Site icon İnternet Haberler Köşe Yazıları Yorumlar Siyaset Ekonomi Spor

Narin çığlığı!

Narin çığlığı!


NECİP F. BAHADIR | YORUM

Bugüne kadar Türkiye’de çok ‘kayıp çocuk’ vakası yaşandı fakat hiçbiri ‘Narin’ kadar ses getirmedi. Narin üç haftadır ülkenin ana gündemi; gazeteler, ekranlar ve sosyal medya Narin haberleriyle dolu. Ne yayın yasağı ne de soruşturmanın gizliliği haberlerin önünü alabildi. Komplo teorilerinin, senaryoların, iddiaların bini bir para…

Önceki yazıya ilaveten birkaç noktaya daha dikkat çekmek istiyorum. Öncelikle söylemeliyim ki yargı ve mülki idare süreci yönetemedi. Milyonların ilgi ve alakasını üzerine çeken bir olayda ‘yasak ve gizlilik’ işlemez. Kamuoyunun sorularına cevap gerekir. Soruşturmaya zarar vermeyecek şekilde bazı bilgiler medyayla paylaşılabilirdi. Bu olmayacınca ‘dedikodu ve söylentiler’ gerçekmiş gibi dolaşıma sokuldu.

Yargının gizlilik kararına rağmen hiç bilgi sızmadı değil. Nevzat Bahtiyar adında bir itirafçı ve tutuklanan amca Salim Güran’ın ifadeleri bilinçli şekilde sızdırıldı. Kaynağı Diyarbakır mı yoksa Ankara mı anlaşılamadı. Ama sorumluluk Diyarbakır’ın tabii. Baro Başkanı Nahit Eren bile, “Yetkililer gizliliğe riayet etmiyor!” diye isyan etti. Her iki ifade metni de çelişkilerle dolu… Ve olayı belli yöne kanalize etme amacı güttüğü ortada.

Sorgu sırasında amcaya, “Narin senin çocuğun mu?” diye sorulması normal karşılanabilir fakat bunun medyaya sızdırılması birçok senaryoya sermaye olmaz mı? Hem de nasıl… Ne komplo teorileri anlatılıyor ekranlarda, her biri akla ziyan. Birileri bu vahim cinayeti magazin unsuruna dönüştürmek mi istiyor acaba? Narin, “Görmemesi gereken bir şeyler gördü!” cümlesi herkesin dilinde.

Doğru mu bu? Yoksa köy dedikodusu mu? Bilmiyoruz.

Sosyal medyada bir haber gördüm; bir yetkili, “Yazılanların yüzde 90’i yanlış…” diyen… Narin’in abisi de isyan etti; “Yeter, Allah için duyduğunuz her şeyi gerçek gibi yazmayın, konuşmayın!” diye.

Haksız mı? Değil elbette.

Doğru bilgilerin paylaşılması için daha çok gün geçmesi gerekiyor? Üç hafta yetmedi mi? Olağan şüphelilerin hepsi göz altında… Delil karartma söz konusu olamaz. Bu aşamada daha sağlıklı bilgilendirme gerekmez mi?

Katil kim, hala bilmiyoruz!

Haftalar geçti, hala “Katil kim?” sorusunun cevabı yok ortada. Amca mı? Abi mi? Yoksa bir başkası mı? Anladık ‘katil’ evin içinde! Uzaklarda değil, aileden biri… Ama kim? Onca sorguya rağmen cinayet hala aydınlatılamadı mı? Arama, tarama safhasındaki zafiyet yargı sürecinde de mi söz konusu yoksa? Ya da yargının üzerinde eksik olmayan ‘bir el’in müdahelesi mi söz konusu? AKP’li Galip Ensarioğlu’nun ‘aileyi tanıdıklarına’ yönelik sözleri her türlü olasılığı akla getiriyor.

Kameralara takılan dere kenarındaki araba 19. gün ancak dikkat çekebildi ve Narin’in cansız bedenine ulaşılabildi. En azından görüntülere bakan gözlerde dikkatsizlik söz konusu. Sorgulamalarda da amatörlük… Yoksa mutlaka bir ipucu yakalanır, bir iz ilk günden ortaya çıkardı. Bu çağda ‘kusursuz cinayet’ işlenemez. Ancak birileri tarafından ‘üstü örtülen’ cinayetler söz konusu olabilir.

Nedir bu suskunluk? Aile lal kesildi. Köyün ağzını bıçak açmıyor. Suskunluğun sebebi ne olabilir? Korku mu?  Filmlerde sır saklayan esrarengiz kasabalar vardır. Tavşantepe sırlı köy oldu çıktı? Narin’in katledilmesi herkesin bildiği bir sır mı?

