Site icon İnternet Haberler Köşe Yazıları Yorumlar Siyaset Ekonomi Spor

Auschwitz’te trajik insan: Fania Fénelon


Fania Fénelon’un Türkçe’ye Orkestra adıyla çevirilen Sursis pour l’Orchestre kitabı ve 1979’da yapılan film uyarlaması, İkinci Dünya Savaşı’nda Nazi işgali altındaki Fransa’da geçen gerçek bir hikâye sunmaktadır.

Otobiyografi şeklinde yayınlanan kitapta, Fania Fénelon’un toplama kampında tanıklıklarını okuyoruz. Ancak bu yazıda filmden bahsedeceğiz. Film, Joseph Sargent ve Daniel Mann yönetmenliğinde, Arthur Miller’ın senaryoya dokunuşlarıyla Praying for Time ismiyle 1980 yılında vizyona girmiş, hem dram hem de müzikal anlamda büyük beğeni toplamıştır.

Fania Fénelon’ın kendi yaşamından esinlenen ve kurgulanan filmde, Fénelon’u Vanessa Redgrave canlandırmaktadır. Fénelon, gerçek hayatta ünlü bir piyanist, besteci ve kabare şarkıcısıdır. Nazi işgali altındaki Paris’te yaşadığı zorlukları, bir kadın sanatçı olarak yaşamaktadır.

Fénelon, Auschwitz toplama kampında kaldığı sırada, Nazi subayları tarafından orkestra şefi olarak görev yapması istenir. Ve onun görevi, kamptaki Nazi subaylarının moralini yüksek tutmaktır. Fénelon ne yapmalı? Orkestrayı kurarak Nazi subaylarının moralini yüksek tutmalı mı? Yoksa hiç sesini çıkarmadan ölüm sırasının kendisine gelmesini mi beklemeli?

Bu trajik duruma bir es vererek, Nazilerin her şeyde olduğu gibi müzikte de propagandalarına bir parantez açmak gerekmektedir. Mozart, Beethoven ve Bruckner’in yanı sıra, zaman zaman Bach ve Handel’i de Nazileştirmeye çalışmaları bilinen bir gerçektir.[1] Bu bakımdan Fénelon’un da kampta bu trajik duruma düşürülmesine şaşırmamak gerekir.

“Fénelon ne yapmalıydı?” sorusuna tekrar dönersek, bu sorunun cevabını elbette biz vermeyeceğiz. Sadece onun yaşadığı bu trajik durumu değerlendirmeye çalışacağız. Bunun için öncelikle tragedya kavramına değinmek gerekmektedir.

Trajik olan, insanın içinde bulunduğu koşullardan dolayı kaçınılmaz bir şekilde karşılaşılandır. Bir çatışma, bir çelişki, bir çarpışma durumudur. Bu çatışmanın kaynağı ise insanın değer anlayışından kaynaklanmaktadır.

İnsanın değer anlayışı, yaşamının anlamını oluşturduğundan, herhangi bir trajik durumda nasıl karar verdiğiyle ilgili yönünü belirlemektedir. Aynı zamanda diyebiliriz ki, bu çatışma ve bir anlamda acı durumu insanın anlamlandırma çabasını da gösterir.

Nietzsche’nin deyimiyle aslında bu trajik durumla karşılaşan ve bunun farkında olan ‘trajik insan’, kendi iyisine ve kendi kötüsüne sahiptir. Bu anlamda da yeryüzünün anlamıdır. Fénelon da bu anlamda bizim trajik insanımızdır. Yaratıcı bir kişi olarak, yeni başarıları ve hayatı anlamlandırmasıyla dünya’yı anlamlandırmaya çalışmaktadır.

Fénelon bu anlamda güçlü, sağlam bir insandır da. Çünkü o kampta yaşamı anlamlı kılmak amacıyla kendi kendisine insan olan, kendi eserleri ve kendi değerlendirmeleriyle olduğu gibi olandır. Orkestra’yı kurar, kampın korkunç koşullarına rağmen bir kaçış sağlar ve yaşam mücadelesini sürdürmeye çalışır. Sadece kendisini düşünerek değil, hatta kendisini harcayarak (bu ikilikle) birçok kadının yaşama tutunmasını sağlar.

Nazi toplama kampında müzik yapılması, yaşamda kalma motivasyonu ve psikolojik destek sağlama bakımından da çelişkili bir durumdur. Bir yandan kendisi ve arkadaşlarının yaşama tutunması, bir yandan da Nazi subaylarının eğlence ihtiyacının giderilmesi. Antik Yunan tragedyalarında karşılaştığımız en uç örneklere benzer bir şekilde karşılaştığı bu trajik durum, Fénelon’un yaşamının da yönünü belirlemektedir.

Fénelon’un karşılaştığı bu durumu, etik bir çerçevede değerlendirmek belki de hiçbirimizin haddine değildir. Müzik yapması, hayatta kalma mücadelesi, savaşın ve işkencenin karmaşıklığı içerisinde bunu gerçekleştirebilmesi onu hem trajik bir insan, hem de verdiği kararla güçlü bir insan yapmaktadır.

Sonuç olarak, Fénelon karşılaştığı bütün olumsuzluklara rağmen yaşama ‘evet’ diyen, Nietzsche’nin deyimiyle amor fati’nin farkında olan ve yaratmaya, güçlü olmaya devam eden bir kadındır. Aynı zamanda Fénelon’un bu duruşu, klasik müzik ve operanın da herhangi bir siyasi otoriteye ait olmadığını göstermektedir. Nazilerin Mozart ve Beethoven’ı Nazileştirememesine de önemli bir katkıdır.


Serhat Durup kimdir?

19 Mayıs 1989’da dünyaya geldi. 2013 yılında Maltepe Üniversitesi Felsefe Bölümü’nden mezun olurken, Sinema ve Televizyon Bölümü’nden de yan-dal programını tamamladı. 2016 yılında aynı okulun İnsan Hakları Bölümü’nden “Tüketim Toplumunda Çalışan İnsan ve Çalışma Hakkı” adlı tezini tamamlayarak yüksek lisans derecesini aldı. Felsefe öğretmeni olarak yaşamına devam ediyor.

KAYNAKÇA

[1] Richard Wagner’in besteci ve sanatçı kimliğini bir yana bırakırsak, ismini şimdilik bu isimlerin arasında saymanın doğru olduğunu düşünmüyorum. Çünkü Das Judenthum der Musik (Müzikte Yahudilik) adlı makalesinde ve son yıllarda yazdığı başka yazılarda ırkçı söylemleri olduğu görünmektedir. Bu bakımdan zaten Nazileştirmeye gerek olmayan bir yanı da vardır. Wagner’i daha detaylıca başka bir yazıda ifade etmeye çalışırım.

Kaynak: Artı Gerçek
***Mutluluk, adalet, özgürlük, hukuk, insanlık ve sevgi paylaştıkça artar***

Exit mobile version