Site icon İnternet Haberler Köşe Yazıları Yorumlar Siyaset Ekonomi Spor

Hıristiyan komünizmi ve tarihsel materyalizm


Paul BLACKLEDGE

Çeviri: Gencer ÇAKIR


Karl Kautsky’nin tarih çalışmaları Sol tarafından hak etmediği bir şekilde unutulmaya yüz tutmuştur. Vladimir İ. Lenin’in sert polemiği Proleter Devrimi ve Dönek Kautsky‘nin ardından, bir zamanlar “Marksizmin Papası” olarak anılan bu entelektüel çok kısa sürede sıradan bir figür haline geldi.

Olayların bu şekilde gelişmesi üzüntü vericiydi. Bunun nedeni, Lenin’in, Kautsky hakkında söylediklerinde haksız olması değil, aksine haklı olmasıydı. Kautsky, gerek Birinci Dünya Savaşı sırasındaki gerekse savaş sonrasındaki siyasi eylemlerini haklı çıkarmak için, Friedrich Engels’in ölümünden sonraki on yıl içinde geliştirilmesine yardımcı olduğu Marksizm versiyonunun en güçlü unsurlarından uzaklaştı.

Kautsky, geçen yüzyılın başında, tarihsel materyalizme önemli bir katkıda bulunarak Rosa Luxemburg, Leon Troçki ve Lenin’in çalışmaları üzerinde olumlu bir etki yaratmıştır. Tarım sorunu üzerine ufuk açıcı çalışmasının, Amerikan ve Rus toplumsal gelişimi üzerine yazdığı önemli makalelerin yanı sıra, Kautsky’nin en iyi eserleri arasında Roma İmparatorluğu’nun ilk kilisesinden Reform hareketinin radikal proto-komünist mezheplerine kadar Hıristiyanlık tarihi üzerine yazdığı kitaplar yer alır. Bu makalede bu yazıları ele alacağım.

PAPALIKTAN PARYALIĞA

Ne yazık ki Kautsky’yi eleştirenler, onu Marksizmi mekanik materyalizm ve siyasi kaderciliğin bir karışımına indirgeyen kısır bir tarih teorisinin yazarı olarak görme eğiliminde olmuşlardır. Bu karikatüre göre Kautsky, Birinci Dünya Savaşı’na giden on yıllarda uluslararası sosyalist hareket içindeki otorite konumunu, Sola büyük zarar veren tek boyutlu bir Marksizm anlayışını yaymak için kullanmıştır.

Kautsky daha sonra Marksizmin mekanik ve kaderci bir yorumunu geliştirmiş olsa da, bu eleştiri en güçlü şekilde kariyerinin sonlarına doğru yazdığı ve kendisini siyasi çıkmaza sürükleyen kötü kararları meşrulaştırmaya çalıştığı yazılar için geçerlidir. Kautsky’nin önceki çalışmaları Marksizme çok daha incelikli ve sofistike bir yaklaşım sunmuştur. Kautsky bu yazılarında, maddi koşullarca belirlenen sınırları göz ardı etmeden, fikirlerin ve insan failliğinin tarih yapmadaki önemini vurgulamıştır.

Engels’in ölümünden sonraki on yıl içinde Kautsky, Marksistler arasında seçkin bir konuma yükseldi. Başlangıçta Alman Sosyal Demokrat Partisi (SPD) bürokrasisinin gelişmekte olan reformizmine karşı çıkan en önemli isimlerden biriydi. Ancak daha sonra, sol söylemini kusursuzlaştırmak adına bu pozisyonundan uzaklaştı; bir taraftan da hareketin gerçek liderliği giderek sağa kayan parti ve sendika yetkililerine geçiyordu.

Kautsky’nin Sol ile ilk kopuşu, 1910’da kitle grevi sorunu üzerine yapılan bir tartışmada SPD’nin sağında yer almasıyla gerçekleşti. Avrupa daha sonra savaşa sürüklendiğinde, SPD’nin parlamento grubunun, savaş kredilerine karşı oy kullanmak yerine çekimser kalması gerektiğini savundu. Bu tartışmayı SPD’nin giderek daha kavgacı hale gelen sağına karşı kaybettikten sonra, partinin Reichstag fraksiyonunun savaşı destekleme kararını haklı göstermeye karar verdi. Bu tavrı, onun hem Almanya’daki hem de başka yerlerdeki Marksist sol içindeki itibarı için ölümcül oldu. Daha sonra, gerek Rusya’daki Bolşevik Devrimi’ne gerekse Almanya’daki devrimci harekete karşı tavır alarak daha önceki radikalizminin tabutuna çivi çakmış oldu.

