M. NEDİM HAZAR | YORUM
Haziran ayı başında Al Jazeera, ‘yargısız infaz’ olarak nitelendirdiği bir dizi rahatsız edici video yayınladı. Videolarda İsrail askerleri Gazze Şeridi’nde sahil yolu yakınlarında yürüyen birkaç Filistinliyi üç ayrı olayda vurarak öldürdüğü görülüyordu. Görüntülerde Filistinliler silahsız görünüyor ve askerlere karşı yakın bir tehdit oluşturmuyorlardı.
Epey bir süreden beri kuşatma altındaki bölgede gazetecilerin karşılaştığı ciddi kısıtlamalar ve hayatlarının sürekli tehlike altında olması nedeniyle bu tür görüntülere nadiren rastlanıyor. Ancak herhangi bir güvenlik gerekçesi olmadığı anlaşılan bu infazlar, geçtiğimiz aylarda Gazze’deki aktif görevlerinden serbest bırakılmalarının ardından +972 Magazine ve Local Call’a konuşan altı İsrail askerinin ifadeleriyle tutarlı. Filistinli görgü tanıkları ve doktorların savaş boyunca verdikleri ifadeleri doğrulayan askerler, siviller de dahil olmak üzere Filistinlilere neredeyse istedikleri zaman ateş açma yetkisine sahip olduklarını anlatıyorlar.
İsminin açıklanmaması şartıyla konuşan altı kaynak, İsrail askerlerinin Filistinli sivilleri sırf ordunun “yasak bölge” olarak tanımladığı bir alana girdikleri için rutin olarak nasıl infaz ettiklerini anlatmış. İfadeler korkunç; çürümeye ya da başıboş hayvanlar tarafından yenmeye terk edilen sivil cesetlerle dolu bir manzara resmi çiziyor; ordu bunları yalnızca uluslararası yardım konvoyları gelmeden önce gizliyor, böylece “çürümenin ileri aşamalarındaki insanların görüntüleri ortaya çıkmıyor.” Askerlerden ikisi de Filistinlilerin evlerini işgal ettikten sonra ateşe verme konusunda sistematik bir politika izlediklerini ifade ediyor.
+972’ye konuşan birçok kaynak, kısıtlama olmaksızın atış yapabilmenin askerlere stres atma ya da günlük rutinlerinin sıkıcılığını hafifletme fırsatı verdiğini anlatıyor. Örneğin Kuzey Gazze’de görev yapan yedek subay S. “Ben şahsen sebepsiz yere denize, kaldırıma ya da terk edilmiş bir binaya birkaç kurşun sıktım. Bunu ‘normal ateş’ olarak rapor ediyorlar, oysa ben sıkılmıştım ve bu yüzden ateş ediyordum.”
1980’lerden bu yana İsrail ordusu, Yüksek Adalet Divanı’na yapılan çeşitli başvurulara rağmen açık ateş yönetmeliğini açıklamayı reddediyor. Siyaset sosyoloğu Yagil Levy’ye göre, İkinci İntifada’dan bu yana İsrail ordusu askerlerine herhangi yazılı bir angajman kuralları vermemiş. Bu da sahadaki askerlerin ve komutanlarının yorumuna çok şey bırakıyor. Kaynaklar, 38 binden fazla Filistinlinin öldürülmesine katkıda bulunmanın yanı sıra, bu gevşek direktiflerin son aylarda dost ateşiyle öldürülen asker sayısının yüksek olmasından da kısmen sorumlu olduğunu ifade ediyor.
Givati Tugayı’na bağlı 8717 Taburunun komuta merkezi de dahil olmak üzere aylarca Gazze’deki düzenli kuvvetlerde görev yapan bir başka asker olan B., “Tam bir hareket özgürlüğü vardı,” diyor. “Eğer bir tehdit hissi varsa bile, açıklamaya gerek yok – sadece ateş ediyorsunuz.” dedikten sonra ekliyor: “Askerler birinin yaklaştığını gördüklerinde, havaya değil, kütle merkezine [vücuduna] ateş etmek meşrudur!”
Asker B’nin söyledikleri kan dondurucu: “Herkesi vurmak meşrudur, genç bir kızı, yaşlı bir kadını.”
B. Kasım ayında Gazze Şehri’nin Zeytun Mahallesi yakınlarında yerlerinden edilmiş Filistinliler için sığınak olarak kullanılan bir okulun tahliyesi sırasında askerlerin birkaç sivili öldürdüğü bir olayı anlatmaya devam ediyor: “Ordu tahliye edilenlere askerlerin konuşlandığı sağ taraf yerine sol tarafa, denize doğru çıkmalarını emretti. Okulun içinde bir çatışma patlak verdiğinde, ortaya çıkan kargaşada yanlış yöne sapanlara hemen ateş açıldı. Hamas’ın panik oluşturmak istediğine dair istihbarat vardı. İçeride bir çatışma başladı; insanlar kaçıştı. Bazıları sola denize doğru kaçtı ama bazıları sağa kaçtı, aralarında çocuklar da vardı. Sağa kaçan herkes öldürüldü ki sayıları 15 ila 20 kişiydi. Bir yığın ceset vardı.”
