Site icon İnternet Haberler Köşe Yazıları Yorumlar Siyaset Ekonomi Spor

Türkiye’nin önemi bitti mi?

Türkiye’nin önemi bitti mi?


MAHMUT AKPINAR | YORUM

Geçen hafta içinde Kayseri’de görülen davada yerel mahkeme AİHM’in verdiği ‘Yüksel Yalçınkaya’ kararını dikkate almayarak, mahkûmiyeti tekrarladı. Her hafta, bazen her gün Hizmet Hareketi’ne yönelik nefret operasyonları devam ediyor. Toplumun her tarafından pislik dökülüyor, Bülent Arınç bile ‘Sodom & Gomore’ benzetmesi yapıyor. Devlet, mafya ve suç örgütleri tarafından ele geçirilmiş ama AKP iktidarı hala masum insanlara tantanayla operasyon yapıyor ve hapse atıyor. Bu durum pek çok insanın Türkiye’den ümidini kesmesine neden oluyor.

Yurt dışındakiler için bu atmosfer onları hicrette tutunmaya, çabalamaya itebilir. Ancak Hizmet özelinde düşündüğümüzde camianın hala yüzde 90’ı Türkiye’de yaşıyor. Böylesi haberler, gelişmeler onları daha olumsuz etkiliyor. Geleceğe dair beklentileri kayboluyor, karamsarlık ve eylemsizlik yükseliyor. Yaşanan her olumsuzluk Türkiye’ye “terkedilmesi gereken, batık ve bitik bir ülke” nazarıyla bakmalarını sonuç verebiliyor.

Türkiye artık iflah olmaz mı?

Anadolu yarımadası iklimi itibari ile tarıma, yaşama en müsait orta kuşakta yer alıyor. Bu nedenle de insanlık tarihinde hep önemli medeniyetlere ev sahipliği yapmış, tarihin her döneminde önemli güçler çıkarmış, açık insanlık tarihi müzesi konumunda. Dünyanın en zengin flora ve faunasına (bitki ve hayvan çeşitliliği) sahip. Karaları bir bütün olarak göz önüne aldığınızda Nasrettin Hoca’nın dediği gibi yaşlı kürenin merkezinde yer alıyor. Eski kıtaların kesişim noktasında, kara ve deniz ulaşım yollarının kavşağında.

Kültürlerin, dillerin, medeniyetlerin yoğun etkileşimde olduğu geçiş güzergahı. Yani Türkiye bir ülkenin güç unsurları arasında bulunan tarih, coğrafya, iklim, stratejik konum gibi sabit unsurlar açısından çok avantaja sahip. Ama insan niteliği, ekonomik güç, adalet, eğitim, toplumsal bütünlük gibi konularda ciddi yaralar aldı. Ülke, insan unsuruna, eğitime önem verip toplumsal birlikteliği yakaladığında her daim güçlü olma potansiyelindedir. İçine düştüğü badireden kurtulup doğru adımları atabilirse Türkiye etkili bir devlet, itibar gören bir toplum olabilecektir.

Anadolu coğrafyası bir İzlanda değil. Zayıf devletler ve toplumlar burada ayakta duramaz, yıkılır, dağılır. Bu coğrafyada ya ayakları yere güçlü basan, kaynaklarını değerIendiren, toplumsal barışı sağlamış etkili bir devlet olursunuz veya daha önce gelip geçmiş pek çokları gibi tarihe karışırsınız.

Hizmet açısından Türkiye önemli olmaya devam edecek mi?

Son dönemde yaşanan ağır kıyım ve kırım insanların mallarına, şirketlerine çökülmesi, kurumların gasp edilmesi, kitlesel tutuklamalar, bebeklere, yaşlılara kadar zulmedilmesi Hizmet insanında Türkiye ile ilgili ümidin kırılmasına sebep oldu. Hatta bu konuda Üstad’ın, Hoca Efendi’nin Anadolu ile ilgili hüsnü şehadetlerine şüpheyle bakılır oldu.

Felaket döneminin beklenenden uzun sürmesi bunda etkiliydi. Zira, sürecin önceki olağan dışı dönemlerde olduğu gibi 3-5 yıldan sonra hafiflemesi beklendi ama zulüm durmaksızın devam ediyor. Aradan 10 yıl geçmesine rağmen tutuklamalar, hapisler, baskılar hız kesmiyor.

