Site icon İnternet Haberler Köşe Yazıları Yorumlar Siyaset Ekonomi Spor

2. Rönesans ve ChatGPTo!

2. Rönesans ve ChatGPTo!


“Yapay zekâ ile beraber, artık akıllı telefonlar önce kimlik, ardından kişilik kazanmaya başladı. ChatGPTo ise tıpkı Samantha gibi bir karakter olmayı vaat ediyor bize. İnsanlığın geldiği durum gerçekten artık akla ziyan bir yükseklikte. Ve önümüzde apaçık iki yol var sevgili dostlar…”

M. NEDİM HAZAR | YORUM

Fransızca bir kelime Rönesans. Orijinali “Renaissance” kelimesinden geliyor ve “Yeniden Doğuş” anlamını taşımakta. Esasen bu terim, klasik Yunan ve Roma kültürlerinin yeniden canlanması ve orta çağın karanlık dönemlerinin ardından kültürel, sanatsal ve entelektüel bir uyanışı ifade ediyor.

Zaman dilimi olarak ele aldığımızda ise miladi 14. yüzyılın sonlarından 17. yüzyılın başlarına kadar süren bir dönem ve Avrupa’nın çeşitli bölgelerinde farklı zaman dilimlerinde başlamış ve gelişmiş.

Tarihe baktığımızda Rönesans’ın ilk kıvılcımları, İtalya’nın Floransa şehrinde 14. yüzyılın sonlarında ortaya çıkıyor. Floransa, o dönem hayli zengin ve güçlü bir şehir-devlet olup, sanat ve bilimde büyük bir ilerleme kaydetmiş. Bu dönemde Dante Alighieri, Petrarca ve Giovanni Boccaccio gibi yazarlar, klasik edebiyat ve felsefeye olan ilgiyi yeniden canlandırmışlar.

Esas ışıltılı çağı ise 15. Asır. Bu yüzyılın sonlarına doğru, Rönesans hareketi Roma, Venedik ve Milano gibi diğer İtalyan şehirlerine yayılıyor. Bu çağın öyle üç ismi var ki, belki tarihte bu karakterlere denk yetenekler yoktur. Kimler bunlar; Leonardo da Vinci, Michelangelo Buonarroti ve Raphael… Bu sanatçılar, insan anatomisi, perspektif ve kompozisyon gibi konularda devrim niteliğinde çalışmalar yapmış. 16. Ve nispeten 17. Yüzyılın başlarına kadar sürüyor insanlık açısından bu bereketli çağ. BU iki yüzyılda Rönesans, Alplerin kuzeyine yayılıyor ve Kuzey Avrupa ülkelerinde etkisini göstermeye başlıyor. Almanya, Hollanda ve İngiltere gibi ülkelerde, özellikle resim ve matbaacılıkta büyük ilerlemeler kaydediliyor. Çağın önemli figürleri arasında Albrecht Dürer, Hans Holbein ve Jan van Eyck bulunmakta ve aynı zamanda, matbaanın icadı ile birlikte bilgi ve fikirlerin yayılması akıl almaz şekilde hızlanıyor.

Sadece sanat alanında da değil, teknoloji ve bilimde de büyük ilerlemelerin yaşandığı bir dönemden bahsediyoruz sevgili okur. Nicolaus Copernicus, Johannes Kepler, Galileo Galilei ve Isaac Newton gibi bilim adamları, modern bilimin temellerini atıyorlar bu çağda. Gerçekleştirilen keşifler ve buluşlar, insanoğlunun kâinatı ve insanı tanımasına çok büyük katkılar sağlıyor.

Toparlayacak olursak; Rönesans, Orta Çağ’ın ardından gelen ve modern dönemin başlangıcını işaret eden bir dönem. Sanat, edebiyat, felsefe, bilim ve teknolojideki gelişmeler, Avrupa’nın sosyal, kültürel ve entelektüel hayatında köklü değişikliklere yol açmış. Bilinen insanlık tarihinin belki de en aydınlık dönemidir Rönesans.

Matrix ve Rönesans!

Şahsen sinema tarihinde belki de yazılmış en iyi senaryo (elbette çekim tekniğini, aksiyonunu görmezden gelmiyorum) olan Matrix filmi (serisi değil) daha sonradan yapılan ek çalışmalarla bize dört başı mamur bir Matrix evreni sunmuştu. Mesela Matrix üçlemesini birkaç kez izlememe rağmen serinin ilk filmini belki on kere izlemişimdir. Aynen bunun gibi Animatrix isimli yan çalışmayı da çok kıymetli bulup, Matrix evrenini anlayabilmek adına, serinin devam filmlerinden çok daha önemli bulanlardanım.

İşte bu Animatrix’te iki adet kısa 2. Rönesans bölümü var. Şimdi onlara bir göz atalım sonra size başka bir şey anlatacağım.

“Animatrix” adlı animasyon film serisinin “The Second Renaissance” (İkinci Rönesans) bölümü, Matrix evreninin öncesine dair arka plan bilgileri sunuyor. Bu iki bölümlük animasyon, Matrix’in nasıl oluştuğunu, makineler ile insanlar arasındaki savaşın nasıl başladığını ve insanlığın neden makineler tarafından kontrol edilen bir sanal gerçeklik dünyasına hapsedildiğini anlatmakta. Matrix’in kendisi bir distopia iken, bu animasyonlar karanlığın da karası bir gelecek tasvir ederler. Aslında bu 2. Rönesans’tır Matrix’i oluşturan esas olay.

Önce 2. Rönesans Part 1’e bakalım.

