Site icon İnternet Haberler Köşe Yazıları Yorumlar Siyaset Ekonomi Spor

“Yeni Faz” Kavramları (4): Tarihin seyir terası!

Ahsen-el Kasas-13 | Fethullah Gülen’in dramaya bakış açısı


M. NEDİM HAZAR | YORUM

Fethullah Gülen’in düşüncelerini ve Hizmet Hareketi’nin geçirdiği evreleri tartışan yazı serimizde, özellikle bireyselleşme ve toplumsallaşma kavramlarını ele alarak, Gülen’in bireyselleşmeye karşı yaklaşımını inceliyoruz. Hocaefendi, bireyselleşmenin gerekli olduğunu ancak nihayetinde insanların doğası gereği toplumsallaşmaya yöneleceğini savunuyor. Yazılarımız, Gülen’in “altın nesil” olarak tanımladığı yeni insan tipini, bireysel özgürlükler ve İslam bağlamında değerlendirmeler de içeriyor. Burada üzerinde ısrarla durduğumuz husus ise Hizmet Hareketi’nin yeni bir aşamaya geçme gerekliliği…

Yazılarımızın çıkış noktası, daha önce de belirttiğimiz gibi Nevval Sevindi’nin Gülen ile yaptığı Amerika sohbeti. Kanaatimce bu röportaj Hizmet Hareketi için aslında bir referans metindir. Hocaefendi, Sevindi’nin muazzam bir geniş perspektifle sorduğu tüm soruları, -kanaatimce- cemaatini de ürkütmeden cevaplıyor.

Bu cevaplardan biri de günümüzle çok ilgili. Çünkü Hocaefendi entegrasyonu anlatıyor ve şaşırtıcı bir şekilde iki türlü entegrasyondan bahsediyor. Anlaşıldığı kadarıyla Gülen, Hizmet Hareketi ile Batı dünyasının eninde sonunda entegrasyon kavşağında buluşacağını ancak bunun ya planlı ya da mecburi (tabiri caizse cebri) olacağını açıkça ifade ediyor. Her ne kadar kendi tercihinin bu sürecin gönüllü ve disipliner bir şekilde geçilmesi gerektiği yönünde olsa da yaptığı tüm ikazların hareket tarafından tam algılanamadığını ve kötü senaryoya koşar adım gidildiğini bugün net bir şekilde görüyoruz. “Eğer arada uçurumlar meydana getirilirse entegrasyonun avantajlarından mahrum kalırsınız demektir.” diyor mesela.

Şu cümleler yaklaşık 30 yıl önce, bugüne ışık tutacak cinsten değil mi: “Çok açık ve net olarak söyleyebilirim, Avrupa ile entegrasyonu gerekli görüyorum ben. Gelecekte daha ciddi beraberlik olacaksa, bunun içine planlı programlı girilirse şayet, bizim için olumlu olur. Bizi mecburi istikametler zorlarsa işin içine plansız itilmiş oluruz, içinde bulunduğumuz dünya bu dünyaya göre teşekkül eder ve biz çok mağdur oluruz. İkincisi, böyle bir entegrasyonun Allah nezdinde bir kıymeti varsa; ameller niyetlere göredir. Baştan işe kendi irademizle, isteğimizle girmeli ve irademizi kullanmalıyız. İçine gireceğimiz dünyada bizim de diyeceklerimiz vardır, pazarlıklarımız vardır. Biz entegrasyona evet diyoruz ama bizim de şartlarımız vardır. Vakum bizi yutarsa eğer, Allah korusun yaşadığımız tarihi tekerrürleri 21. asra girerken bir defa daha yaşamış oluruz.”

Ve sonuç ortada, kötü senaryo gerçekleşmiş durumda. Entegrasyona hazırlıksız yakalanmış bir hareket!

 

Bu faslı şimdilik kapatıp Hocaefendi’nin önce Rönesans bahsindeki sıkıntıyı tespitine bir bakalım:

“İslam dünyasının kaybettiği üslubunu yeniden kazanması lazım. Halihazırdaki üslubu gözden geçirmesi ve onu sorgulaması lazım. Yoksa bir dönemde dinlerine sığınanlar, bugün kuvvete sığınabilirler. Medeniyetlerine sığınabilirler, yüksek teknolojilerine, sanayilerine, geniş imkânlarına sığınabilirler ve o zaman da İslam dünyasını ezerler. Ve yine, biz ve ötekiler olarak kalır gideriz. Batı’da hâlâ vahşet yanlısı insanlar vardır. Ama büyük ölçüde Batı’da bir medenileşme süreci yaşanıyor. Medenileşme gayretleri var.”

