Site icon İnternet Haberler Köşe Yazıları Yorumlar Siyaset Ekonomi Spor

Biz bu oyunu kaç kez izledik!

Biz bu oyunu kaç kez izledik!


ADEM YAVUZ ARSLAN | YORUM

Cihat Yaycı diye komik bir adam var. Emekli amiral. Uzunca bir süredir dikkat çekebilmek, haber olabilmek için abuk subuk açıklamalar yapıyor. Bunu derken Cihat Yaycı’ya çok önem atfettiğim sanılmasın. Aksine Yaycı amiral kullanılıp atılmaya müsait, fırsatçı bürokrattan başka bir şey değil.

Bir dönem Cemaat’in güçlü olduğunu, kendine kariyer fırsatı yakalayacağını düşünüp Fethullah Gülen’e sempatik mesajlar vermiş hatta oğlu için ‘Ömer’ ismini almış birisi. 17 Aralık büyük yolsuzluk ve rüşvet operasyonu sonrası dümeni iktidar cenahına kırmış, gizliden fişleme listelerinin oluşumunda aktif görev almış.

Bırakın amiral olmayı karakol komutanı bile yapılmaz ama ne yaparsınız Türkiye tam anlamıyla ‘kaht-ı rical’ yani adam gibi adam eksikliği yaşadığı için Yaycı gibi ilkesiz, omurgasız bürokratlar altın çağlarını yaşıyorlar.

‘Soykırım’ suçu olarak gösterilen f.tömetre’nin mucidi… Bir dönem ekran ekran dolaşıp, “Koç boynuzunda altın bilezik yoksa bu kesin ‘Fetöcüdür!” gibi dahiyane-bilimsel yöntemler (!) anlatıyordu.
Erdoğan rejiminin işine yaradığı günlerde televizyonlarda, konferanslarda boy gösterdi.

MİT ile yakın irtibatı olan üniversitelerde, ‘Oyalansın!’ diye açılan kürsülerde görev aldı. Ancak Erdoğan rejimi aparatları bile dayanamadı Cihat Yaycı’ya ve ipini çektiler. Öyle ki artık ne ana akım ekranlara ne de önde gelen üniversitelerde yer bulabiliyor. O da ön plana çıkabilmek, kendinden söz ettirebilmek için marjinal Youtube kanallarında ya da ‘merdiven altı’, ‘apartman’ üniversitelerinde akla ziyan açıklamalar yapıyor, insanları provoke ediyor.

Mesela önceki gün Trabzon Gazeteciler Cemiyeti’nde bir basın toplantısı yapmış. Amerika’da olsa ‘ayrımcılık’ suçundan doğrudan yargılanacak açıklamalar… Türkiye gibi anti demokratik, tek adam rejimlerinde bile tuhaf karşılanacak laflar etmiş.

Detaylara ve neden yazı konusu yaptığıma geleceğim ama önce şunu soralım; Gazeteciler Cemiyeti gibi bir kurum Cihat Yaycı ve bir takım karanlık tiplere neden ev sahipliği yapar?

Adı üzerinde siz Gazeteciler Cemiyeti’siniz. İfade ve inanç özgürlüğünü savunmak önceliğiniz olmalı. Cihat Yaycı’nın sözleri sizi rahatsız etmiyorsa bence şapkayı önünüze koyup bir düşünmenizde fayda var! Kendinize, “Biz Gazeteciler Cemiyeti miyiz, Ülkü Ocakları mı?” diye sormanızda fayda var.

Açıktan provokasyon!

Hem Trabzonspor forması hem de Türkiye bayrağından yapılmış kıyafet giyen Yaycı’yı kendi haline bırakıp esasa gelelim. Çünkü Yaycı ve saz arkadaşlarının dile getirdiği görüşleri-eylemleri çok yakından tanıyoruz. Sümela Manastırı’nda her yıl düzenlenen “Meryem Ananın göğe yükseliş günü” ayinini engellemek için faaliyetler yapan Yaycı, akla ziyan ifadeler kullandı. Programa katılacakları ‘Kara Papazlar’ olarak tanımlayan Yaycı, ayine izin verilmeyeceğini, dinini milliyetini seven herkesin desteğe gelmesi gerektiğini iddia etti.

Her zamanki gibi ağzından köpükler çıkartarak konuşan Yaycı, yıllardır yapılan ayini ‘devlete kılıç çekmek’ olarak tarif etti. Bu arada siyasal islamcıların devlete tapmaları da gerçekten klinik bir hal aldı. Yaycı, yerel medyanın dikkatini çekebilmek, genç ve heyecanlı Karadenizlileri galeyana getirebilmek için realiteyle uzaktan yakından ilgisi olmayan şeyler söyledi.

“Ne pahasına olursa olsun engelleyeceğiz!” dedikleri ayin yapıldı ama Yaycı ve saz arkadaşları, “En azından 8 gün geç yapıldı, Patrik Bartholomeos yönetmedi. Bu da az buz başarı değil!” diyerek kampanyayı sürdürdü.

Bu eylemin neden önemli olduğuna, arkasında dönen kirli tezgaha dair şeyler söyleyeceğim ama önce şunu hatırlatayım; Yaycı ve arkadaşlarının “devlete kılıç çekme” olarak tanımladığı ayinin geçmişi 1500 yıla dayanıyor. Cumhuriyetin kuruluşuyla birlikte yasaklanmış, Erdoğan rejiminin nadiren yaptığı iyi projelerden olan ‘Avrupa Birliği gündemi’ ile 88 yıl sonra 2010 yılında yeniden başlamıştı.