Sivillere istedikleri gibi, tüm güçleriyle ateş ettiler!
B. Gazze’de sivilleri savaşçılardan ayırmanın zor olduğunu söyleyerek Hamas üyelerinin genellikle “silahsız dolaştıklarını” iddia ediyor. Ancak sonuç olarak, “16 ila 50 yaş arasındaki her erkeğin terörist olduğundan şüpheleniliyor”muş.
“Etrafta dolaşmak yasak ve dışarıda olan herkes şüpheli!” diye devam ediyor B.: “Pencereden bize bakan birini görürsek, o bir şüphelidir. Ateş edersiniz. Ordunun algısı, halkla herhangi bir temasın kuvvetleri tehlikeye attığı ve askerlere hiçbir koşulda yaklaşmanın yasak olduğu bir durumun olmaması gerektiği yönünde. Filistinliler içeri girdiğimizde kaçacaklarını öğrendiler.”
Gazze’nin nüfusun olmadığı ya da terk edilmiş gibi görünen bölgelerinde bile askerler “varlık gösterme” olarak bilinen bir prosedürle yoğun bir şekilde ateş açmış. Yine bir asker olan S. ise asker arkadaşlarının “sebepsiz yere bile çok ateş ettiklerini, ateş etmek isteyen herkesin, sebebi ne olursa olsun, ateş ettiğini” ifade eden şahitlerden biri. Bazı durumlarda bunun “insanları saklandıkları yerlerden çıkarmak ya da varlık göstermek için” yapıldığını belirtiyor.
Gazze Şeridi’nde görev yapan bir başka yedek asker olan M., bu tür emirlerin doğrudan sahadaki bölük veya tabur komutanlarından geldiğini açıklamış. “Bölgede başka IDF (“Israel Defense Forces” (İsrail Savunma Kuvvetleri) güçleri olmadığında ateş etmek serbest ve bunu deli gibi yapıyoruz. Üstelik bunu sadece hafif silahlar değil: makineli tüfekler, tanklar ve havan toplarıyla yapıyoruz!”
M., yukarıdan emir gelmese bile, sahadaki askerlerin düzenli olarak yasaları kendi ellerine aldıklarını ifade ediyor: “Muvazzaf askerler, küçük rütbeli subaylar, tabur komutanları – ateş etmek isteyen küçük rütbeliler izin alıyorlar.”
İsrail askerlerinin işledikleri en hafif savaş suçu: Filistin evlerini ateşe vermek!
S. ise telsizden bir koruma bölgesinde görev yapan bir askerin yakınlarda dolaşan Filistinli bir aileyi vurduğunu duyduğunu hatırlıyor. “İlk başta ‘dört kişi’ diyorlar. İki çocuk artı iki yetişkine dönüşüyor ve sonunda bir erkek, bir kadın ve iki çocuk oluyor. Resmi kendiniz oluşturabilirsiniz.”
Dergiye konuşan askerlerden sadece biri ismini vermek istememiş…
Geçen yıl Kasım ve Aralık aylarında 55. Paraşütçü Tugayı’nda görev yapan 26 yaşındaki Kudüslü yedek asker Yuval Green (Green, ordunun Refah’ı işgalinin ardından Gazze’de görev yapmayı reddettiklerini açıklayan 41 yedek askerin mektubunu kısa süre önce imzalamış). Green +972 ve Local Call’a verdiği demeçte, “Mühimmat konusunda herhangi bir kısıtlama yoktu.” diyor: “İnsanlar sadece can sıkıntısını gidermek için ateş ediyordu.”
Green, Aralık ayındaki Yahudi Hanuka Bayramı sırasında bir gece meydana gelen bir olayı şöyle anlatıyor: “Tüm tabur hep birlikte havai fişek gibi ateş açtı, buna izli mühimmat parlak bir ışık üreten mermiler de dahildi. Gökyüzünü aydınlatan çılgın bir renk oluşturdu ve [Hannukah] ‘ışık festivali’ olduğu için sembolik hale geldi.”
Kendi askerini vuran ordu!