Alman monarşisinin 1918’de yıkılmasının ardından, sağcı SPD liderleri yeni bir hükümet kurdu. Bu yönetim, kökeni bir devrime dayanmasına rağmen, devrimci değişime son derece düşmanca yaklaştı, dahası eski Alman egemen sınıfının devlet aygıtının kontrolünü elinde tutmasını sağlamak için de elinden gelen her şeyi yaptı. Bu amaçla SPD, devrimci solu ezmek için proto-Nazi Freikorps paramiliter birliklerini bile örgütledi.

Kautsky’nin Marksizmi bu dönemin zorluklarıyla başa çıkabilecek donanıma sahip değildi. Kautsky’nin siyaseti erken bir tarihsel anda, Paris Komünü’nün yenilgisinden sonra ve savaşın neden olduğu kutuplaşmadan önce şekillenmişti. Pek çok kişinin gözünde sosyal demokrasi iktidara giden kademeli, barışçıl ve amansız bir yola girmiş gibi görünüyordu.

Kautsky’nin sağcı bürokratik katman ile devrimci sol arasında birlik sağlama girişimi, yeni ve sert bir şekilde kutuplaşmış bağlamda başarısızlığa uğramaya mahkûmdu. Gerçekten de Kautsky her iki taraf için de aşağılanan bir figür haline geldi: Marksistler sağa sol bir kılıf sağladığı için ondan nefret ederken, sağ da hâlâ Marksist solun dilini kullandığı için onu hor görüyordu.

TARİHÇİ OLARAK KAUTSKY

Yine de, bu siyasi başarısızlıklara rağmen, Kautsky’nin tarih çalışmaları değerli bir kaynak olmaya devam etmektedir. Kautsky, uluslararası sosyal demokrasinin sol kanadına en yakın olduğu dönemde yayınlanan en ciddi çalışmalarında, devrimci faillik ile bu failliğin varoluşunun maddi koşulları arasındaki diyalektik ilişkinin anlaşılmasına katkıda bulunmuştur. Aslında Kautsky’nin tarih çalışmaları Marx ve Engels’in sol ahlakçılığa yönelik eleştirilerini derinleştirmektedir.

Marx ve Engels, Charles Fourier’den ahlakçılığın, tüm o tantanasına rağmen, en iyi “eylemde iktidarsızlık” biçimi olarak anlaşılabileceğini öğrenmişlerdi. Tarihsel materyalizm, iktidarsız ahlakçılık ile pasif materyalizm arasındaki ikiliği aşan gerçek bir devrimci faillik anlayışı yoluyla Solu bu umutsuz konumdan kurtarmayı amaçlıyordu.

Kautsky’nin bu çerçeveyi din tarihine genişletmeye yönelik en güçlü girişimleri Modern Sosyalizmin Öncüleri (1895) ve Hıristiyanlığın Temelleri (1908) adlı kitaplarında ortaya çıktı. Bu eserlerden ilki 1897 yılında Reform Döneminde Orta Avrupa’da Komünizm adıyla kısmen İngilizceye çevrilmiştir. Kautsky bu metinlerde komünizmin insanlara yukarıdan dayatılacak soyut bir ahlak teorisi olmadığını göstermeye çalıştı. Gerçekte komünizm, aşağıdan ortaya çıkmış gerçek bir toplumsal güçtü; ve yeniden ortaya çıkabilirdi.

David McLellan Hıristiyanlığın Temelleri‘ni “din tarihine yapılan en önemli Marksist katkılardan biri” olarak tanımlarken, Roland Boer Kautsky’nin İncil’i “farklı bir sosyo-ekonomik bağlamın ve tarihin kültürel bir ürünü” olarak anlama çabasının altını çizmiştir. Chris Harman ve Neil Davidson’dan Victor Kiernan ve Michael Löwy’ye kadar çeşitli Marksist akademisyenler de Kautsky’nin çalışmalarına bir tarihçi olarak yeniden bakmamız çağrısında bulundular.

