Site icon İnternet Haberler Köşe Yazıları Yorumlar Siyaset Ekonomi Spor

Bu acı bizim, hepimizin… 

Bu acı bizim, hepimizin… 


ŞEMSİNUR ÖZDEMİR | YORUM

Geçtiğimiz günlerde bulunduğum ülkeye benden daha önce gelmiş yeni tanıştığım bir arkadaşla sohbet ediyorduk. 2016’da 15 Temmuz hadisesinden hemen sonra Türkiye’den ayrıldığı için ilk zamanlar çok yalnızlık çektiğini anlattı. Dil bilmiyor, kültüre yabancı ve sosyal çevresi yokmuş. Küçük çocuklarıyla çok bunalmış ve “Buraya hiç gelmesem, ailemin yanında kalsam daha mı iyi olurdu?” şeklinde ikilemler yaşamış.

Ben de ona  bilhassa 2016-2018 arasında uygulanan OHAL döneminde Türkiye’de KHK’lıların başına gelenleri, eşleri tutuklu yalnız kadınlar olarak her an yaşadığımız korkuları, maddi-manevi sıkıntılarımızı; özellikle küçük şehirlerde, herkesin birbirini tanıdığı köylerde maruz kaldığımız tehditleri anlattım. Maksadımız acılarımızı yarıştırmak değil, dertleşmek ve birbirimizin yaralarını sarmaya çalışmaktı fakat arkadaşım en sonunda dedi ki, “Ben bu kadar kötülük yapıldığını bilmiyordum.”

Oysa ben ona gözaltında veya cezaevlerinde cinsel tacize uğrayan, tecavüz edilen kadınların da olduğunu duyduğumdan hiç bahsetmemiştim bile. Bu yazıya kadar da umumi bir ortamda söz etmediğim gibi. Bunları yazmak o kadar zor ki; günlerdir zihnimde dolaşan, beynimi yakan sözcükleri nihayet yazmaya çalışacağım. Artık geride bıraktığımı sandığım o günleri hatırlamak, iyileştiğini sandığım yaralarla tekrar yüzleşmek hiç kolay değil.

17-25 Aralık 2013 sonrası Türkiye’de ‘Hizmet Hareketi’ gönüllülerine yönelik başlayan zulüm sürecinde sadece Türkiye’de değil dünyanın farklı yerlerinde maddi ve manevi sıkıntılar yaşandı; hala da devam ediyor. Herkesin acısı kendi kalbinde, hikayesi kendine özel ve herkes karşılığını Allah’tan alacak. Acıların, sıkıntıların, kayıpların bu dünyada ödenecek bir karşılığı yok. Zulüm altında, hicret yollarında yiten canların bedelini bu dünyada tartacak bir kantar yok. Ahirete ve İlahi Mahkeme’ye inancımız var hamdolsun.

‘Hizmet’ insanları olarak kendi aramızda bile konuşmaya çekindiğimiz, o arkadaşıma bahsetmekten imtina ettiğim gözaltında cinsel taciz ve tecavüz iddiaları, ilk defa resmi bir raporda yer aldığı için gündeme geldi.  Finlandiya Göçmenlik Bürosu’nun Türkiye’deki KHK’lıların yaşadığı hak ihlallerine yer verdiği rapordan bahsediyorum. Hizmet’in gündemiyle, KHK’lıların yaşadığı hak ihlalleriyle meşgul olup da ‘Bunu daha önce duymadım’ diyecek insan çok azdır.

2016’dan sonra ilan edilen 2 yıllık OHAL dönemi Türkiye’nin en karanlık, devlet eliyle en çok suç işlenen dönemlerinden biri. AKP hükümeti ve yandaşları, ‘Hizmet’ insanlarını toplum içinde nefret objesi haline getirmek için hem medya yoluyla, hem de yerel kuruluşlar eliyle her şeyi yaptılar. Camilerden her akşam okunan selalarla, Cuma hutbeleriyle halk tahrik edildi. Bilhassa küçük şehirlerde, köylerde akrabalar, komşular düşman oldu. Daha düne kadar yüzyüze baktığı, evinde yemek yediği insanların kapılarına gidip güya demokrasi nöbeti tutanlar, taşlayanlar,  isim listeleri hazırlayanlar, iftiralar atanlar…

Hangi biri unutulur..

Korkunç bir çaresizlik!

Her gün haberlerde yeni bir baskın, tutuklama, yakalama, işkence görüntüleri, itirafçıların sayfa sayfa ifadeleri yayınlanırken yakın çevremizde de “Şunu gözaltına almışlar, bunu tutuklamışlar, şu eve baskın yapılmış..” vb duyuyorduk. Sonra bir gün duyduk ki sadece erkeklere değil kadınlara da işkence ediliyormuş, hem de erkek polisler tarafından. Göz altında başörtüler, uzun kıyafetler çıkartılıyor, çıplak arama yapılıyormuş. Tecavüze uğrayanlar olmuş. Hamile kalan genç kızlarımız varmış. Gözaltından sonra ilk aile ziyaretinde eşine “Beni boşa!” diyen ablalarımız varmış…

Bunları duymak bile korkunçtu. Aynı tehditle her an karşılaşacağını düşünerek, geceleri kabuslarla, gündüzleri diken üstünde geçiriyorduk. “Hayır! Bu kadarı da olmaz, yapmazlar!” diyemiyorduk çünkü bir taraftan sarıklı “muteber hoca” sayılan hayasızlar meydanlara çıkıp “Bunların karıları, kızları size helal!” diye nutuklar atıyordu. Bütün bunları duyarak, bilerek o toplum içinde yaşamak, bir şey yapamamak korkunç bir çaresizlikti. Kimi kime şikayet edeceksin? Avukat bile yoktu derdimizi dinleyip kayıtlara geçirecek. Çaresizce bekliyor, dua ediyorduk.

