MAHMUT AKPINAR | YORUM
Geçen Pazar İran cumhurbaşkanı İbrahim Reisi’yi taşıyan helikopter Azerbaycan sınırına yakın dağlık bölgede düştü. 15 saat sonra helikopterin yeri tespit edilebildi ve kamuoyuna bilgi verildi.
Helikopterin düşüşü ile ilgili türlü spekülasyonlar var. Otoriter ülkeler ve halkları spekülatif haberleri severler. Geçen ay içinde iki ülke arasında yaşanan gerilim nedeniyle ilk akla gelen şüpheli İsrail oldu. Kazanın uzun süredir problemler yaşadıkları komşu Azerbaycan’dan dönüşte yaşanması şüpheleri artırdı.
İsrail’i peşinen aklamanın anlamı yok. Geçmişi ‘düşman’ ilan ettiklerine yönelik bu tür suikastlarla, şaibeli kazalarla dolu. Ancak objektif gözle bakıldığında üzerinde durulacak daha somut ve güçlü ihtimaller var. En önemli problem 1970’lerden kalma, modifiye edilmiş, teknolojik donanımı yetersiz tuhaf bir araca binmek. Kötü hava şartlarına rağmen geç vakte kalarak dağlık bir alandan bu helikopterle geçme cüreti.
İran yeraltı zenginliklerini “Güçlü devletiz!” diyebilmek için türlü maceralara, Şii yayılmacılığına harcayan ama pek çok organizasyonda sınıfta kalan, halkına acımasız davranan klasik otoriter reflekslere sahip bir ülke. Rejim düşmanlarına, halka göz açtırmazken işlerini sorumsuzca yapan bürokratlar, teknokratlar nedeniyle çok can ve mal kaybı yaşanır.
SSCB de öyleydi. KGB üzerinden halka, muhaliflere göz açtırmazdı ama ihmaller zinciri nedeniyle sık sık ölümlü kazalar yaşanırdı. Alt düzey birkaç memuru cezalandırma dışında kimse hesap vermezdi. SSCB’nin çöküşünü hızlandıran Çernobil faciasının nasıl ihmaller üzerine geldiğini ilgili belgeseli izlerseniz görürüsünüz.
İran da rejime muhalif gruplara-kişilere odaklanıyor, halk sağlığı, gıda güvenliği, sosyal adalet, iş güvenliği vb. gibi konular tedbir alınmaksızın Allah’a emanet ediliyor. Dolayısıyla sık sık ihmallerden, önlem almamaktan kaynaklanan kazalar, ölümler yaşanıyor. Humeyni’nin cenaze merasimi bile felakete dönüşmüş, ihmaller nedeniyle onlarca insan ölmüş, onbinlercesi yaralanmıştır.
Türkiye’deki değişime bu gözle baktığınızda da otoriterleşme izlerini görürsünüz. Muhalife göz açtırmayan ama halkın hayatını hiçe sayan rejimler.
Reisi’nin ölümüne neden olan kaza ile ilgili veriler/bilgiler incelendiğinde ihmaller, gerekli tedbirlerin alınmaması en güçlü ihtimal olarak öne çıkıyor. Bir başka ihtimal ise rejim içi güç mücadeleleri.
Halk mevcut rejimden kurtulmak istiyor
Kapalı rejimlerde açık siyasi mücadele yapma imkanı olmadığı için rakipler bel altı yöntemlerle yarışırlar. İbrahim Reisi, 85 yaşını dolduran, sağlık problemleri olan dini lider Ali Hamaney sonrası öne çıkan adaylardandı. Eğer kazada kasıt varsa bu, Reisi’nin Cumhurbaşkanı olmasından dolayı değildir; rejimin kilit noktası, sorumsuz ve “günahsız” görülen dini liderlik için güçlü aday olması nedeniyledir.
Bu kaza Erdoğan’a alternatif olma potansiyeli taşıyan Muhsin Yazıcıoğlu cinayetine çok benziyor. Burada da kazadaki bir yolcuyla defalarca görüşme yapılıyor ama ne hikmetse telefonla konuştukları kaza mahallinden sinyal alınamıyor, olay yerine 15 saat sonra ulaşabiliyorlar. Yaralananlar da soğuktan ölüyor.
Kapalı siyasi rejimlerde kaza görünümünde siyasi cinayetlerde artış olur. Siyasi mücadele halk önünde ve sandıkta verilmez, karanlık alanlarda ve sinsi yöntemlerle yapılır. İran halkının çok büyük kısmı İran rejiminden rahatsız. Dış politikada etkisini ve gücünü artırmasına rağmen rejimin halk nezdinde konsolidasyonu çok düşük. Son seçimlerde halkın sadece yüzde 41’i sandığa gitti. Bu oran en önemli metropol ve başkent Tahran’da yüzde 28’de kaldı.
