyona acil ihtiyacı var. Çünkü siyasetçilerin halkı yanlış bilgilendirdiği çok açık. DEM parti dışında siyasetçiler milliyetçi-kemalist bir bakış açısıyla toplumu yönlendiriyorlar. Ve bu demokratik bir sorundur: Aydınlanmamış bir halk basitçe yanıltılabilir ve gericiliğin (irrasyonelliğin) ve otoriter güçlerin tüm dünyada yükselişte olduğu bir çağda demokratik hazırlıktan kolaylıkla yoksun kalabilirler.

İnsanların hakikatleri bilmesi gerekiyor: Demokrasi nedir, bilim nedir, siyasi etik nedir, neyin doğru neyin yanlış olduğu vb. Hem Kemalistler hem de İslamcılar hakikatleri kendi ideolojik görüşlerine göre yorumluyorlar. Basit bir örnek: Kürtlerin mücadelesini, Kürtler olmadan ya da Kürtlerin bakış açısı temsil edilmeden tartışmak. Bunu neredeyse her gün TV kanallarında izliyoruz.

Bu, demir bir kafeste yaşadığımızı gösteriyor. Otoriter sistem her yerde kendini gösteriyor. Dolayısıyla şu: Gidilecek tek yol olarak Atatürk’ün öğretilerine bağlı kalırsak Türkiye asla demokrasi olamaz.

Atatürkçülük yüz yıldır süregelen aşırı milliyetçi telkinlerden besleniyor. Performansı, etkili devlet propagandası yoluyla etkili beyin yıkamadan kaynaklanmaktadır. Kemalist propaganda, güçlü milliyetçi sloganlarla, Atatürk’ü geniş çapta överek ve süsleyerek düşüncelerimizi yönlendirmeye çabalıyor.

İLETŞİMCİNİN MESAJINI HANGİ BİLGİ KAYNAĞINA DAYANDIRDIĞI, MESAJIN GÜVENİRLİĞİ BELİRLER

Yalnızca bir tek bilgi kaynağına veya hakikatin tek bir versiyonuna erişiminiz varsa, buna nasıl inanmazsınız?

Mekanizma basittir; psikolog ve Nobel ekonomi ödülü sahibi Daniel Kahneman konuyu şu şekilde özetliyor: «What You See is All There Is».[1] Yani ne görüyorsan, hepsi odur. Hakikatler karmaşık olabilir ama bizim versiyonumuz gerçekte gördüklerimiz veya deneyimlediklerimizle sınırlıdır.

Kahneman tezini Türkiye özelinde yorumlayacak olursak; eğer tek bilgi kaynağınız Atatürkçü çizgide olan TV ise, o zaman Atatürkçü TV’ye inanırsınız çünkü hakkında hiçbir şey bilmediğiniz başka şeye inanamazsınız. Türklerin önemli bir kısmı için, kendi küçük çevrelerinin dışındaki dünyaya ilişkin en baskın bilgi kaynağı kesinlikle televizyondur.

Türkiye’de yazılı medya, internet ya da kağıt her zaman tek yönlü olmuştur ve bu, Türk televizyonuna erişimi olmayan herkesin bile Kemalist propagandanın nasıl işlediğini anlamasını kolaylaştırmaktadır. Kahneman’ın tezini şu örnekle teyit edebiliriz; Halk TV’i açın (Tele1 veya başka kanallar da olabilir). Kürtlerin anayasanın ilk dört maddesinde değişiklik talebiyle ilgili siyasi tartışmaları dinleyin. Tüm katılımcıların aynı görüşü savunduğunu duyuyorsunuz. Katılımcılar, çoğunlukla CHP’ye yakın emekli generaller, amiraller, istihbaratçılar, büyükelçiler, akademisyenler, siyasetçiler, gazetecilerden oluşan, bilinçli olarak seçilmiş “uzmanlar” ekibidir. Bunlardan birbiriyle çelişen herhangi bir bilgi duymuyorsunuz. Başkalarıyla paylaştığınız veya başkaları için “gördüğünüz” herkesin aynı algı veya düşünceye sahip olduğunu görürsünüz.

Kürtlerin anayasanın ilk dört maddesinde değişiklik yapma isteğinin kabul edilemez olduğunu ve reddedilmesi gerektiğini ve Kürtlerin Türk hukukuna ve egemenliğine saygısız bir şey talep ettiğini tüm tartışmacılardan mutlaka duydunuz, deği mi? Çünkü tartışmacıların görevi, Atatürk’ün ruhuna uygun olarak, diğerlerini (Kürtleri) Türklerle aynı haklardan mahrum bırakacak şekilde kendilerini ifade etmektir. Oysa demokratik ülkelerde bunun tam tersi bir ilke uygulanıyor: Kendinizi, başkalarını da aynısını yapma hakkından mahrum bırakacak şekilde ifade etmemelisiniz!