Her yıl 15 Ağustos’ta Sümela Manastırı’nda yapılan ayin bu yıl 8 gün gecikmeli yapıldı. Yaycı’ya göre ayin Trabzon’un fethi yıldönümü olan 15 Ağustos’a alındı.

Ergenekon terör örgütünün hedefinde olan Hrant Dink, 2007 yılının Ocak ayında cadde ortasında ensesinden vurularak katledilmişti…

Aynı oyunu defalarca izledik!

Oysa ki Trabzon’un fethi gününün 15 Ağustos olarak kabul edilmesi 2022’de oldu. Öncesinde 26 Ekim’de kutlanıyordu. Yani birileri ‘denk getirmişse’ o bir avuç azınlık mensubu değil. O kadar gürültü koparılan ayine geçtiğimiz yıllarda 300-350 kişi katılırken bu yıl 100 kişide kaldı.
Peki ben Cihat Yaycı’nın hezeyanlarını neden ciddiye aldım, neden gülüp geçmedim?

Sorunun cevabı yakın tarihte gizli. Yaycı’nın hezeyanlarını ciddiye aldım çünkü biz bu oyunu yakından biliyoruz. Çok acı ve kanlı şekilde tecrübe ettik.

Cumhuriyet tarihi boyunca sayısız örneğini gördük ama burada spesifik olarak Hrant Dink ve Malatya Zirve cinayetlerini ele alalım.
Hatırlanacağı gibi Türkiye’deki Ermeni azınlığın gazetelerinden Agos’un yayın yönetmeni Hrant Dink 19 Ocak 2007’de İstanbul’da, çalıştığı gazetenin önünde o gün 17 yaşında olan Ogün Samast tarafından ensesinden vurularak öldürülmüştü.

Katil Ogün Samast yakalandıktan sonra ve mahkeme aşamalarında verdiği ifadelerde Dink’i yazılarından ve fikirlerinden dolayı hedef aldığını, onu ‘vatan haini-terörist’ olarak gördüğünü anlattı. Oysa ki gerçekte ne Dink’i tanıyordu, ne kitaplarını okumuştu ne de videolarını izlemişti. İnternet cafede zaman öldürüp, Kurtlar Vadisi izleyip bir gün kahraman olacağının hayallerini kuruyordu.

Bir gün ‘koçum aslanım’ denilerek sırtı sıvazlandı, eline silah verildi, hedef gösterildi ve cinayet işlettirildi. Samast öldürdüğü Dink hakkında o kadar ilgisizdi ki ondan bahsederken ‘Bi Ermeni Var’ diyordu. (O süreci, özellikle de cinayete giden dönemin aktörlerini belgeleriyle anlattığım kitabımının adını da özellikle ‘Bi Ermeni Var’ koymuştum. Çünkü tam olarak durumu tanımlıyordu)

2002-2003 MGK’larında pişirilen Trabzon ve Malatya’da icra edilen ‘din ve vatan toprakları elden gidiyor’ kampanyası çerçevesinde gazete manşetlerini yalan haberler doldurmuştu. Televizyonlar istihbaratçılarca işgal edilmişti.

Yapılan provokatif haberler sonrası İncil basıp dağıtan Zirve Yayınevi basılmış, üç kişi o dönem henüz lise öğrencisi olan çocuk yaştaki öğrenciler tarafından katledilmişti. Hem de vahşice.

AKP köşeye sıkıştı, çıkış arıyor!

Her iki olayda da aynı şablon uygulandı. Güya medyadaki tartışmalardan etkilenen gençler milliyetçi-dini gerekçelerle cinayet işlenmişti! Sözde ‘Dink’in arkadaşı’ fakat gerçekte cinayeti planlayıp gerçekleştiren ve ardından üzerini örten derin yapının kullanışlı aparatı Nedim Şener gibiler bu kumpasta aktif rol aldı.

Dediğim gibi hem ‘Bi Ermeni Var’ hem de ‘Ergenekon’un Zirvesi’ kitaplarımda çok detaylı ele aldım bu projeyi.

İşte Yaycı’nın sözleri bu açıdan önemli. Ekonomik krizin her geçen gün daha da derinleştiği, mülteciler gibi hassas bir konu üzerinden toplumun gerildiği dönemde, “Vatan toprakları satılıyor, din elden gidiyor!” söylemleriyle yapılan provokatif eylemler masum değildir.

Biz bu filmi gördük, yaşadık ve sonrasında neler olduğunu yaşayarak öğrendik. Kaldı ki perde arkasında kirli bir plan olmasa bile günümüz dünyasında istismar edilecek bir tetikçi bulmak zor değil. Çünkü psikolojik harp kurallarındandır; bir bahçeyi düzenli olarak sularsanız tohum atmasanız bile çiçek açar.

Ankara’nın karanlık dehlizlerinde planlanan, derin devletin yereldeki uzantılarınca icra edilen bu tip eylemler olmasa bile sorumsuzca edilen laflardan, verilen demeçlerden etkilenen birisi çıkıp rahatlıkla istenmeyen olaylara neden olabilir. Hele ki halkı alevlenmeye hazır halde bekleyen Trabzon’da…

Kısacası; Erdoğan rejiminin güçten düştüğü şu günlerde bildik-kirli bir planı yine yürürlüğe koyuyorlar.

Sakın gaza gelmeyin!

Türkiye’de bu haberi engelsiz paylaşmak için aşağıdaki linki kopyalayınız👇

Kaynak: Tr724
***Mutluluk, adalet, özgürlük, hukuk, insanlık ve sevgi paylaştıkça artar***

Exit mobile version