Gazze’de görev yapmış bir başka asker olan C., askerlerin silah sesleri duyduklarında telsizle bölgede başka bir İsrail askeri birliği olup olmadığını öğrenmek istediklerini, eğer yoksa ateş açtıklarını anlatıyor: “İnsanlar istedikleri gibi, tüm güçleriyle ateş ediyorlardı.” Ancak C.’nin de belirttiği gibi, sınırsız ateş etmek askerlerin sık sık, “Hamas’tan daha tehlikeli!” olarak tanımladığı büyük bir dost ateşi riskine maruz kalması anlamına geliyor: “Birçok kez IDF güçleri bize doğru ateş açtı. Cevap vermedik, telsizden kontrol ettik ve kimse yaralanmadı.”
Bu haberin yazıldığı sırada, kara harekatı başladığından bu yana Gazze’de 324 İsrail askeri öldürülmüştü; orduya göre bunların en az 28 ‘i dost ateşiyle öldürülmüş. Green’in deneyimine göre bu tür olaylar askerlerin hayatını tehlikeye atan “ana mesele”. “Oldukça fazla dost ateşi vardı; bu beni deli ediyordu.” dedi.
Green’e göre angajman kuralları da rehinelerin kaderine karşı derin bir kayıtsızlığın göstergesi: “Bana tünellerin havaya uçurulmasıyla ilgili bir uygulamadan bahsettiler ve ben de kendi kendime tünellerde rehineler varsa onları öldüreceğimi düşündüm.”
İsrail askerlerinin Aralık ayında Shuja’iyya’da beyaz bayrak sallayan üç rehineyi Filistinli sanarak öldürmesinin ardından Green kızgın olduğunu ancak kendisine, “Yapabileceğimiz bir şey yok!” dendiğini söylüyor: “Komutanlar ‘Dikkatli ve duyarlı olmalısınız, ancak bir savaş bölgesindeyiz ve tetikte olmalıyız’ diyerek prosedürleri keskinleştirdiler.”
B., ordunun “emirlerine aykırı” olduğu söylenen Shuja’iyya’daki aksilikten sonra bile açık ateş kurallarının değişmediğini doğruluyor: “Rehinelere gelince, özel bir talimatımız yoktu. Ordunun üst düzey komutanları rehinelerin vurulmasından sonra sahadaki askerleri bilgilendirdiklerini söylediler. Ama bizimle konuşmadılar.”
Kendisi ve yanındaki askerler rehinelerin vurulduğunu olaydan ancak iki buçuk hafta sonra, Gazze’den ayrıldıktan sonra öğrenmiş.
Green, “Diğer askerlerden rehinelerin öldüğüne, hiç şansları olmadığına, terk edilmeleri gerektiğine dair açıklamalar duydum.” diyor: “Bu ise beni en çok rahatsız eden şeydi… ‘Rehineler için buradayız’ diyorlardı ama savaşın rehinelere zarar verdiği açıktı. O zamanki düşüncem buydu; bugün bunun doğru olduğu ortaya çıktı.”
‘Bir bina yıkılıyor ve “Vay canına, ne eğlenceli” hissine kapılıyorsunuz’
Ordunun Harekat Müdürlüğü’nde görev yapmış bir subay olan A., Gazze dışından çatışmaları koordine eden, hedefleri onaylayan ve dost ateşini önleyen tugayının harekat odasının sahadaki askerlere iletmek üzere açık ateş emri almadığını ifade etmekte: “Girdiğiniz andan itibaren hiçbir noktada bir brifing yok. Askerlere ve tabur komutanlarına iletmek üzere yukarıdan talimat almadık.”
İnsani yardım yolları boyunca ateş edilmemesi yönünde talimatlar olduğunu, ancak başka yerlerde, “başka bir direktifin yokluğunda boşlukları dolduruyorsunuz. Yaklaşım şu: ‘Orada yasaksa burada serbesttir’.”
A., “hastanelere, kliniklere, okullara, dini mekanlara ve uluslararası örgütlerin binalarına” ateş etmenin daha yüksek yetki gerektirdiğini açıklamış. Ancak uygulamada, “Bize ateş etmememizin söylendiği vakaları bir elin parmaklarını geçmeyecek kadar çok sayabilirim. Okullar gibi hassas yerlerde bile onay sadece bir formalite gibi geliyor.” diye anlatıyor.
A., sözlerine şöyle devam ediyor: “Genel olarak operasyon odasındaki ruh ‘Önce ateş et, soruları sonra sor’ şeklindeydi. Fikir birliği buydu… Hiç gerek yokken bir evi dümdüz edersek ya da vurmak zorunda olmadığımız birini vurursak kimse gözyaşı dökmeyecek.”
Konu mühim devam edeceğiz…
Türkiye’de bu haberi engelsiz paylaşmak için aşağıdaki linki kopyalayınız👇
Kaynak: Tr724
***Mutluluk, adalet, özgürlük, hukuk, insanlık ve sevgi paylaştıkça artar***