Kautsky, geçmişteki komünist hareketlerin genellikle dini biçimler aldığını, ve Marksizmin, seküler karakterine rağmen, bu hareketlerin yükseliş ve çöküşlerini anlayabilecek en iyi teorik sistem olduğunu savunmuştur. Bu sayede Marksizm, kapitalist statükoya alternatiflerin zorunlu olarak otoriter ve ütopik olduğu fikrine meydan okuyabilirdi.

Hıristiyanlığın Temelleri‘nde Kautsky, ezilenlerin hareketlerine ilişkin akademik analizlerin, ana akım tarihçilerin tercih ettiği kuramsal ve “nesnel” yaklaşım nedeniyle zaafa uğradığını savunmuştur. Bu yöntemin aksine Kautsky, Jean-Jacques Rousseau’yu takip ederek, toplumsal pratiklerin geçmişe dair yorumlarımızı etkilediğini savunmuştur.

Kautsky, erken dönem Hıristiyanlığın eski proleterlerin bir hareketi olması nedeniyle, “proletaryanın modern hareketini” yakından takip eden bir tarihçinin “Hıristiyanlığın başlangıcına, proletaryayı sadece uzaktan gören bilim adamlarına kıyasla birçok açıdan daha kolay nüfuz edebileceğini” belirtmiştir.

Bununla birlikte Kautsky, çağdaş kategorileri geçmişe dayatma hatasına düşmekten de kaçınmıştır. İnsanlık tarihi sürekli bir gelişim süreci sergilediğinden, tarihçilerin geçmiş eylem ve olayların “kendine özgü özelliklerini” vurgulamakta dikkatli olmaları gerektiğinde ısrar etti. Kautsky’ye göre Marksizmin kendisi bu tür bir anakronizme karşı bir güvence teşkil ediyordu: “Marksist tarih anlayışı bizi geçmişi bugünün kıstasıyla ölçme tehlikesine karşı korur.”

HIRİSTİYAN KOMÜNİZMİ

Kautsky’ye göre, Hıristiyan kiliselerinin tarihi, komünizmin yalnızca on dokuzuncu yüzyıla ait ütopik bir hayal olmaktan çok uzak olduğunu, tarih boyunca ezilenlerin tekrarlayan bir haykırışı olduğunu göstermektedir. Hıristiyanlığın Temelleri adlı eserinde, Luka İncili’nden “bir devenin iğne deliğinden geçmesinin, zengin bir adamın Tanrı’nın krallığına girmesinden daha kolay” olduğunu belirten ünlü bir cümleyi alıntılamıştır. Kautsky’ye göre bu ifade, ilk Hıristiyanların zenginlere yönelik “şiddetli sınıf nefretini” yansıtıyordu.

Kautsky ayrıca İsa’nın ölümünden sonra Hıristiyanlığın yayılmasını da tartışmaktadır. Havarilerin İşleri bize “bir adamın ihtiyacı olan şeyin topluluğun hazinesinden alındığını” bildirir. Kautsky’ye göre bu ifade, ilk Kilise’nin “komünist bir örgütlenme biçimine doğru” yönelimini simgeliyordu.

Bu ilk Hıristiyan komünizmi modern komünizmle bazı ortak özelliklere sahip olsa da, Kautsky’ye göre bu iki form arasında niteliksel farklılıklar vardı. Özellikle, ilk Hıristiyan topluluklarındaki komünizm üretimden ziyade tüketime dayalıydı. Mallar hâlâ bireysel olarak üretiliyor ancak kolektif olarak tüketiliyordu.

Komünizmin bu biçimi, “ekmeğinin” peşinde koşan eski proleterlere çok cazip gelmişti. Lâkin efendilerinin sofrasından bir miktar rızık garantisi olan köleler için bu şey o kadar cezbedici değildi. Engels’in görüşüne karşı çıkan Kautsky, kölelerin Hıristiyanlığın orijinal toplumsal temelini oluşturmadığını ve ilk Hıristiyanların kendilerinin de köleliği reddetmediğini vurguladı.

