Site icon İnternet Haberler Köşe Yazıları Yorumlar Siyaset Ekonomi Spor

Kent üzerinden yeni bir kimliğin inşası


Tolga GÜNEY *


Yeni olan her şey eskinin tamamen yıkılıp, yakılması, un ufak edilmesi üzerine kurula geldi. Eskiye ait tüm izleri silinmeden yeninin kurulamayacağını biliyoruz. Onun için eskiyi tüm izleriyle silmek için elimizden geleni yaparız. Tıpkı yeni kurulan Türkiye Cumhuriyeti ulus devleti gibi…

II. Abdülhamid ile başlayan İttihat ve Terakki ile devam eden uluslaşma ve yeni kimlik inşaası süreci “Kurtuluş Savaşı” ve sonrasında kurulan cumhuriyet yıllarında da devam etti. 30 Ağustos’ta Büyük Taarruz’da galip gelen Türk ordusu hedefine “Akdeniz”i koyarak 9 Eylül’de İzmir’e kadar geldi.

30 Ağustos’tan sonra “Akdeniz’i hedef” alan ordu, ilerleyişini sürdürürken, daha önce yerlerinden sürgün edilen Rumlar, bu sefer de ordunun ilerleyişi karşısında yerlerinden göçmek zorunda kaldı. Rumlar, binlerce yıllık yurtlarını, evlerini, bahçelerini geride bırakarak, Yunan ordusunun geri çekilişi ile birlikte İzmir’e doğru ilerledi.

Rum gazetelerinde çıkan haberlerde ise, göç etmekte olan Rumların Anadolu’dan gelenlerle birlikte 600 bine ulaştığı bilgisi verilmekteydi. Savaş sona erdi, cumhuriyet ilan edildi fakat Osmanlı’nın resmi nüfus kayıtlarında 800 bin olan Küçük Asyalı Rum’un akıbeti ise bilinmez olarak kaldı.

“Kaderine terk edilmiş İzmir, 14/9/1922”

Cumhuriyet tarihi boyunca da “gavur” olarak anılan İzmir’e ilk girenin de Pontos katliamlarında adını duyuran Sakallı Nurettin Paşa olması tesadüf değildi. Nitekim, daha ikinci gün İzmir Rum Ortodoks Kilisesi Metropoliti Hrisostomos Kalafatis, onun emri ile tutuklandı ve linç edilerek katledildi.

İzmir’in de Pontos ve Küçük Asya gibi Rumlar ve Hristiyan nüfustan “temizlenmesi” için tüm izlerinin yok edilmesi gerekiyordu ve 13 Eylül günü bu yok ediş başladı. Rum ve Ermenilerin yaşadığı mahallelerden alevler yükseldi ve durdurulamayan alevler Hristiyanlara ait tüm izleri yaktı. Tarih boyunca önemli bir liman kenti olan İzmir, 1922 yangını ile yeniden inşa sürecine girdi, şehrin demografik, sosyolojik yapısı tamamen değişti.

9 Eylül’de Türk ordusu İzmir’in kapısına geldiğinde yaklaşık 150 bin Rum mülteci İzmir sahili boyunca birikmiş gemilerle tahliye edilmek için bekliyordu. 10 Eylül Pazar 1922 yılında Sakallı Nurettin Paşa askerleri ile beraber İzmir’e girdiğinde tahliyeler hızlandırıldı. Fakat 12 Eylül günü Ermeni mahallelerinde yangın başladı ve bu söndürülmeden, bu sefer Rum mahallelerinde alevler yükseldi. Bu yangınlar hızla Kordon’a kadar ulaştı.

16 Eylül’de söndürülen yangınlarda İzmir Tiyatrosu, Kramer Oteli, İzmir Palas, Posta ve Telgraf Dairesi, Sporting Klüp, Paris Kahvesi, Fransız ve İngiliz Konsoloslukları, Tütün Rejisi, Frenk mahallesindeki mağazalar, pasaport daireleri ve bankalar başta olmak üzere bu yangında şehrin üçte ikisi yangında kül olup yandı.

