Site icon İnternet Haberler Köşe Yazıları Yorumlar Siyaset Ekonomi Spor

Kürtler devlete karşı yalnız kaldı; her Türk utanç duymalı!

Kürtler devlete karşı yalnız kaldı; her Türk utanç duymalı!


MAHMUT AKPINAR | YORUM

Diyarbakır’da kafe işleten Ramazan Şimşek, “Kafemde Kürtçe hizmet vereceğim!” dediği için sabah baskınıyla gözaltına alındı, ev hapsi ve yurtdışı yasağıyla bırakıldı. Memleketi kendilerine tapulu sanan Kemalist teyzeler, amcalar şimdilerde Suriyelilere, Afganlılara sarsalar da, hala Kürtçe konuşanlara “Bölücü!”, dindarlara “Mürteci!” tepkisi vermeye devam ediyorlar. “Burası Türkiye, ya Türkçe konuş veya defol!” diyerek Türklerden çok önce bu topraklarda var olan halkları kovma cür’eti gösterebiliyorlar.

Bir zamanlar dindarların ve Kürtlerin haklarını savunan “İslamcı!” AKP iktidarında Kürtlere zulüm eksilmeden devam ediyor. Seçilmiş belediye başkanları görevden alınıp kayyımlar atanıyor, siyasetçiler uydurma gerekçelerle hapse atılıyor. Dindar kadın ve erkekler için 28 Şubat’ı aratan tutuklamalar var. Devlete çöreklenen Ulusalcı-İslamcı ittifakı, iki cenahın kötü taraflarını alıp en kötüyü ürettiler. 

Kürtlerle Türklerin ilk tanışması Abbasiler döneminde, Büyük Selçuklular döneminde Irak ve Suriye’de oldu. Türki halklar Anadoludan önce, 9. asırda Suriye ve Irak’ta yaşıyorlardı. Selahattin Eyyubi, Türklere göre Türk, Kürtlere göre Kürt, Araplara göre Arap kabul ediliyor. Her unsur Kudüs’ü Haçlılar’dan geri alan bu kahramana sahip çıkmakta yarışıyor. Ulusçuluk o dönem önde olmadığı için Selahattin Eyyubi unsuriyete önem vermiyordu. Fakat şu muhakkak ki Selahattin Eyyubi’nin ordusu ve halkı, Araplardan, Kürtlerden ve Türklerden oluşmaktaydı.

Anadolu’da Türklerle Kürtlerin İttifakı, stratejik birlikteliği Malazgirt Savaşı’na uzanır. Müslüman Kürtler Hristiyan Bizans’a karşı 1071’de Selçuklu ordusuna destek vererek zaferin kazanılmasında önemli rol oynamışlardır. Anadolu’nun İslamlaşmasına, Türkleşmesine Kürtlerin de katkısı olmuştur. Öte yandan Selçuklu Sultanı Melikşah, Kürtlerin yaşadığı toprakları “Kürdistan” olarak ilk ananlardandır.

Keza 16. yüzyılda Yavuz Sultan Selim’in Safevilerle mücadelesinde Kürtler ve İdris-i Bitlisi açık şekilde Osmanlı’nın yanında yer almıştır. Sonraki dönemlerde de Kürtler büyük ulemalar çıkarmış, tasavvuf alanında günümüze kadar hep etkili olmuştur. Milliyetçiliğin arttığı, bağımsızlık faaliyetlerinin yükseldiği dönemlerde Kürtler Osmanlı’ya sadık kalmışlardır. Anadolu’nun işgalinden sonra başlatılan Milli Mücadele ile ilan edilen Misakı Milli “Kürtlerin ve Türklerin yaşadığı sınırları” ihtiva etmektedir. Bugünkü Suriye’de Kürt ve Türkmen nüfusun yaşadığı yerler, Irak’ta Musul vilayeti bu gerekçeyle Misakı Milliye’nin (Milli Yemin) içinde yer almıştır. Kürtler Çanakkale’de, Yemen’de asker verdikleri gibi, sırtlanların ülkeyi sardığı dönemde milli mücadeleye katılmışlardır.

Gerek Osmanlı döneminde gerekse Osmanlı’nın yıkılmasını müteakip Kürtler farklı bir yaklaşım içine girmemişlerdir. Birinci Meclis’te ve 1921 Anayasası’nda onurlu, eşit birliktelik devam etmiş, Meclis’te diğer unsurlar gibi Kürt milletvekilleri de yer almışlardır. Ancak İkinci Meclis’le ve Mustafa Kemal’in tek adam haline gelmesiyle şartlar değişmeye başlamış, tekçi, ulusalcı bir devlet kurulmuştur. Milli mücadelede milletin kazandığı başarılar sadece Mustafa Kemal’e bağlanarak Kemalizme dayalı yeni bir ulus inşa süreci başlatılmıştır. Cumhuriyet boyunca Kürtler yok sayılmış, dilleri yasaklanmış, denklemden dışlanmışlardır.