HIRİSTİYANLIK VE SINIF

İlk Hıristiyan toplulukları komünist özellikler sergilemiş olsa da, bu topluluklar kendilerini Roma İmparatorluğu çerçevesinde yeniden üretmek zorunda kaldıkları sürece, imparatorluğun sınıfsal bölünmelerini tekrarlama eğiliminde olmuşlardı. Bu eğilim, Yahudi ayaklanmasının yenilgiye uğratılması ve M.S. 70 yılında Kudüs’ün yağmalanmasının ardından Hıristiyanlar kendi topluluklarının komünist doğasını giderek daha ılımlı hale getirmeye başladıklarında daha da pekişti.

Sonuç olarak, Hıristiyanlar topluma karşı görevlerini yerine getirmek amacıyla çalıştıkça -ya da başkalarını kendileri için çalıştırdıkça- Kautsky’nin iddia ettiği gibi, bazıları gelişirken diğerleri batıyordu: “Tam da bu karşılıklı yardımların yerine getirilmesinden, orijinal komünist dürtüyü zayıflatan ve parçalayan bir güdü ortaya çıkacaktır.”

Topluluk bir “savaş örgütü” olmaktan çıktıktan sonra bunu ayakta tutma amacıyla, Hıristiyanlar için “varlıklı yoldaşları kendi saflarına çekmek” giderek daha önemli hale geldi. Bu tür insanları topluluğa katmak için, zenginlere yönelik ilk suçlamaların yumuşatılması gerekiyordu. Böylece Kilise zenginlere karşı giderek daha uzlaşmacı bir yaklaşım benimsemeye başladı ve bu da sonunda topluluğun kendisinde niteliksel değişikliklere yol açtı.

Örneğin, ilk Kilise’de merkezi bir rol oynayan ortak yemek, topluluğun daha yoksul üyeleri ile kıyaslandığında zenginler için belirgin bir şekilde daha az önem taşıyordu. Topluluğun daha zengin üyeleri Kilise içinde giderek artan bir hegemonya kurmaya başlayınca, bu yemeğin önemi giderek azaldı:

İkinci yüzyılda, yoksul üyeler için sunulan ortak yemekler, tüm topluluk için sunulan büsbütün sembolik yemeklerden ayrılmış ve dördüncü yüzyılda, kilise devlette baskın güç haline geldikten sonra, birinci tür yemekler topluluğun toplantı evleri olan kiliselerden çıkarılmıştır. Ortak yemekler daha da bozulmuş ve bir sonraki yüzyılda tamamen kaldırılmıştır.

Zengin Hıristiyanların topluluk içindeki hegemonyası, Kilise hiyerarşisinin piskoposlardan oluşan yeni bir “yönetici sınıfa” dönüşmesi yoluyla kurumsal bir şekil de almıştır. Bu sınıfın son ürünlerinden biri olan merhum Papa XVI. Benedikt, yazılarında, İncil’de yoksulluk ve yoksullarla ilgili yorumları, maddi yoksunluktan ziyade manevi yoksunluğa atıfta bulunacak şekilde yeniden yorumlamaya çalışmıştır.

RADİKAL REFORM

Hıristiyanlığın Temelleri, ilk Hıristiyan toplulukların toplumsal yapısında bir gerileme sürecinin yaşandığını tespit etmiştir. Bu da bize Kautsky’nin en iyi çalışmalarının çizgisel bir tarihsel ilerleme modeline dayandığı varsayımının yanlış olduğunu göstermektedir. Reform dönemindeki proto-komünist radikal hareketlere ilişkin açıklaması da bir gerileme sürecinden bahsetmektedir.

Ortaçağ’da radikal düşüncenin komünist karakterine genel bir bakıştan sonra Reform Döneminde Orta Avrupa’da Komünizm adlı eserinde on beşinci yüzyıl Bohemya’sında Kutsal Roma İmparatorluğu ve Katolik Kilisesi’ne karşı Hussit isyanının bir parçası olarak ortaya çıkan Taborit hareketini incelemeye geçer. Mülkiyetin ortaklaşa kullanılması çağrısında bulunan Taboritler Katolik ordularını birkaç büyük yenilgiye uğratan müthiş bir askeri güç geliştirdiler. Ancak daha sonra 1434’teki Lipany Savaşı Taborit ordusunun belini kırdı.