Hizmet insanlarının Anadolu’dan umut kesmesine sebep olan temel saik ise toplumun bu zulme sessiz ve seyirci kalması. Aydınlardan, sosyal, dini kesimlerden itiraz yerine onay gelmesi. Yurtdışında yaşayan bazı arkadaşlar, “Benim öyle bir memleketim yok! Öyle bir toplumun mensubu olmaktan utanç duyuyorum!” gibi uç söylemlere sahipler. Keza Türkiye içinde zulme, dışlanmaya maruz çok insan, “Lanet olsun böyle coğrafyaya, böyle duyarsız topluma! Burada yaşamaktansa dünyanın herhangi bir yerine çekip gitmeye razıyım!” diyor.

Yaşadıklarımız bizde ağır travma etkisi oluşturdu. Bazılarımızda çaresizlik, tükenmişlik sendromları görülüyor. Yaşadıklarımızın etkisiyle Anadolu’nun, halkın kutsanması, övülmesi bazılarımızda reaksiyon oluşturuyor. Beklediği vefayı, insani tavrı bulamayınca yıllar boyu anlatılan, ruhumuza kazınan Anadolu aşkı, Türkiye sevdası bazı insanlarda nefrete dönüşebiliyor. Bu hal rasyonel bir tavırdan öte duygusal, reaksiyoner bir tepki. Önemli oranda yaşanılan travmanın sonucu ve geçici olduğunu düşünüyorum.

Biraz uzun sürse de bu zulüm dönemi de mutlaka sona erecektir. Travmatik süreci atlatınca tepkilerimiz, duygularımız da normale dönecektir. Sürecin daha erken bitmesini umduğumuz için ümitlerimizin feri, sabrımız yaşadıklarımıza yetmedi ve biraz karamsar hale geldik. İşinden edilse, hapse atılsa, malına çökülse, âtıl bırakılsa da Türkiye’de hala çok önemli insan sermayesi var. Kurumsal yapılara çöküldü, imkanlar gasp edildiyse de bu harika işleri deruhte eden insanlar daha tecrübeli, görmüş geçirmiş olarak orada duruyorlar.

Şartlar değiştiğinde, ortam normalleştiğinde, hukuk geri döndüğünde bu insanlar kırgınlıklarını bir yana bırakıp, gördükleri vefasızlıkları derinlere gömüp ülkeye ve insanımıza tekrar hizmet edeceklerdir. Umarız ki halkın büyük kısmı mahcubiyet duyacak, yaşatılanlar nedeniyle özür dileyecektir.

Bizler belki de Türk toplumunun kadirşinaslığını biraz abarttık. Oysa onlar da Hitler karşısında Almanların, Mussolini karşısında İtalyanların verdiği tepkiyi verdiler. Baskıya, zulme, tehdide maruz toplumların refleksini gösterdiler, sindiler, sustular. Sessizlikleri korkudandı, kaygıdandı, cehalettendi. Bu halk çok sevdiği, defalarca iktidar yaptığı Menderes ve arkadaşları idam edilirken de sustu. Ama sonra çocuklarına Menderes ismi verdiler, asılan siyasetçileri “demokrasi kahramanı” ilan ettiler. Ülkede son 10 yılda yaşananlar çok da normal şeyler değildi. Muhtemelen Türkiye’deki korku atmosferini dikkate almaksızın, toplumsal dokuyu iyi analiz etmeksizin fazla beklentilere girdik.

Yaşadıklarımız olağan şeyler olmasa da, şüphesiz bitecek ve geçecek. Tüm zalimler gibi bunlar da devrilip gidecekler. Türkiye en azından eski normallere dönecek. Belki de yaşanan felaketlerin öğreticiliği ile halk ve aydınlar çok daha yüksek standartta hukuk ve demokrasi talep edecek.

Öte yandan kaderin planı gereği Cenabı Hak, Türkiye’de var olan yığılmayı, insan potansiyelini dünyaya dağıtmış oldu. Biz planlama yapıp böyle bir dağılımı beceremezdik. Hicrete gönüllü bu kadar insan çıkaramazdık, çıkarsak imkanlarımız, ekonomik kabiliyetiniz yetmezdi. Gelişmiş devletler bize böyle kapılarını açmaz, vatandaşlık vermezdi. Ama yaşanan zulüm sürecinin ardından devletler uluslararası hukuk gereği ilticaları kabul etti, ekonomik, sosyal her imkânı sağladı, önümüze türlü imkanlar serdiler. Dolayısıyla Türkiye’deki hizmet insanlarının önemli bir kısmı dünyaya dağılmış oldu.