Halk mevcut rejimden kurtulmak istiyor. Ama öyle ucube bir yapı var ki sandıkta halkın önüne gelecek adayları rejim belirliyor. Halkın tercih edeceği adaylar siyasi arenaya bile çıkamıyor. Düşünün Anayasayı Koruyucular Konseyi eski cumhurbaşkanı Ruhani’yi bile veto edip siyasi yarıştan men edebiliyor. Halk kendisine önerilenlerden birisini tercih etmek zorunda kalıyor. Bu durum halkın sandıktan ümidini kesmesine neden oluyor.
Türk toplumunun aksine İran halkı haklarını aramada oldukça cesur. Siyasi yollardan ümidini kesen halk adaletsizlikler, rejimin baskısı karşısında 2-3 yılda bir büyük ayaklanmalar çıkarıyor, dünya gündemine giren, aylar süren protestolar yapıyor. En son başını açtığı için hapse atılan ve orada öldürülen Mahsa Amini protestolarında ülkenin bütün şehirlerinde halk sokaklara döküldü, mollalar dışarı çıkamaz hale geldi.
Pek çok gözlemci bu protestoların bazı şeyleri değiştirebileceği yorumunu yaptılar. Ancak biz rejimin bunları bastırıp yoluna devam edeceğini ifade etmiştik. Nitekim rejim gösterilere katılanları önce tespit etti, sonra evlerinden alarak tutukladı ve pek çoğunu idam etti. Zira İran’da rejim kurumsal anlamda çok güçlü. Ordu, polis, yargı, istihbarat, medya, besiçler.. gibi bütün yapılar rejimin sopası, muhaliflere göz açtırmıyor.
Türkiye, ‘mutlak otoriter’ rejime doğru
Bu noktada Türkiye muhalefetine, aydınlarına, toplumuna bir uyarıda bulunmak gerekiyor. Erdoğan Türkiyesi hızla yarı otoriter bir rejimden mutlak otoriter rejime doğru gidiyor. Din ve kutsal istismarına dayalı olduğu için İran’la pek çok noktada benzerlik gösteriyor. Bu tür rejimlerde söylemlerin aksine samimi dindarlık azalır. Dini pratikler, namaz kılma oranları düşer, alkol, uyuşturucu tüketimi artar.
İran, Müslüman ülkeler arasında namaz kılma oranının en düşük, alkol tüketiminin en yüksek olduğu ülkelerden. Tayyip Erdoğan, Mayıs 2023 seçimlerinden sonra yarı otoriter rejimden mutlak otoriter rejime geçme planları yapıyor. En son çıkardığı seferberlik ve savaş ilan etme düzenlemesi bunun örneklerinden. Halk yerel seçimlerde gidişattan rahatsız olduğunu, değişim istediğini net şekilde ortaya koydu. Ancak aydınlar ve muhalefet halkın mesajını anlamamakta direniyor. CHP geniş tabanlı bir muhalefet inşa etmek, değişim taleplerini yükseltmek yerine Erdoğan’a payanda olmaya, onu meşrulaştırmaya devam ediyor.
Halk 2015’te de net bir mesaj vermişti, muhalefet, aydınlar, gazeteciler.. bu mesajı anlamadı ve Erdoğan’a tekrar seçimi alma fırsatını altın tepside sundular. Eğer son yerel seçimlerde verilen mesaj da alınmazsa Erdoğan mutlak otoriter rejime geçebilir, toplum ve devlet üzerindeki denetimini iyice güçlendirebilir. Türk halkı İran halkının durumuna düşer. Rejim bütün kurumları yapıları kontrol eder hale geldikten sonra protestolarınız, ayaklanmalarınız sonuç vermez. Otoriter liderin ölümü de şartları değiştirmeye yetmez. Kurulu sistem kendisini kanlı şekilde savunur. Halkın onayı olmayan bir rejim, baskıyla korkuyla ülkeyi yönetmeye devam eder.
İran’da Reisi’nin ölümü sonrası bir şey değişmeyecek. Halk yine çaresiz baskıcı rejime katlanmaya devam edecek. Türkiye’de aydınlar, gazeteciler, “Reisi sonrası İran’da neler olur?” konusunu konuşmak yerine, “Erdoğan daha da güçlenir ve mutlak bir otoriter rejim kurarsa ne olur?” konusuna odaklanmalılar.
Yerel seçimlerde halkın verdiği mesajın ülkenin mutlak otoriter rejime dönüşmemesi için önemli bir fırsat olduğunu düşünüyorum. Vicdan ve sorumluluk sahibi her siyasetçi, aydın, gazeteci, akademisyen; yerel seçimlerde halkın verdiği mesajı hayata yansıtmanın, değişim rüzgarına dönüştürmenin yollarını aramalılar.
Aksi halde Türkiye dini istismar eden, otoriter, baskıcı, kan dökmekten çekinmeyen yeni bir İran olma yolunda. İlginçtir, 28 Şubat’ta samimi dindarları hedef yapan, “Türkiye İran olamaz!” diyen pek çok Ulusalcı, Kemalist bu dönemde İran’a güzelleme yapıyor.
Türkiye’de bu haberi engelsiz paylaşmak için aşağıdaki linki kopyalayınız👇
Kaynak: Tr724
***Mutluluk, adalet, özgürlük, hukuk, insanlık ve sevgi paylaştıkça artar***