Taboritlerin tasfiyesinden sonra dini radikalizm, en çok Anabaptistler ve onların vaiz Thomas Müntzer gibi liderleriyle özdeşleşen on altıncı yüzyıl Alman Reform hareketi sırasında yeniden alevlendi. Müntzer’in fikirlerini tartışan Kautsky, onun vaazlarının “hiçbir şeyin komünizmin insan varoluşuna -insan doğasının kendisine- karşıt olduğu şeklindeki yaygın fikirden daha hatalı olamayacağını” gösterdiğini ısrarla vurgulamıştır. Anabaptistlerin komünizmi sadece 1525’te prenslere karşı ayaklanan Alman köylülerinin gerçek ihtiyaçlarını yansıtmakla kalmıyor, ayrıca komünist fikrin izi de İncil’e kadar sürülebiliyordu.

Kautsky böylece hem fikirler tarihinin hem de tarihteki fikirlerin önemini, kendisini mekanik bir materyalist olarak reddetme girişimleriyle çelişecek şekilde vurgulamıştır. Farklı tarihsel dönemlerde insanların sahip olduğu fikirlerin olayların gidişatını şekillendirebileceğini açıkça ifade etmiştir:

Toplumun daha önceki koşullarından kaynaklanan fikirlerin gelenek yoluyla aktarılması, olayların gidişatı üzerinde önemli bir etkiye sahiptir. Bu durum, çoğu zaman yeni toplumsal eğilimlerin ilerlemesini, onların gerçek doğaları ve gereklilikleri hakkında bir kavrayışa ulaşmanın zorluğunu artırarak geciktirir. Orta Çağ’ın sonlarında ise, tam tersine, bu eğilimlerin gelişmesine yardımcı olmuştur.

Kautsky’ye göre, erken modern Avrupa’nın yükselen burjuvazisi Roma hukuku geleneğinden yararlanmıştı, “çünkü bu hukuk onlara basit üretimin, ticaretin ve Devletin despotik gücünün ihtiyaçlarına çok iyi uyarlanmış görünüyordu.” Öte yandan, emekçi sınıf ise ilham almak için başka bir yere bakmak zorunda kalmıştı:

Ne Roma hukuku ne de klasik edebiyat proletaryayı ve sempatizanlarını memnun edebilirdi; onlar aradıklarını Roma toplumunun bir başka ürününde, İncillerde buldular. İlkel Hıristiyanlığın geleneksel komünizmi kendi ihtiyaçlarına çok uygundu. Daha yüksek bir komünist üretim düzeninin temelleri henüz atılmadığından, onlarınki yalnızca eşitleyici bir komünizm olabilirdi; bu da zengin adamın fazlalığının, yaşamın gerekliliklerinden yoksun olan yoksullar arasında bölünmesi ve dağıtılması anlamına geliyordu. İncil ve Havarilerin İşleri’ndeki komünist doktrinler Orta Çağ’ın benzer eğilimlerini yaratmada etkili olmadı, ancak Roma hukuku mutlakiyetçiliğe ve burjuvazinin gelişimine nasıl yardımcı olduysa bu metinler de eşitleyici komünizm fikrinin büyümesi ve yaygınlaşmasında etkili oldular.

YAPI VE FAİLLİK

Elbette Kautsky on altıncı yüzyıl komünizminin tarihinde maddi güçlerin rolünü göz ardı etmemiştir. Erken modern Avrupa’da üretici güçlerin gelişimine ve bu güçlerin mevcut üretim ilişkileriyle nasıl çatıştığına dair bir analiz ortaya koymuştur. Kautsky’ye göre bu çerçeve, köylü savaşlarının geniş bir zamana yayılmasını, on altıncı yüzyıl komünizminin ortaya çıkışını ve nihai yenilgisini açıklıyordu.

Ancak hareketi tarihsel bağlamına yerleştirmek, onu bu bağlama indirgemekle aynı şey değildi. Kautsky, Reform dönemindeki halk radikalizminin köklerini Almanya ve Bohemya’da sermayenin büyümesinde ve köylülüğün ekonomik konumunun gerilemesinde aradı: “Hussit Savaşları dönemi, köylülüğün gerilemesinin sadece farklı dönemlerde ve birbirinden ayrı yerlerde değil, evrensel olarak başladığı sınır çizgisi olarak kabul edilebilir.”