Yangında tahminen 25 bin ev, işyeri, kilise, hastane, fabrika, depo, otel ve lokanta gibi yapı yandı. Rum ve Ermenilere ait ne varsa yanarken, ileride karşılaşılması muhtemel “kadastro sorunları” Türkler lehine “çözüldü”. Yanan Rum ve Ermeni mahallelerinin 360 bin metrekarelik bölümünde ise bugünkü İzmir Fuarı kuruldu.

Prof. Dr. Çınar Atay ise “Kordon Boyunda Yaşam 1610-1940” başlıklı kitabında 1922’de şehrin 300 bin nüfusa sahip olduğunu yangından sonra ise 184 bin 254 kişinin kaldığını yazdı. Yine aynı kitapta, İzmir’de 42 bin 925 konuttan 14 bin 004’ü yandığı belirtildi.

Alevler o kadar büyüktü ki, The Daily Mail gazetesinin muhabiri Ward Price 16 Eylül tarihli yazısında, yangını şöyle tarif etti:

Deniz bakır kırmızılığındaydı. En kötüsü de arkalarından gelen ölüm ateşi ile önlerindeki derin deniz arasında kalan dar rıhtımlarda birbiri üzerine yığılmış binlerce insanın sürekli olarak kilometrelerce uzaklıktan işitilebilecek korkunç çığlıkları yükseliyordu. (…) Akkor halindeki dev balonların sürekli olarak havaya fırlatılmasını, akaryakıt bulunan yerlerin ateş almasını, havanın tiksindirici bir kokuyla kaplanmasını, bu arada üzerimizden ateş saçan bulutların, yanık kömür parçalarının ve kıvılcımların geçişini bir kez tasavvur edin. İşte o zaman seyrettiğimiz büyük ve korkunç yıkımın korku veren görünüşünü gözünüzün önünde canlandırabilirsiniz.

YANGINI KİM ÇIKARDI?

Yangını kimin çıkardığı halen ‘tartışma’ konusu olsa da İzmir’i, kaçan Yunan ordularının ateşe verdiği söylemi, Türk birliklerinin kente girdiği 9 Eylül’den sonra kentte hiçbir ‘işgal’ kuvvetinin kalmadığı, tüm Yunan birliklerinin kenti çoktan terk etmiş olduğu gerçeğiyle çelişiyor.

Öte yandan, kentte 23 Eylül günü Hisar Camii arkasında yeni bir yangın başladı ve 30 Eylül’e kadar sürdü. Bu yangında da Ermeni, Rum mahalleleri tamamen, Avrupalıların yaşadığı Frenk Mahallesi ise kısmen yandı.

Dönemin ünlü gazetecisi Falih Rıfkı (Atay) Bey yangından Nurettin Paşa’nın sorumlu olduğunu şu sözlerle açıkladı:

Gâvur İzmir karanlıkta alev alev, gündüz tüte tüte yanıp bitti. Yangından sorumlu olanlar, o zaman bize söylendiğine göre, sadece Ermeni kundakçıları mı idi? Bu işte ordu komutanı Nurettin Paşa’nın hayli marifeti olduğunu söyleyenler çoktu. (…)

Bildiklerimin doğrusunu yazmaya karar verdiğim için o zamanki notlarımdan bir sayfayı buraya aktarmak istiyorum:

İzmir’i niçin yakıyorduk? Kordon konakları, oteller ve gazinolar kalırsa, azınlıklardan kurtulamayacağımızdan mı korkuyorduk? Birinci Dünya Harbi’nde Ermeniler tehcir olunduğu vakit, Anadolu şehir ve kasabalarının oturulabilir ne kadar mahalle ve semtleri varsa, gene bu korku ile yakmıştık.