Bugün de aynı maalesef. Adalet mi var, adil yargı, savcı mı var?

Bir taraftan devam etmemiz gereken bir hayat vardı. Çocuklarımıza sahip çıkmak, yeni şehirlerde yeni düzenler kurmak, çalışmak, para kazanmak,  cezaevlerindeki yakınlarımızı ziyaret etmek, birbirimize maddi manevi destek olmak gibi bir çok sorumluluğumuz vardı. Düşünsenize yakınlarını ziyarete gittiği cezaevi kapısında gözaltına alınıp tutuklanan insanlar vardı. Geçen bir hafta içinde hakkında soruşturma açılmış, bilmiyorsun çünkü zaten suçlu değilsin ki!

Mahkemeler devam ediyor ve tüm dünyanın gözü önünde işlenen bu saçmalığın, bu hukuksuz uygulamaların bir an önce bitmesini umutla bekliyorsun. Sonra bir kimlik kontrolünde polislerin elindesin. Gözaltı süresi 1 ay. Ailenin nerede olduğunu öğrenmesi günler sürer ve senin o arada başına ne geleceğini kimse bilemez. Böylesine güvensiz bir yerde nasıl yaşanırsa öyle korkular içinde yaşadık.

Sabrettik; hakkımızı arayabileceğimiz günlerin gelmesini bekledik

Tarihin belli dönemlerinde bazı kesimlerin içine zulümle, ağır işkencelerle nasıl nefret tohumları saçıldığını, buralardan radikal terör hareketleri çıkarıldığını okuyorduk. Biz hakkımızı ‘hukuk’ çerçevesinde aramalı, o güne kadar sabretmeli, mümkünse yeni yollar bulup daha özgür yaşayacağımız diyarlara ‘hicret’ etmeliydik. O toplum içinde yaşamak zorunda kalanlarımız da tuzaklara düşmeden, tahriklere kapılmadan eğitimine, işine devam etmeliydi. İşte bu yüzden, acıları daha fazla çoğaltmamak, yaşadığımız travmaları bir an önce atlatmak, ruhen iyileşmek ve hayata devam edebilmek için, adaletin bu topraklara geri dönmesini dileyerek sabrettik ve hakkımızı arayabileceğimiz o günleri bekledik.

Zulme karşı en büyük direniş, onu durduramasak bile duyurmak olmalı. Türkiye’de KHK zulmü ve hukuksuzluklar devam etse de, uluslararası hukuk mahfillerinde ve medyalarda yapılan çalışmalar yankı bulmaya başladı. Finlandiya raporu da bunun bir tezahürü aslında. AKP rejiminin bütün dünyada toplumların vicdanında mahkum olması ve hukuk geri döndüğünde mahkemelerde hakkımızı arayabilmemiz için zulümlerin duyurulması ve kayıt altına alınması gerekiyor.

Hatırlamak ve anlatmak ne kadar zor olur tahmin bile edemiyorum ama en küçüğünden en dehşetlisine kadar her bir işkencenin rapor edilmesi çok önemli. O yüzden lütfen, sadece cinsel suçları değil, bu süreçte yaşadığınız bütün hak ihlallerini, maruz kaldığınız işkenceleri, duygularınızı bir şekilde birilerine anlatın, yazın, paylaşın.

Muhakkak psikolojik destek alın. İnsan en çok da en sevdiklerinden gizlemek ister yaşadığı sıkıntıları. Onları üzmek, her gün o bakışlarla yüzleşmek istemez. Çok şükür geçen zaman içinde teknolojik imkanlar ve uzman insan kaynakları gelişti. Yardım almak da kolaylaştı, yardım etmek de..

İşkence hiçbir bahanesi, hafifletici nedeni olmayan bir insanlık suçudur. Kadın veya erkek olsun bir insana cinsel işkence yapmak en aşağılık suçtur.  Sadece başkalarından duyduğumuz hadiselerin gerçek olduğunu raporlarda okumak bile bugün bize bu kadar kötü hissettiriyorsa, bu işkencelere maruz kalanların ruh hallerini düşünemiyorum.

Bu zulüm sürecinde yapılan kötülüklerin gerçek boyutunu belki çok uzun yıllar sonra öğreneceğiz, belki de sadece mahşerde, hesap gününde.

Şundan eminim ki, ne kadar zulme uğrasak da hiç birimiz utanacak bir şey yapmadık! Bu acı bizim, hepimizin.. Hiç bir kirli el bizim tertemiz ablalarımızın, kardeşlerimizin namusunu kirletemez, dil uzatamaz…

Hiçbirimiz yalnız da değiliz, sahipsiz de… Bir vücudun azaları gibiyiz ki, bu ateş hepimizin kalbini dağlıyor. Yaralarımızı da beraber saracağız…

Türkiye’de bu haberi engelsiz paylaşmak için aşağıdaki linki kopyalayınız👇

Kaynak: Tr724
***Mutluluk, adalet, özgürlük, hukuk, insanlık ve sevgi paylaştıkça artar***

Exit mobile version