Halk TV’den duyduklarınızın doğru olmadığına inanmanız için özel bir neden var mı? HAYIR. Görünen o ki, demokratik ülkelerdeki medyadan farkı Halk TV’nin hakikatlere aykırı bir hikaye anlatmasıdır. Tek bilgi kaynağı olarak bunu kullanan insanlar, birdenbire dünyayı tamamen yeni bir ışıkta göremez elbette. Aşırı milliyetçi ideolojiler arasında ideolojinin anlam kazanabilmesi için gerçekliğin inkar edilmesi yaygındır.

O zaman tarafsız kaynaklar önem kazanıyor. Neyin propaganda edildiğini bilirseniz ve kemalizme eleştirel gözle bakarsanız biraz daha dik durursunuz. Belki o kadar kararlı duruyorsunuz ki, aynı fikirde olmadığınız tutum ve gündemlerle karşılaştığınızda daha kolay misilleme yapıyor ve sesinizi yükseltiyorsunuz?

Şunu hatırlamak önemlidir: Otoriter ve totaliter siyasi rejimlerin yükselişini karakterize eden şey, kendini ifade etme fırsatının, ya şiddet tehdidiyle ya da platformun kaldırılması yoluyla sistematik olarak ortadan kaldırılmasıdır. İnsanların kendilerini ifade etmelerine izin verilmemesi yönündeki herhangi bir talep, bu tür rejimleri tam olarak karakterize eden bir düzeltmenin tohumlarını içinde taşır. Sonuçta Türkiye’de Kemalizm, Almanya’da Nasyonal Sosyalizm, Sovyetler Birliği’nde Stalinizm, tartışmaları kazandıkları için değil, onları ortadan kaldırdıkları için galip geldi.

100 yıldır Kemalizm kendisini derinden trajik bir duruma soktu; etkileri gelecek kuşaklara da yansıdı. Bu konuda şöyle bir atasözü vardır: “Hakikatleri inkar ederek, yalan söyleyerek dünyada çok yol kat edebilirsiniz ama geri dönüş yolunu bulamazsınız.”

Yalana karşı tek çare hakikat ve doğru bilgidir; ama hakikat ve bilgi bastırıldığında kazanan yalan olur. Böyle bir durumda hepimiz savunmasız kalırız.

Kemalizm var oldukça Türkiye’nin demokratikleşme tartışmasına karşı tanrılar bile boşuna savaşıyor. Yinede her zaman umut vardır.

Mustafa Kemal ve haleflerinin yürüttüğü acımasız politikaları değiştirmek için ne yapılabilir? Geçmişi eleştirmeli, geleceği ise yapıcı yapmalıyız. Kemalistlerin nihai hedefinin Türkiye’yi saf bir etnik Türk ırkı haline getirmek olduğunu düşünmek saf romantizmdir.

Yapıcı düşünmek yeni fikirler üretirken, Kemalizm otoriter eskiyi geri dönüştürüyor. Yani 1930’ların temellerine dönüş! Ya da Anadolu medeniyetinin yapı-söküme uğraması.

Atatürk Kürtleri bir halk olarak inkar etti. Kürtlerin inkar edilmesi, temsil ettikleri her şeyin topyekün yok edilmesini ve değersizleştirilmesini amaçlayan bir başa çıkma stratejisidir. Yani Kürtlerin halk olarak tanınma talebi, kemalistlerin hoşnutsuzluğunu, hoşgörüsüzlüğünü, tiksintisini, hatta küçümsemelerini, nefretlerini harekete geçiriyor.

Anladığım kadarıyla dikilmiş düğmeler ve cam boncuklar artık çekici değil. Tarih, eninde sonunda kemalist devletin egemen sınıfı hakkındaki hükmünü verecektir.

EĞER CHP SOSYAL DEMOKRAT OLMAYI SEÇERSE KEMALİZMDEN VAZGEÇMELİ

Sosyal demokrat CHP, Kemalizmi hatırlatabilecek her şeyden kurtulabilecek mi? Avrupa’da faşizmi savunan hiçbir sosyal demokrat parti bilmiyorum, yoktur. Kemalizm Türkiye dışında Franco-faşizmi ile eş tutuluyor. İspanya parlamentosu Franco’nun faşist yönetimini kınadı, demokrasiye geçti, AB’ye üye oldu ve diktatör Franco’nun naaşını Valle de los Caídos onur yerinden aile mezarlığına taşıdı.1974 yılında askeri cuntayı deviren Yunanistan, aynı zamanda diktatörlüğü de kınayarak demokrasiyi inşa etti ve AB’ye katıldı. Bu bağlamda Portekiz’in de İspanya ve Yunanistan ile aynı yolu izlediğini belirtmek gerekir.