Bu kuru kuruya tahripçilik hissinden gelme bir şey değildir. Bir Avrupa parçasına benzeyen her köşe sanki Hıristiyan veya yabancı olmak, mutlak bizim olmamak kaderinde idi. [1]

1931 yılında İzmir Belediye Başkanı olan Dr. Behçet Uz, anılarında İzmir Yangını’nı şu şekilde açıkladı

Bu, güzel ve eşsiz Türkiye’mizin yeni bir âleme ve çağa eriştiğinin bir müjdesi idi. Yalnız kurtulan İzmirliler veya kurtaranlar değil, bütün Türkler hatta bütün Müslüman âlemi de seviniyor, bayram yapıyordu. Düşünen, yapan ve başaran kurtarıcı Mustafa Kemal Paşa İzmir’den bütün Türk ve İslam âlemlerine haykırarak, asıl çalışmanın şimdi başladığını, Akdeniz’de bundan sonra daha pek çok işlerimiz olduğunu söylüyordu. [2]

YENİDEN İNŞA

Mustafa Kemal’in bu konuyla ilgili ne mecliste ne de başka bir kaynakta söylemleri kısıtlı olmasına rağmen, bir iddiaya göre, Mustafa Kemal şehre girerken yangına tanıklık etmiş ve şu sözleri söylemiştir:

Çocuklar, bu manzaraya iyice bakın. Bu alevler bir devrin sona erip yeni bir devrin başladığını gösteren yangındır. Osmanlı İmparatorluğu’nun son yüzyıldaki bütün günahları şu ateşle temizlenirken yeni bir Türk Devleti’nin kuruluşu ve Türk milletinin yükselişi de cihana ilan ediliyor.

Bu sözlerin gerçekliğini yangından sonra yapısı tamamen değiştirilen İzmir ile doğrulamamız mümkün. Yangın İzmir’de Rum ve Ermenilere dair tüm izleri yok ederken, şehir küllerinden başka bir formda doğdu. İzmir’in demografisi değişti ve hayatta kalan Hristiyanların çoğu, İzmir’i terk etmek zorunda kaldı.

Yangın ile birlikte yok olan Rum ve Ermeni yerleşim yerleri ve yapıları tekrar inşa edilirken, şehre Türk-Sünni kimlik “kazandırıldı.” 1923-1938 yılları arasında hız kazanan imar çalışmaları, yangın alanları üzerinde gerçekleşmiş ve Türklük ideolojisiyle şehir yeniden inşa edilmiştir. Bu durum sokak, mahalle ve işyerleri isimlerinin değiştirilmesiyle kentte Rum ve Ermenilere ait hiçbir şey kalmamasıyla nihayete erdi.

Öyle ki yanan Ermeni ve Rum mahalleleri, kiliselerin olduğu alan, panayır ve eğlence alanına dönüştürülürken, Belediye Başkanı Behçet Uz, İzmir Enternasyonal Fuarı’nın 1937 yılındaki kapanışında yaptığı konuşmada Ermeni ve Rum yerleşimlerinden geri kalanları “harabe” olarak nitelendirirken, İzmir’in dönüşümünü şu şekilde anlattı:

Harabeler içinde medeni bir eser yaratmak kolay değildir. Herkes bilir ki herhangi bir kaderin fena bir cilvesi olarak harabe haline gelen İzmir Şehrinde, 360.000 metre kare bir sahada, 14.500 evin enkazı üzerinde yükselen Kültürpark ve İzmir Fuarı, yalnız bir şehrin yarattığı eser değildir. Dünkü harabenin üzerinde bugün yükselen medeniyet mamuresi yalnız Türkler için, bir şehrin sakinleri için değil, medeniyeti ve insaniyeti seven herkes için alkışlanacak ve gıpta edilecek bir eserdir. Bu eser, Cumhuriyetin imar sahasındaki başarısının bir numunesidir, bir delilidir… [3]

Yangından kalan Hristiyan malları da, emval-i metruke kanunlarını takiben, kapış kapış alındı. Yanan yapılardan geriye yangın sonrasına, Rum emval-i metrukesi olarak 10.600 hane kaydedildi. (4) 18 Haziran 1924 tarihinde, Anadolu Gazetesi’nde yer alan haberde, Milli Emlak Müdürü Hasan Fehmi Bey’in yaptığı açıklamada, Emval-i Metruke Kanunları dâhilinde, mübadeleye tabi olanların metruk malları 10678 hane, 2173 dükkân ve mağaza, 79 fabrika, 2 hamam, 1 hastane; Ermeni ve Yahudilerden kalma mal ise, 1600 hane, 648 dükkân, 10 fabrika olarak belirtilmektedir.

