Site icon İnternet Haberler Köşe Yazıları Yorumlar Siyaset Ekonomi Spor

Kıbrıs çıkartmasının 50. yılında duyulması istenmeyen gerçekler (1) 

Kıbrıs çıkartmasının 50. yılında duyulması istenmeyen gerçekler (1) 


PROF. M. EFE ÇAMAN | YORUM

Duymak istemediğimiz gerçekler var. Ve siz onları duymadığınızda veya var olmadıklarını düşündüğünüzde de oldukları yerde duruyorlar. Kafasını kuma gömüp ‘Dünya yok oldu’ diye düşünen devekuşu gibi, hoşumuza gitmeyen şeylerin var olmadıklarını düşünmek anlamlı mı?

Genellikle duymak istemediğimiz gerçekler siyah ve beyaz olarak tasavvur edilen dünyanın aksine, grilikler dünyasının bir parçası. Yaşamı siyah ve beyaz, yani mutlak iyi ve mutlak kötü olarak gören toplumların çoğunlukla hata üstüne hata yaptıkları, çünkü olaylara nesnel bakmayı başaramadıkları, dolayısıyla yanlışlıklarını, yetersizliklerini ve eksikliklerini fark edemedikleri görülür. Tabulaştırılan ve sabite haline getirilen her şey toplumları bu kulvara sokar. Bu yolun sonunda gurur ve onur şişirilir, tarihi olaylar ve siyasi kararlar siyaset üstü konuma terfi ettirilerek toplumsal algı nezdindeki konumları sabitlenir ve elitlerin kontrolü altına alınır. Resmi tarihin taşları böyle döşenir, kolektif olarak olayları nasıl algılamamız gerektiği böylelikle somutlaşır. Zaman ilerledikçe bu tür “gerçeklerin” muhtevası ve kütlesi artar, toplum bu ağırlığı sırtlamak durumunda kalır.

Kıbrıs böyle bir alandır.

Kıbrıs’a ilişkin gerçeklerin bir bölümünü biliriz, bir bölümünü bilmeyiz. Kıbrıs Türk resmi tarihinde bir siyah-beyaz netliğinde milli davadır. Kıbrıs’ta analiz edilecek bir şey yoktur. Her şey gün gibi açıktır çünkü. Bir tarafta mutlak iyiler, onların karşısında mutlak düşmanlar – ilkokul çocuklarının bile anlayabileceği kadar somut bir milli dava söz konusudur. İdeolojik farklılıklar veya algılardan bağımsız, net ve yek doğru etrafında toplanılır. Milli bir ayin, bir tabu, bir mutlak ve onurlu pozisyon, vatanseverliğin ve milliyetçiliğin ana ölçütlerinden biri olarak ortaya çıkar ve herkes bunu bilir. Bu onurlu pozisyonu sorgulayan veya ondan zırnık derecede sapan her şey ihanetin kapsama alanına girer. Burası tehlikeli sulardır ve her analizcinin, fikir insanının, entelektüelin, aydının, okumuşun, uzmanın, akademisyenin, gazetecinin ve yazarın kaçınması gereken, aşılmaması gereken kırmızı hattın ötesindeki alandır. Sahilde sığ sularla derin suları birbirinden ayıran dubalı ip gibi, eğer size sunulan alanın dışına çıkarsanız, bu sizin kendi hatanızdır ve başınıza geleceklerden artık ne toplum ne de devlet sorumludur.

“Kıbrıs netliğinde” Türkiye’nin diğer resmi diskurları gibi, üzerinde tartışma yoktur. Kıbrıs’ta Rumlar Türkleri kesmiş, onları yok etmeyi ve adayı Yunanistan’la birleştirmeyi kafalarına koymuştur. Türkiye bu planı engellemiş, adaya barış getirmiştir. Türkiye insani bir müdahalede bulunmuş, Kıbrıs Türkleri’ni özgürlüklerine kavuşturmuş, onların can güvenliğini sağlamıştır. Kıbrıs Rumları 1960’lardan beri aşırı sağcı ve Enosis yanlısı nasyonalistlerin oyun alanıdır. Türkler bu projenin önündeki yegâne engeldir. 1974’te bu Rumlar bir darbe yapmış, bu darbeye Yunanistan destek olmuş, Nikos Sampson adlı bir nasyonalist liderliğinde bir cunta kurulmuş, Kıbrıs anayasasını ortadan kaldırmış, Cumhurbaşkanı Makarios’u devirmiş, Türkleri katletmeye girişmiştir.

Diskur budur.