Kıyas doğru mudur bilmiyorum ama yaşadığımız tablo, Osmanlı çöküş ve dağılma sürecinde iken, toplum türlü dertlerle boğuşurken, Bediüzzaman’ın Batum üzerinden Van’a geçerken Tiflis’te Rus polisiyle yaptığı konuşmayı aklıma getirdi. Bu dönemde İttihatçılar iktidardadır. Osmanlı devleti çok kötü yönetildiği için hızla dağılmakta, toplum ayrışmaktadır. Bediüzzaman, Şeyh Sanan tepesinde düşünürken kendisine, “Ne yapıyorsun?” diyen Rus polisine, “Medresemin planını yapıyorum.” der. Polisin, “Şaşarım senin ümidine! Bitlis neresi, Tiflis neresi? Alemi İslam ve Osmanlı perişan ve dağılıyor.” sözüne karşılık Üstat, “Ben de şaşarım senin aklına! Bu kışın devamına ihtimal verebilir misin? Her kışın bir baharı, her gecenin bir neharı vardır. Asya’da âlem-i İslâm’da üç nur birbiri arkasında inkişafa başlıyor. Sizde birbiri üstünde üç zulmet başlayacaktır. Şu perde-i müstebidane yırtılacak, takallüs edecek, ben de gelip burada medresemi yapacağım.” diye cevap verir. (Tarihçei hayat 77).

O dönem itibariyle akla ve ümide uzak o şeyler olur ve Bediüzzaman hesabına binlerde okul sadece Anadolu’da açılır. Onun planını yaptığı medreseler, üniversiteler, mektepler, hastaneler kıtalara yayılır.

Arızi olarak Anadolu’daki insanlarımız zor durumda ise de, geleceğin dünyasında Türkiye yine önemli olacaktır. Anadolu’daki insanlarımız yaşadıkları ağır zulmün altında eziliyor, bazen ümitlerini yitiriyorlar. Bazılarında sürecin bitmeyeceği vehmi oluşuyor. Ama bunlar doğru değil. Tıpkı daha önceki zülüm dönemleri gibi bu dönemde geçecek ve bitecek. Allah’ın izniyle yeniden o güzel insanlar ve çocukları büyük hizmetler yapacaklar. Hizmet, yükselme dönemi içindeki ‘Fetret Dönemine’ benzer olaylar serisi yaşıyor. Bu dönem 11 yıl sürmüştü. Anadolu’nun, Osmanlı’nın kazanımlarının bir kısmı kaybedildi, iç çatışmalar, kardeş kavgaları oldu, düşmanlar fırsattan istifade ettiler. Ama Çelebi Mehmet Osmanlı’nın ilk asrında oluşan potansiyeli kullanarak ülkeyi, toplumu yeniden toparladı, insanlara ümit verdi. Hizmet bir yolun bitiminde değil, ortasında. Allah yetişmiş, donanımlı, samimi bu insanlara yeni hayır kapıları, yeni ufuklar açacaktır. Anadolu yeniden önemli yükler taşıyacaktır; buna inanalım.

Allah’ın izniyle halk, yapılanları fark edecek (fark etmeye başladı zaten) ve kadirbilir hale gelecek. Bu arada Hizmet Hareketi’nin politik bir hedefinin olmadığını şiddetle bir işinin olmadığını herkes iliklerine kadar hissedecek. Hizmet’in varlığına olan ihtiyaç çölde susuz kalmış insanların ihtiyacı gibi hissedilecek. Belki tam o noktada süreç bitecek ve dünyaya dağılmış Hizmet insanlarıyla Türkiye’de kalan hizmet insanları müşterek çalışarak ülkemiz ve insanlık için hayırlı projeler üretmeye devam edecekler.

Puslu hava dağılacak, haramiler kaçışacak ve Türkiye’nin önü açılacak, kısa sürede toparlanıp önemli önemli bir aktör haline gelecek diye ümidim var.

Türkiye’de bu haberi engelsiz paylaşmak için aşağıdaki linki kopyalayınız👇

Kaynak: Tr724
***Mutluluk, adalet, özgürlük, hukuk, insanlık ve sevgi paylaştıkça artar***

Exit mobile version