Cumhuriyet’in ilk yıllarında Kürtler’de bugünkü anlamda bir ulus bilinci olduğunu söyleyemeyiz. Kürt kimliğini koruyan bölgedeki medreseler ve din âlimleri olmuştur. Yıllarca medreselerde Arapça ve Kürtçe eğitim verilmiş, Kürtçe bugünkü gibi hayatın dışına itilmemiştir. Tek Parti döneminin katı seküler politikalarına, dini eğitimi yasaklayan uygulamalarına ilk itirazlar dindar Türklerden ve dindar Kürtlerden gelmiştir. Yeni Cumhuriyet Müslüman Türklerden gelen talepleri “irtica”, “gericilik” diye bastırırken, Kürtlerden gelen talepleri “eşkiyalık” “Kürtçülük”, “ayrımcılık” olarak nitelemiş ve bastırmıştır.

1978’de kurulan PKK ile birlikte Kürtlerde sadece ulusalcı damar yükselmemiş, dini duyarlılık da azalmıştır. Dini önderler yetiştirmiş, tasavvuf erbabı üretmiş, İslami yönü güçlü Kürtleri PKK, Tek Parti’nin toplumu zoraki dönüştürmesine benzer dönüşüme uğratmıştır. 1980 darbesi sonrası bölgede Kürtlere yapılan eziyetler, işkenceler, aşağılamalar PKK’ya can suyu olmuş, Kürt ulusçuluğunu da güçlendirmiştir. Maalesef son 50 yılda iktidarlar, partiler değişmesine, demokratik bazı gelişmeler yaşanmasına rağmen Kürtleri yok sayan, dışlayıcı, politikalar değişmemiştir.

Bazı Kürtlerde ayrı bir devlet kurma iddiası olsa da Kürtlerin büyük kısmının talebi, Türkiye’de insanca ve eşit vatandaşlar olarak yaşamaktır. Ancak yıllarca buna yol verilmeyip baskı, dışlama devam edince, demokratik ve hukuki mücadele kanalları da tıkanınca, “Bağımsız, ayrı devlet olmaksızın Kürtlere rahat yok!” anlayışı güç bulmaktadır. Aradan geçen onca yıla, değişime rağmen ülkede hala Kürtçe konuşmak, Kürtçe eğitim almak, “Kürdüm!” demek, köylerin Kürtçe isimlerini kullanmak büyük problem görülüyor. Kürtseniz “potansiyel terörist” oluyorsunuz. Devletin propagandası, medyanın dili nedeniyle Kürtlere karşı olumsuzluk, şartlı yaklaşım mevcut. Oysa yeryüzünde Kürtlerle Türkler kadar içiçe geçmiş başka halklar bulmak zordur. Kürtlerin büyük kısmı artık batı Anadolu’da yaşıyor ve evlilikler, ortaklıklar çok yaygın. PKK ile TSK arasındaki çatışmalara, olumsuz propagandalara rağmen son 40 yılda evlilikler, akrabalıklar, ortaklıklar daha da arttı.

İşte tam bu noktada Türklere düşen bir ayıp var. Kendisini Türk hisseden, “Türküm” diyenlerin bazı şeyleri sorgulamaları gerekiyor. Şahsi olarak ülkeyi benden çok seven, ülkenin gelişmesi, kalkınması, halkın refahı, huzuru için benden öte çaba sarf eden, kafa yoran Kürtlerle karşılaşıyorum ve utanç duyuyorum.

Neden?

Çünkü 1000 yılı aşkındır birlikte yaşadığımız, beraber acılar çektiğimiz, işgallere uğradığımız, mücadeleler verdiğimiz, Türkiye Cumhuriyeti’ni beraber kurduğumuz bir halkın çocukları ana dilini konuşamıyor, kendi çocuklarına öğretemiyor. Bu bir suç kabul ediliyor ve Kürtler dertlerini anlatamıyorlar. Hakkını arayan Kürt şiddete bulaşmadığı halde “terörist”, “ayrılıkçı” olarak etiketlenebiliyor.