Bu ülkelerin rejimleriyle Atatürk rejimi arasında birçok ortak referans noktası vardı. Bu ülkelerin askeri diktatörlüklerinde olduğu gibi Atatürk’ün de askeri geçmişe sahip olmasıdır. Atatürk, sivil toplumu askeri zihniyetle yönetti. Atatürk, iktidarı boyunca muhalefeti yok etmek veya kendi iradesini onlara dayatmak amacıyla askeri mantığı ve silah gücünü kullanmıştır. Gücün merkezileştirilmesi, yani tüm gücü kendi elinde toplaması bir komuta yönetimi mantığıdır. Gücün merkezileşmesiyle birlikte Atatürk, Kürtlere yönelik baskıyı artırdı ve bu da Kürtlerin Atatürk’e olan nefretini artırdı.

NORVEÇ ÖRNEĞİ

Demokratikleşmeyi savunan bir parti Atatürk’ün eylemlerini ve duruşunu haklı gösterebilir mi? Hükümet konumundaki CHP, Atatürk ve haleflerinin gurur duyduğu Türk hakim etnik milliyetçi anlayışından vazgeçebilecek mi? Örneğin Norveç 1980’li yıllarda anayasasına ülkenin Norveçlilerden ve Samilerden (Laponlar) oluştuğunu belirten bir madde ekledi. Resmi olarak 35 bin nüfusa sahip olan Samiler, Norveç’in yerli halkıdır. Sami dili Norveççe’nin yanı sıra resmi dildir. Samilerin çoğunlukta olduğu beş belediyede Sami dili birinci resmi dildir. CHP, Türkiye’deki Kürtler için Norveç örneğini tanıyabilir mi? Bu CHP için belki en önemli demokrasi sınavı olmalı.

Mevcut hükümet komşu ülkelerle ilişkilerde yayılmacı bir politika izliyor. CHP, Erdoğan hükümetinin yayılmacı politikasını devam ettirecek mi, yoksa kınayacak mı? En önemlisi; İktidardaki CHP, Atatürk’ün bizzat uygulamaya koyduğu inkar ve zorunlu asimilasyon politikasından tamamen vazgeçecek mi? Asimilasyon, çağımızda en ırkçı deney olarak algılanıyor. Yoksa partinin söyleminde önümüzdeki yıllarda Atatürk milliyetçiliği hakim olmaya devam mı edecek? Ve belki de bir o kadar önemli soru; CHP hükümetinin selefleri gibi Kürt siyasal hareketinin varoluş mücadelesini terör olarak tanımlamaya devam edip etmeyeceğini bilmek de cazip geliyor?

CHP ülkeyi hâlâ Atatürk’le özdeşleştiriyor. CHP’nin yeniden düşünmesi gerekiyor. Kürtler için Atatürk hiçbir zaman Türkleri ve Kürtleri birleştirebilecek bir simge olmadı ve olmayacak! Atatürk’ün inkar ve zorla asimilasyon anlayışı Kürt halkı arasında hiçbir zaman destek ve saygı görmedi. O, katı güç kullanarak ve bunu “Türkiye Türklerindir”, “Ne mutlu Türküm diyene” “Vatandaş türkçe konuş” gibi ırkçı propagandalarla birleştirerek ülkenin kontrolünü elinde tuttu.

Pek çok kişi Atatürk’ün totaliter olmasına gözlerini kapattı ya da ülkenin bu kadar güçlü bir lidere sahip olmasının gerekli olduğunu düşündü. Bu şaşırtıcı değil. Bahane uydurmak Türkiye’de yaygın bir kültür haline geldi. Atatürk eşi benzeri olmayan bir kişisel kültün nesnesi haline getirildi. Pek çok yere, okullara, üniversitelere, caddelere, limanlara, spor sahalarına, köprülere, havaalanlarına onun adı verilmiştir. Bu girişim Kürtlerin gözüne sopa sokmakla aynı şey değil mi?


Mehmed S. Kaya kimdir?

Bingöl’ün Solhan ilçesinin Keşkon mezrası doğumludur. Lillehammer Inland Norveç Üniversitesi’nde sosyoloji profesörüdür. ‘The Zaza Kurds of Turkey’ kitabının yazarıdır.

KAYNAKÇA

Daniel Kahneman: Thinking, Fast and Slow, Penguin Books Ltd, 2012.

Kaynak: Artı Gerçek
***Mutluluk, adalet, özgürlük, hukuk, insanlık ve sevgi paylaştıkça artar***

Exit mobile version