Bu ekonomik koşullar köylü savaşlarının sahnesini oluştururken, Kautsky komünizm fikrini İncil’den alıp isyan tohumlarını saçanların gerçek insanlar olduğunda ısrar ediyordu.

Thomas More ve Ütopyası (1888) adlı bir başka kitabında Kautsky, More’un komünist toplum vizyonunun, egemen sınıfın bir üyesinin İngiliz köylülerinin kötüleşen durumuna verdiği sempatik bir yanıt olarak anlaşılabileceğini savunmuştur. Bununla birlikte, İngiltere’deki ekonomik koşullar 1525 isyanı sırasında Almanya’da var olanlara benzese de, More’un kitabı “kimseyi korkutmadı” çünkü bu fikirleri statükoya karşı gerçek bir meydan okuma olarak somutlaştıracak “hiçbir komünist parti yoktu”.

Başka bir deyişle, fikirlerin tarihin akışını etkileyebilmesi için maddi bir güce dönüşmesi gerekiyordu. Komünizm fikri ilk Kilise’de ve Taboritler, Anabaptistler ve tarihin çeşitli anlarında diğer dini ve dini-olmayan gruplar arasında tam da böyle bir güç haline gelmişti. Bu, komünizmin More’un Ütopya’sı tarzında soyut bir ideal değil, mevcut durumu ortadan kaldırma eğiliminde olan gerçek bir hareket olduğu konusunda ısrar eden Marx ve Engels’in düşüncelerinin somut bir uygulamasıydı.

Yine de Kautsky, bu erken modern devrimciler için yenilginin şu ya da bu şekilde kaçınılmaz olduğuna ikna olmuştu, çünkü üretici güçlerin gelişimi, komünizmin bu dönemde bir üretim tarzı olarak mümkün olmadığı anlamına geliyordu: “Fatihlerin amaçları ekonomik gelişmenin amaçlarıyla çelişiyorsa, askeri zaferlerin ne kadar az işe yaradığı (…) artık açıkça ortaya çıkmıştır.”

Bu perspektiften bakıldığında, ekonomik gelişmişlik düzeyi en iyi şekilde, olaylara mekanik olarak katı bir mantık dayatmadan, tarihin belirli anlarında siyasi olarak mümkün olanın sınırlarını belirlemek olarak anlaşılabilir.

KAUTSKY’NİN İYİ TARAFI

Kautsky’nin ilk Kilise ve Anabaptistler üzerine çalışmaları, onun en iyi haliyle ne siyasi bir kaderci ne de kaba bir materyalist olduğunu ve kesinlikle basit, çizgisel bir tarihsel ilerleme modeline inanmadığını göstermektedir. Aslında bu çalışmalar, devrimci failliğin maddi, ideolojik ve siyasi bağlamını anlamak isteyen herkes tarafından yeniden okunmalıdır.

Kautsky nihayetinde siyasi bir başarısızlık sergilemiş olabilir, ancak bebeği banyo suyuyla birlikte atmamalıyız. Kautsky’nin tarih çalışmaları, tartıştığı olaylar üzerine bir asırdan fazla süredir yeni çalışmaların yayınlanmış olması nedeniyle açıkça eskimiş durumdadır. Yine de bu eserler hem tarihsel süreci hem de mevcut duruma karşı bir alternatif olarak varlığını sürdüren ve giderek daha pratik hale gelen komünizm gerçekliğini anlamak isteyen herkes tarafından okunmayı ve yeniden okunmayı hak ediyor.


Paul Blackledge kimdir?

Paul Blackledge siyaset ve etik alanında araştırmacı ve akademisyendir. Birleşik Krallık’taki çeşitli üniversitelerde insan kaynakları yönetimi, liderlik, siyasi düşünce ve etik konularında dersler vermiş ve araştırmalar yapmıştır. Yazarın yayınlanmış eserleri arasında Friedrich Engels and Modern Social and Political Theory (2019), Marxism and Ethics (2012), Reflections on the Marxist Theory of History (2006), and Perry Anderson, Marxism and the New Left (2004) bulunmaktadır.

Kaynak: Karl Kautsky Wrote Some Classic Works of Marxist History.

Kaynak: Artı Gerçek
***Mutluluk, adalet, özgürlük, hukuk, insanlık ve sevgi paylaştıkça artar***

Exit mobile version