Görüldüğü üzere özelde kendi cemaati, genelde tüm Müslümanlar için önemli bir değişimi işaret ediyor Hocaefendi.

“Yani gelecekteki bizim yeni bir insan tipine ve yeni yapılanmaya ihtiyacımız var. Evet, yeni insan tipinin en önemli yanı, hakikat âşığı olması, ilim âşığı olması, insan âşığı olmasıdır. Tek yanlı bir bağlantı içinde olmaması, bunlardan sadece birine bağlı olup kalmamasıdır.”

Şimdi önce Fethullah Gülen diskurunda Rönesans kavramına bakmak için, kelimenin klasik algısına bir göz atalım.

Bunun için epey eskiye 40 yılı aşkın bir zamanda geriye gitmemiz gerekiyor. Yıl 1982… Sızıntı’nın şubat sayısındaki yazısında Fethullah Gülen 21. Asrın ufkunu şematize ederken ilk kez rönesanstan bahsediyor.

Yazının başlığı “Buhran ve gerilim”.

Gülen önce çok uzak olmayan bir gelecekteki karamsar tabloyu çiziyor: “Senelerden beri; düşüncede, tasavvurda, ahlâkta çeşit çeşit içtimâî erozyonlara maruz bırakılmış bu ülke, diğer memleketlere nispetle daha çok gadre uğramış olması; mâzîsi ve millî harsıyla, daha çok örselenmiş bulunması itibariyle, ‘metafizik’ gerilimin merkez üssü gibidir. Daha sonra, Türkistan, Özbekistan ve yakın kuşak ülkelerinden Mısır gelir. Bir asrı aşkın bir zamandan beri çeşitli zulüm, mağduriyet ve haksızlıklar altında sürekli inleyen bu kuşak, öylesine bilenmiştir ki; çok yakın bir gelecekte o, polatlaşan ruhuyla, kendine bu mezelletleri revâ görenlerin karşılarına dikilecek ve mutlaka onlarla hesaplaşacaktır. Elverir ki bu kuşağı elinde tutan milletler, husûsiyle onların talihli idarecileri iyi bir durum değerlendirmesi yaparak, vukûu muhakkak bir infilak ve indifanın enkâz ve külleri altında kalmasınlar…”

Bu arada benim de ilk kez gördüğüm “indifa” kelimenin yanardağ püskürmesi anlamına geldiğini vurgulayalım.

Fakat sadece karamsar tablo çizerek meseleyi orada bırakmıyor, önce umut ardından reçeteyi de sunuyor. Önce umut: “Meydana gelmesi kat’î görünen böyle bir indifa geçen asrın getirdiği bütün bunalımların rağmına, iyi şeylerle neticeleneceği kanaatindeyiz. Denebilir ki beşer, yirminci asra, mide ve bağırsaklarının zebûnu olarak girmesine karşılık, önümüzdeki asra, kalbiyle, rûhuyla ve insanlığıyla girebilme hazırlığı içindedir.”

Ve Rönesans kavramını da kullandığı reçete bölümü:

“Bu ise uzun bir fetretten sonra, bu mazlumlar ülkesinin yeniden dirilişi ve ‘Rönesans’ı demektir. Kim bilir, belki o zaman, batmak üzere olan dünyanın diğer kesiminin elinden tutup kaldırma fırsatı doğar. Böyle bir fırsatın elde edilmesi çok mühimdir. Zira; bunca zaman, bu kuşağın insanına göz açtırmayan milletlere, yeniden bir civanmertlik dersi vermek, hem geleceğin dünyasına ayrı bir bakış zâviyesi kazandırma hem de felsefî tarihin yeniden ele alınması bakımından oldukça önemlidir. Keşke o gün, dost vefalı, düşman da insaflı olabilse!..”

Son cümleye hassaten dikkatinizi çekerim.

Fetret, ardından gelen rönesans süreci, dostun vefası, düşmanın insafsızlığı… Hocaefendi adeta tarihin seyir terasına çıkmış geleceği temaşa edip not düşmektedir!

En heyecan verici kısma henüz gelmedik…

Türkiye’de bu haberi engelsiz paylaşmak için aşağıdaki linki kopyalayınız👇

Kaynak: Tr724
***Mutluluk, adalet, özgürlük, hukuk, insanlık ve sevgi paylaştıkça artar***

Exit mobile version