Türkiye, bu diskura göre Kıbrıs’a askeri müdahalede bulunmak “zorunda kalmıştır”. Türkiye bunu yaparken “garantör devlet” sıfatıyla hareket etmiştir. Yaptığı yasal ve meşrudur. Müdahale sonrası Kıbrıs’taki cunta ortadan kaldırılmış, Türkler kuzeyde kendilerine tahsis edilen alanda kendi devletlerine kavuşmuş, bağımsızlıklarını kazanmıştır. Türkiye insani bir askeri misyonla adada varlığını sürdürmektedir. Tek amacı Kıbrıs Türklerini korumaktır.

Şimdi gelelim bu beyaz karşısındaki siyaha. Dedim ya, hayat siyah ve beyazdan değil, grinin tonlarından oluşmaktadır. Kıbrıs konusunda size bilmeniz gerektiği kadarı bilmenizi sağlayıcı politikalar uygulana geldiğinden, duyduklarınıza tepki göstereceksiniz. İnancınız sarsılacak. Bu yazının kötü niyetli olduğunu düşüneceksiniz. Yine, daha önce belirttiğim gibi, sınırları belirli alanın dışına çıktığım ve devletin resmi politikasını sorguladığım için yazdıklarımın kredibilitesi sorgulanacak.

Olsun. Ben yazayım, burada dursun. Okuyan okusun.

Öncelikle Kıbrıs sorunu Türkiye için 1950’lere kadar hiç olmadı. Ne Misak-ı Milli’de, Kuvva-yı Milliye sürecinde, ne Kurtuluş Savaşı diskurunda, ne Nutuk’ta, ne Atatürk’ün ya da İnönü’nün ilk 25 yıllık yönetimleri esnasında, ne herhangi bir Meclis tutanağında, Kıbrıs Türkleri veya Kıbrıs vardır! Kıbrıs Türkleri ve Kıbrıs konusu Cumhuriyet Türkiyesi’nin kuruluş kodlarında bulunmuyor. Çünkü Kıbrıs 1878’de Berlin Konferansı’nda Osmanlı İmparatorluğu’nu desteklemesi karşılığında II. Abdülhamit tarafından İngiltere’ye veriliyor ve 1914’te, Osmanlı İmparatorluğu İngiltere karşısında Birinci Dünya Savaşı’na girince de İngiltere tarafından ilhak ediliyor, yani İngiliz toprağı oluyor. Dolayısıyla, 1878’den 2024’e kadar Osmanlı İmparatorluğu ve Türkiye’nin Kıbrıs üzerinde egemenliği de facto bulunmuyor. 146 yıldır Kıbrıs’ta fiilen ve hukuken başka bir irade var. Cumhuriyetin kurucu kadrosu da bunu bildiği için Kıbrıs konusu gündemlerinde yok. Bu gayet nettir.

Türk kaynakları adanın kiralandığını, İngiltere’nin Osmanlı Padişahı adına adayı yönettiğini, durumun geçici olduğunu, Rusya’nın Osmanlı aleyhine genişlemesi sorununda İngiltere’den destek almak zorunda olunduğundan bu uygulamaya başvurulmak durumunda kalındığını falan yazsa da, gerçekler değişmiyor. Adadan çekilmişsin, askeri varlığın kalmamış, yönetimin kalmamış, o dönem dünyanın en güçlü devleti olan ve girdiği yerden çıkmamasıyla ünlü İngiltere’ye adayı terk etmişsin. De jure adanın senin olması o dönem hiçbir pratik anlam ifade etmiyor. Çekilme amacın daha da trajik! Tüm amacın kendini başka bir bölgesel güce, Rus İmparatorluğu’na karşı korumak; çünkü bunu tek başına beceremez hale düşmüşsün. Tam acizlik içinde! İçeride imajını kurtarmak için anlaşmaya Osmanlı Padişahı adına yetki kullanmak falan gibi fiilen hiçbir anlamı olmayan maddeler koydurmuşsun ve İngiliz senin bu “hassasiyetini” sırıtarak yerine getirmiş. Sonra ne olmuş?

Sonra Birinci Dünya Savaşı’na girip “İmparatorluk sınırlarını genişletme” hülyasına kapılmışsın. Önce İngilizlerin yanında, olmayınca ‘Almanların yanında gireyim, girmeyeyim’ derken, fırsat Almanya tarafında girmek doğrultusunda ortaya çıkınca da tereddütsüz gidip Karadeniz’de Rus limanlarını bombalamışsın. Bunu da kendi olanaklarınla yapabilecek kapasiten olmadığından, iki Alman gemisine Osmanlı bayrağı çektirerek yapabilmişsin. O arada Kıbrıs ne olmuş? Savaşa girdiğinin o saatinde İngiltere tarafından ilhak edilmiş! Ama sen “Turan’ı fethetme” hülyasıyla kamuoyunun efsunlandığı İttihatçı rejimi altında bunu hiç önemsememiş, yoluna devam etmişsin.