1935 yılında İzmir’e gelen bir gözlemci bu durumu şu sözlerle özetlemiştir:

Kordon üzerinde önceleri Fresfild ve Avcılar kulüplerinin bulunduğu yer ile İris Sineması ve Francıyakomo Oteli ile Kafekosti ve Barrestoran Krameri park haline dönüştürülmüştür. Buna Gazi Bahçesi adı verilmiştir. Bu bahçe büyük bir zevkle düzenlenmiş ve nadide çiçek ve koyu gölgeli ağaçlarla zengin bir tarzda süslenmiştir ki, hem parkın bu göz kamaştırıcı güzelliğinden, hem de Ağustos ayı imbatlarının serinliğinden yararlanmak için, şehrin dört köşesinden insanlar buraya koşmakta. Bu bahçenin tam ortasında en çok görünen bir yerinde heyecanlı bir bakışla Akdeniz’i gösteren Mustafa Kemal’in at üzerinde tunçtan yapılmış heykeli bulunmaktadır… İzmir artık gâvur değil Türk olmuştur. [5]

GERİYE NE KALDI?

Peki, yangından geriye ne kaldı? Her yanı yanmış, yağmalanış, talan edilmiş, kırımdan geçirilmiş bir kent, dili, kültürü, varlığı silinmiş birkaç bin Rum (1 yıl sonra müdahale ile sürgüne gönderilene kadar), yüz yıldır devam eden “denize döktük” söylemi, acılar üzerine yapılan kutlamalar.

Nasıl ki Ermeni Soykırımı’nın üstüne 23 Nisan, Pontos Soykırımı’nın üstüne 19 Mayıs birer “kutlama” olduysa, İzmir Rumları’nın katledilmesi ve yerlerinden edilmesinin üstüne de 9 Eylül kutlama günü ilan edildi. 9 Eylül öncesinde başlayan ve haftaya yayılan etkinlikler, konserler, yürüyüşler ile İzmir’in asli unsurlarından temizlenmesi, kutlandı. Hatta bu kutlamalar, Rum ve Ermeni mahalleleri üzerine inşa edilen Kültürpark’ta yapılarak, acıların üzerinde her sene yeniden tepinildi. Rum ve Ermenilerin acıları üzerine inşa edilen yeni yapılar ile şehirde yeni bir kimlik yaratıldı.

İzmir’de 1914 Osmanlı nüfus sayımına göre 212 bin 810; Yunanistan’ın yaptığı sayıma göre 449 bin 44 nüfus vardı. Osmanlı verilerine göre nüfusun 73 bin 600’ü Rum, 19 bin 60’ı Ermeni, 24 bin 700’ü Musevi’ydi. Kentte 198 Ortodoks kilisesi, 14 bin öğrencili 82 kız okulu ve 25 bin öğrencili 155 erkek okulu vardı. Cumhuriyetten sonra 1927 yılında yapılan nüfus sayımına göre ise kentin nüfusu 500 bini geçerken, sadece 525 Rum ve 50 Ermeni vardı. Yangından geriye kalanların tekrar aynı yerlerde yaşaması, İzmir’i terk etmemesi için hiçbir şey yapılmadı. Aksine yanan mahallelerinin yerini panayır ve eğlence alanı aldı.


* Gazeteci

KAYNAKÇA

[1] Falih Rıfkı Atay, Çankaya, Doğan Kardeş Matbaacılık, İstanbul, 1969.s. 325.

[2] Sakar, 2007, s. 40

[3] Anadolu Gazetesi, 21 Eylül 1937 Sf: 5

[4] T.B.M.M. Zabıt Ceridesi, Cilt: 9. Devre II, İçtima II. Ankara, 1975, s. 61

[5] Anadolu Gazetesi, 13 Birinci Teşrin 1935 Sf:5

Kaynak: Artı Gerçek
***Mutluluk, adalet, özgürlük, hukuk, insanlık ve sevgi paylaştıkça artar***

Exit mobile version