Havaya bakılırsa öyle.

CHP’li Sezgin Tanrıkulu köylülere seslenirken, “Allah aşkına konuşun!” diye yalvarıyor adeta. Yok mu vicdanlı bir ses?  Bildiğini söyleyecek, duyduğunu anlatacak yürekli ve vicdanlı biri çıkmayacak mı?  ‘Omerta’ denen ‘suskunluk yasası’ mafya gibi organize suç örgütlerinde olur. Bir köyün ‘omertası’ mı olur Allah aşkına!  Küçük, masum bir kızın katledilmesinden haberdar olan bir vicdan bu yükü nasıl taşıyabilir?

Peki ya ailesi? Cinayeti aydınlatacak bir ifade, bir itiraf olsa herhalde sızardı. Şu ana kadar ne ana babadan, ne kardeşlerden ağzını açana rastlandı!

Köy sussa da, aile konuşmasa da hemen her haneden Narin feryatları, çığlıkları yükseliyor. Narin, ailenin bir ferdine dönüştü. Milyonların hanesi cenaze evinden farksız. Ateş düştüğü yeri değil bu kez bütün ülke sathına yayıldı ve yürekleri yaktı, dağladı.

Şu ana kadar en ileri bilgiler ‘itirafçı’ diye tabir edilen Nevzat Bahdiyar’dan geldi. Bir itirafçıdan çok, dere kenarında arabasının kameralara yakalanamasının ortaya çıkmasından sonra ‘suçüstü’ yakalanmış biri gibi. Anlattıkları arasında büyük boşluklar var. Ve doğrulanması, teyit edilmesi gereken bilgiler… O kişinin ek ifade de verdiği medyaya yansıdı. Yeni ifadesinde bir önceki metnin bazı bölümlerini değiştirdi.

Narin’in cesedini saklayıp, namaz kılmış!

İtirafçının anlatımına yansıyan bir fotoğraf var ki… Asla unutulmayacak. R.B, amcadan Narin’in cansız bedenini saklamak için aldıktan sonra dereye inmiş, en uygun yer diye bellediği yere çuvalı yerleştirmiş, üzerine 20 kilo ağırlığında taş koymuş, ardından eve dönmüş. Namazını kılıp, gece yarılarına kadar Narin’i arama çalışmalarına katılmış.

Namazla, cinayet nasıl bu kadar kolay bir araya gelir? Namaz, cinayetin bir parçası olmaya engel olmadı mı? İki farklı eylemi vicdanında nasıl buluşturabildi?

Oysa artı eksi kutbu gibi bu iki eylem birbirlerine iter. Aynı bedende buluşmaz. Bu fotoğraf karşısında muhafazakar kesimin oturup uzun uzun düşünmesi lazım. Dine, dindarlığa bundan daha ağır darbe olabilir mi? Yarın, her şey unutulur ama bu ‘namaz ve cinayet’ birlikteliği unutulmaz. Ve muhafazakarların önüne konur.

Diyanet’e, ilahiyat fakültelerine ve dergahlara buradan çok acı ve ibretlik sorular çıkar. Farkındalar mı acaba? Sorulara kızmak değil adam gibi cevap vermek gerekir.

AKP medyasının, Narin olayının iktidar eleştirisine dönüşmemesi için yoğun çaba içinde olduğu gözden kaçmıyor. Böyle bir cinayette iktidarın sorumluluğu nasıl inkar edilebilir? Bu iklim kimin eseri? 22 yıllık AKP’nin hiç mi sorumluluğu yok? ‘Nedir bu?’ diye sorulmayacak mı? Önceki yazıda Erdoğan’ın kendi cümleleriyle mesuliyetini hatırlatmıştım. O sorumluluğunun gereğini yerine getirmedi.

Mesuliyet olayın takipçisi olmaktan ibaret değil; her iktidar yapar bunu. O cümleleri kuran, Akif’in şiirini okuyan, Hz. Ömer’e öykünen birinin ‘fark’ ortaya koyması gerekmez mi?

Koyabildi mi peki? Ne gezer… Takipçisi olacakmış… Hepsi bu.

Erdoğan’ın sözlerinin retorik ve hamasetten ibaret olduğu yaşanarak görüldü. ‘Mesuliyetim altında’ dediği bir kız çocuğunun hunharca katledilmesi karşısında yaptığı tek şey, senin benim gibi ‘takipçisi’ olmak. Başka…?

Yazık…

Türkiye’de bu haberi engelsiz paylaşmak için aşağıdaki linki kopyalayınız👇

Kaynak: Tr724
***Mutluluk, adalet, özgürlük, hukuk, insanlık ve sevgi paylaştıkça artar***

Exit mobile version