Kıbrıs kumar masasında kaybedilmiş desek yalan olmaz. Kumarda daha fazla para kazanmak için paranızı yatırır, oyuna başlarsınız. Oyunu kaybederseniz para gider. Giden para artık sizin değildir. O parayı rica-minnet geri alamazsınız. İnsanlar size güler! Kumarbazlığın ilk kuralı, kaybedilen paranın ardından ağlamamaktır. Osmanlı-Türkiye tarih düzleminde o kadar çok kumar masası örneği var ki! Çünkü topraklar vaktinde “birilerinden alınmıştır”. O alınan yerlerin “başka birileri tarafından alınması” eşyanın tabiatında vardır.

Kıbrıs’la alakalı tarihsel boyut içinde epey kıssa bulunan öyküdür.

1878’de fiilen ve kısmen de hukuken giden, 1914’te hukuken kati surette İngiltere’nin olan ada, 1914’ten 1950’lerin ortalarına kadar gündemde yoktur. Ne zaman ki ada Rumları İngiliz hâkimiyetine karşı ayaklandılar, Türkiye konuya ilgi göstermeye başladı. O dönemde Rumlar İngiliz hâkimiyetinden kurtulup Yunanistan’la birleşmek istiyorlardı. Ada nüfusunun ezici çoğunluğu Rum’du. Ada kültürel, etnik ve linguistik olarak Yunan kültürünün parçasıydı. Müslüman Türkofonlar adaya Osmanlı adayı 1570’te ele geçirdikten sonra yerleştirildi. 1878’de ada İngilizlere terk edilirken adadaki Müslüman Türkofon nüfus Osmanlı siyasi elitinin hiç aklına gelmedi. Başlarının çaresine terk edildiler. Umursanmadılar. Rumlar İngilizlere karşı ayaklanınca, Türkiye’nin teşvikiyle Türkler de “Taksim” (adanın paylaştırılması) tezini savunmaya başladı ve bu tez Türkiye’nin de resmi tez oldu.

1950’lerde adanın İngiliz egemenliğinden kurtarılıp Yunan devletinin bir parçası olma ihtimali ortaya çıkınca, Türkiye stratejik olarak “etrafının Yunan devleti tarafından çevrilmesi” konusunda endişelenmeye başladı. Konu dışişlerinin gündemine alındığında öncelikle İngiliz hâkimiyetinin devamı doğrultusunda gayret edilmesi doğru bir strateji olarak görüldü. Bu aşamada hala ortada Kıbrıs Türkleri ne olacak türü bir öncelik yok. Hala güvenlik ve strateji ağırlıklı bir algı söz konusuydu. Önemli olan Yunanistan’la birleşmeye engel olunmasıydı. İngiliz egemenliğinde bir sorun görülmüyordu. Zaten görülse çok daha önceden buna karşı çıkılırdı. Oysa 146 sene boyunca bu konuda herhangi bir girişimde bulunulmamıştı! Ne kayda değer bir diplomatik çaba, ne askeri bir inisiyatif olmamıştı. Şimdi Kıbrıs Rumları Yunan devletinin parçası olacaklar ve etrafımız çevrilecek, eyvah, ne yaparız evhamıyla, acilen harekete geçilmişti.

Zamanla Türkiye’nin direnciyle Kıbrıs Rumları ve İngiltere de, uluslararası toplum da bağımsız bir “Kıbrıs devleti” konusuna ısındı. Konjonktür böyle olunca, Türkiye de federal bir devlete razı oldu. Kıbrıslı Rumlar ve Türkler adanın her tarafına dağılmış yerleşimlerde yaşıyorlardı. Yani Kuzeyde Türkler, güneyde Rumlar yoktu. Adanın her yeri ağırlıklı olarak Yunanca konuşan, az sayı ve oranda da Türkofon yerleşim birimlerinden oluşmaktaydı.

1959 yılında Londra ve Zürih’te bir araya gelen taraflar, bir anayasa üzerinde anlaştılar ve Yunanistan, Birleşik Krallık ve Türkiye bu anayasanın garantörü oldu. Anayasa iki toplum arasında dengeleri gözetiyor, mesela başkan Rumlardan olurken başkan yardımcılığı Türklerden birine veriliyordu. Kabine 10 bakandan oluşacak, bu bakanların yedisi Rum, üçü Türklerden olacaktı. Tüm devlet bürokrasisinde ve kamu hizmetlerinde belli kotalar uygulanıyordu. Bu ilkelere dayalı anayasa üzerine 1960 yılında Kıbrıs Cumhuriyeti devleti kuruldu.

(Devamı var)

Türkiye’de bu haberi engelsiz paylaşmak için aşağıdaki linki kopyalayınız👇

Kaynak: Tr724
***Mutluluk, adalet, özgürlük, hukuk, insanlık ve sevgi paylaştıkça artar***

Exit mobile version