Site icon İnternet Haberler Köşe Yazıları Yorumlar Siyaset Ekonomi Spor

İslam fıkhı; dini geçmişte değil, ‘bugünde’ yaşayın!

İslam fıkhı; dini geçmişte değil, ‘bugünde’ yaşayın!


AHMET KURUCAN | YORUM

Eskiler “Söz uçar yazı kalır” demişler. Söz ile ifade ettim. İslam ve İslam’ın fıkhı adına anlayışımın ne olduğunu YouTube kanalımda alabildiğine net ifadelerle anlattım. Bir de yazı ile ifade etmek istiyorum. Net, kısa ve öz bir biçimde. Hem de maddeler halinde. Gerçi daha önceden aynı şeyleri Kur’an İslamı, mealcilik vb kavramlar üzerinde yazdığım bir yazıda dile getirmiştim. Olsun. Bir daha yazayım ve tarihe mal olsun.

1- Din, şeriat ve fıkıh birbirinden ayrıdır. Din Allah’ın murad ve maksadını yansıtan öğretiler, ilkeler, değerler, emirler ve yasaklar bütünüdür. İman/akide, ibadet/ritüel, ahlak ve sosyal hayatı düzenleyen bu manzume bütününde ilk üçü değişmez, değiştirelemez sabiteler iken dördüncüsü konjonktüre, sosyal tabana, arka plan şartlarına bağlı olarak değişebilir/değiştirilebilir.

2- Kur’an’siz din olmaz. Bu bütün çeşitleri ile farklı düşünce ekollerinin üzerinde ittifak ettiği konu olduğu için fazla söz söylemeyi zaid sayarım.

3- Peygambersiz din olmaz. Müslümanlık hiç olmaz. İslam dininin merkezinde Kur’an ile birlikte Hz. Peygamber (sas) vardır. Kur’an Efendimiz’in (sas) 23 yıllık hayatı etrafında örgülenen öğretiler, değerler, emir ve yasaklar bütünüdür. Haşa ve kella o bir postacı misali tebliğ vazifesini yapıp kenara çekilen bir insan değildir ve olamaz. En basitinden Kur’an’ı asli manası ile anlamak için hiç şüphesiz Hz. Peygamber’i (sas) ve onun yaşamış olduğu dönemi bilmek zorundayız. Aksi takdirde bir çok ayete ve ayetler kümesine lafzın taşımış olduğu anlam üzerinden bizler mana vermek zorunda kalırız ki bu yaptığımız yorumlara bağlı olarak zaman zaman Allah’ı kendi namımıza konuşturmak anlamına bile gelebilir. Batınilerin Kur’an yorumlarını bu noktada aklınıza getirebilirsiniz.

4- 14 asırlık bir yaşanmışlığımız var Müslümanlar olarak. Tarihimiz var, medeniyetimiz var, devletlerimiz var, örf ve adetlerimiz var, kütüphaneler dolusu kitaplarımız var, sanat eserlerimiz var, müziğimiz var, sporumuz var, masalımız, hikayemiz, romanımız, şiirimiz var. En genel manada tarihsel tecrübelerimiz var. Bunların toplamına eğer gelenek diyeceksek bir geleneğimiz var. Bu geleneği dışlayan din olmaz, Müslümanlık olmaz.

5- Aklı dışlayan, zamanda yolculuğu şaşıran, Müslümanları bugünü yaşatmayan, yarına yönlendirmeyen aksine sürekli maziye taşıyan din de olmaz, Müslümanlık da olmaz. Nasıl dedelerimiz, ninelerimiz dünün çocuğu olarak kendi zamanlarını yaşadılar bizler de bugünün çocuğuyuz ve bugünün koşullarında dinimizi anlamak, anlamlandırmak ve yaşamak zorundayız. Bu ise iman, ibadet ve ritüeller gibi sabiteler hariç günümüz dünyasında karşımıza çıkan meselelerde maslahatlarımızı önceleyerek  Allah’ın muradını aramakla olacaktır. Literatürde bunun adına içtihad denir.

İçtihada gelince; 4. maddede yazdığım gibi o geleneğimiz içinde yer alan içtihatlar bütünü:

1- Verili sorunlarımıza cevap veriyor ve çözüm üretiyorsa yeni içtihatlara gerek yoktur. Bu laf kalabalığından, ‘ben de varım’ diye kendini göstermekten başka işe yaramaz. Mesbukun yani cemaatle ile namaza geç gelen insanın namazını nasıl tamamlayacağı konusundaki içtihatları bu bağlamda düşünebilirsiniz.

2- Bir konuda farklı içtihatlar var ise tercih içtihadı yapılabilir ki burada da temel ölçü delillerin kuvvetliliği ile insanların maslahatıdır. Tercih edilen, edilmesi gereken, en evla fetva anlamına gelen “Müfta bihi” tabiri ile tarih boyunca ulemanın yaptığı da budur.

3- Gerek içtihada ihtiyaç duyulan güncel meselelerde gerekse “müfta bih” görüşleri seçimde kolayı zora tercih ederim. Din kolaylıktır. Allah bu dini inananlara zorluk olsun düşüncesi ile göndermemiş, onlara takatının üzerinde bir yük yüklememiştir. Kendi beyanları ile sabittir bu hakikatler bir çok ayette. Efendimiz’in (sas) onlarca beyanı ve uygulamaları da bu istikamettedir.

4- Ruhsatların kullanımında çekingen davranmam. Zira adına ruhsat dediğiniz içtihatlar bir olgudur ve dinin sınırları içindedir. O ruhsatları kullanma zorunluluğu da bir olgudur, onlar da hayatın kaçınılmaz gerçekleridir. İki olgunun birleştiği bu zeminde o ruhsatın kullanılması dinin yaşanmasını sağlayan bir nefes borusudur. Unutmayın ruhsatlar ne öldükten sonra mezarda ne de dirildikten sonra ahirette kullanılacaktır.

İslam dini ve onun fıkhı adına durduğum yeri özetlediğim yeri kayda geçirdikten sonra şu ilaveleri de yapayım.

1- İslam’ın fıkhının en önemli özelliği onun dinin temel ilke, prensip değerlerine aykırı olmaksızın hayatla içli dışlı olması ve güncel sorunlara pratik çözümler üretmesidir. İlk 5 asırda son canlı bir biçimde yapılan bu çalışmalar dinin hayatla birlikte götürülmesini netice vermiş ama sonrasında aynı başarı sağlanamamıştır.

2- Amaç ile araç birbirine karıştırılmamalıdır. Bir Müslüman için nihai amaç Rabbin rızası ve onun rızası istikametinde bu hayatın yaşanmasıdır. Bu bağlamda ibadetlerimiz de dahil yaptığımız her türlü davranış araçtır. Ne yazık ki bazen araçlar amaç yerine geçmektedir.

Son sözüm dini hassasiyet mi, trollük mü, şahsi kıskançlık mı neden olduğunu bir türlü kestirmekte zorlandığım ama her fırsatta, yerli-yersiz eleştirilerini dile getirenlere olsun: Dünde değil, bugünde yaşayın ve yarını kucaklayın. Hayatla dini ile, dini de hayatla iç içe götürün. Yoksa din adına dinsizliğe hizmet etme gibi çok büyük bir handikabın içine düşer ve din diye diye insanları dinden uzaktıştırırsınız vesselam.

Türkiye’de bu haberi engelsiz paylaşmak için aşağıdaki linki kopyalayınız👇

Kaynak: Tr724
***Mutluluk, adalet, özgürlük, hukuk, insanlık ve sevgi paylaştıkça artar***

Exit mobile version