Kürtlerin önemli bir kısmı PKK’yı sevmez, haz etmez. Yıllarca PKK bölgede “anarşist” grup olarak görüldü. Ancak devletin çözüm üret-e-memesi, Kürtlere sağır kalması nedeniyle PKK halk tarafından tedricen ve kerhen kabul görmeye başladı. Devletin güvenliği sağlamakta, halka huzur üretmekte aciz kalması nedeniyle PKK, bölgede Stalinist yöntemleri de kullanarak kontrol inşa etti, gençleri devşirdi.

Şimdilerde dindar Kürtler dahi “Örgüt Kürtlerin hakkını koruyor!” diye PKK’yı kabul edilebilir bulmaya başladı.

Maalesef makul, barışçı Kürtler devlete karşı verdikleri mücadelede yalnız kaldılar. Türk aydınlar, yazarlar ve toplum kesimleri Kürtlerin yanında yeterince ve güçlü şekilde yer almadı. Anadili konuşma, öğrenme, Kürtçe eğitim alma gibi en insani, en doğal haklarını bile savunamadık. Kürtlere yıllarca: “Demokratik ve siyasi mücadele verin, dağlarda savaşmak yerine düz ovada siyaset yapın!” dediler. Ama seçilmiş siyasi liderler hapse atılırken, belediye başkanlarının yerine kayyımlar atanırken Türkiye toplumu ve aydınları devleti yönetenlere, “Bunları yapamazsın!” diyemedi.

Federatif bir yapı kurmak veya ayrı devlet olmak reel şartlara, ortama bağlı gelişecek durumlardır. Şahsen Kürtlerin Türkiye’den ayrılmasına karşı çıkıyorum, birlikte daha güçlü olacağımızı, böyle bir ayrılığın her iki tarafa zarar vereceğini düşünüyorum. Dahası ben Türkiye’nin, yurt dışındakiler dahil tüm Kürtleri kucaklayan, sahiplenen politikalar geliştirmesine taraftarım. Yani Türkiye’nin Türklerin olduğu kadar Kürtlerin de anayurdu, devleti, ülkesi olması gerektiğini düşünüyorum.

Farklı siyasi talepler tartışılabilir, itiraz edilebilir. Ancak dil, kimlik gibi kültürel haklar en temel insan haklarıdır ve tartışmaya açık değildir. İslami açıdan bakarsanız da her dil Allah‘ın ayetidir. İnsanların dilini, kültürünü, kimliğini yasaklayamazsınız. Hucurat (13) suresine göre Allah “tanışalım, bilişelim” diye bizleri farklı farklı yaratmıştır. Allah’ın yarattığı bir kimliği, dili diğerinden aşağı göremez, küçümseyemez, yok edemezsiniz.

Doğal süreçler içinde bazı fay hatları kırılır, değişmeler olur. Ama bir sosyal mühendislik çerçevesi içinde Lazların, Kürtlerin, Süryanilerin veya başka azınlıkların dillerini yok edemez, varlıklarını, kimliklerini silemezsiniz. Bu demokratik, insani ve İslami açıdan fevkalade sakıncalıdır, problemlidir. Kürtçenin Türkçe kadar normalleştirilmesi bir eğitim dili, hatta resmi dil olması gerekmektedir. İsteyenlerin bu dille eğitim alabilmesinin, konuşabilmesinin, yazabilmesi önündeki tüm engeller kaldırılmalıdır. Türkiye’de Kürt olmanın olumsuzlukları düzeltilmeli, Kürtler bu ülkenin eşit, onurlu vatandaşları olduklarını hissetmelidirler.

Türkiye sınırları içinde var olan her topluluk ve onların dilleri, kültürleri, kimlikleri saygıyı, korunmayı hak etmektedir. Yezilerden, Süryanilere, Ermenilere, Rumlara kadar bütün azınlıklara borcumuz var. Ama 1000 yıldır beraber, iç içe yaşadığımız, Milli Mücadeleyi birlikte verdiğimiz Kürtlerin dahi dillerini konuşmaktan, kimliklerini ifade etmekten mahrum edilmeleri en başta Türk aydınların, siyasetçilerin ayıbıdır, utancıdır. Hakkari belediyesine kayyım atanması bir gasptır. Halkın iradesine, demokrasiye, seçimlere en büyük saygısızlıktır. Fikir namusu olan herkes buna itiraz etmelidir.

Türk toplumunda farklı olana, ötekine karşı hastalıklı bir tutum, zenofobik bir yaklaşım var.  Bu ucube hal ülkenin ekonomisinden adaletine, güvenliğine kadar her her alanı olumsuz etkiliyor.

Türkiye’de bu haberi engelsiz paylaşmak için aşağıdaki linki kopyalayınız👇

Kaynak: Tr724
***Mutluluk, adalet, özgürlük, hukuk, insanlık ve sevgi paylaştıkça artar***

Exit mobile version