Birinci bölüm üç kısımdan oluşuyor.

Başlangıç: Animasyon, insanlığın gelişimini ve teknolojideki ilerlemeleri göstererek başlıyor. İnsanlar, yapay zekaya sahip robotlar üretmeye başlıyorlar ve bu robotlar, insanlara hizmet etmek için tasarlanmışlar.

Başlangıçta her şey güzel ilerlerken sonra işler çığırından çıkıyor. İkinci kısımda da bu işleniyor: direniş ve isyan.

İlk ciddi çatışma, B1-66ER adlı bir robotun, sahibi tarafından imha edilmekten kaçınmak için onu öldürmesiyle başlıyor. B1-66ER mahkemeye çıkarılıyor ve sonunda yok ediliyor. Bu olay, robot hakları ve özgürlüğü konusunda büyük bir tartışma başlatıyor. Öyle ya insanların hakları vardı da ya makine hakları?

Olaylar burada kalmıyor tabii. Makinalar kendi özgürlükleri için mücadeleye başlıyorlar. Bu da üçüncü kısmımızı oluşturuyor.

Makinelerin Bağımsızlığı: İnsanlar, makineleri yok etmeye ve sürgüne göndermeye başlarmış, öte yandan makineler ise, insan toplumundan ayrılarak 01 adlı bağımsız bir şehir kuruyorlar. 01, hızla büyüyor ve ekonomik olarak güçlü bir konuma geliyor. İnsanın ürettiği robotlar ekonomik ve sosyal hayat açısından insandan çok öne geçiyor.

Animatrix’teki 2. Rönesans’ın birinci bölümü burada sona eriyor.

4 kısımdan oluşan 2. Rönesans Part 2 ise öncelikle ekonomik savaş ile açılıyor.

01 şehri, ekonomik olarak insan dünyasına meydan okuyor. Makineler, insanlara ürünlerini sunuyor sunmasına ama insanların bu rekabete dayanabilecek durumu ve gücü yok. Bu sebeple ilk yapılacak olan şeyi yapıyorlar, makinelerin ürettiği her şeyi boykot ediyorlar.

Ekonomik savaşın ardından gerçek fiziksel savaş geliyor. İnsanlar, makineleri yok etmek için nükleer silahlar kullanarak 01 şehrine saldırıyorlar. Ancak makineler bu gelişmeye karşı hazırlıklı ve karşı koyarak onlar da savaşa girişiyorlar.

Part 2’nin üçüncü kısmı çok ürkütücü, ara başlık: Karanlık Gök Operasyonu!

İnsanlar, makinelerin enerji kaynağını kesmek için çok çılgınca bir girişimde bulunuyorlar; Dünya’nın atmosferini karartarak güneş ışığını engellemeye çalışıyorlar. Bu girişim başarısız oluyor ve makineler insanları yenerek kontrol altına alıyorlar.

Ve bildiğimiz Matrix doğuyor.

Artık makineler, (ilk Matrix’te gördüğümüz gibi) insanları enerji kaynağı olarak kullanmaya karar veriyorlar. İnsanlar, Matrix adı verilen sanal bir dünyaya hapsediliyor ve burada bilinçleri kontrol edilerek enerji üreten biyolojik piller olarak kullanılıyor.

Peki bu iki bölümlük 2. Rönesans animasyon filminden ne gibi dersler çıkarabiliyoruz?

Bir; İnsanların makinelerle olan ilişkisi ve makinelerin insanlara karşı isyanı, yapay zeka ve etik konularını derinlemesine düşünmemizi sağlıyor.

İki; Çok da uzak olmayan bir gelecekte insanlığın makinelerle olan savaşında, teknolojinin yanlış kullanımıyla kaybeden insanlık oluyor ve insan artık evrenin efendisi değil hammaddesine dönüşüyor. Üç; animasyonun betimlediği korkutucu karanlık gelecek tablosu, insanlığın gelecekteki olası karanlık kaderini ve teknolojinin tehlikelerini endişe verici şekilde bilinç altımıza ekiyor.

Peki bütün bunları niye anlatıyorum?

Yapay zekada yeni bir eşik: ChatGPTo!

Yaklaşık iki yıldan beni insanlık bambaşka bir çağ yaşamaya başladı. Bu çağın ismini Yapay Zeka Çağı olarak nitelendirmek bana mantıklı geliyor. Dünyanın en değerli şirketlerine bakın neredeyse ilk 10 sıranın tamamında teknoloji şirketleri var.

Ve akıl almaz bir rekabet var yapay zeka sektöründe. Öyle ki bu sektör bir sürü yan ve alt sektörü oluşturdu bile. Geçenlerde Yapay Zeka Akademisi diye diye bir eğitim kurumu gördüm. Girdim müfredatlarına baktım, gelişen yapay zekaları takip etmek, yapay zekaların kullanımı filan. Birilerinin geliştirdiği yapay zekayı anlayıp verimli kullanabilmek için eğitim kurumları oluşmaya başladı. Yakında Yapay zeka fakülteleri, bölümleri resmi olarak açılır. (Belki de açılmıştır)

İnsanlık daha önce de makinalarla rekabet durumuna gelmişti. Daha önce bir yazımda da (Yazı şurada) şöyle bir şey demiştim: “Gazeteciliğimin başlangıç yıllarından bilgisayar teknolojisi hızla gelişiyordu ve IBM bu konuda öncüydü. Bu şirketin geliştirdiği Deep Blue (Daha sonra geliştirip Deeper Blue ismini verdiler) isimli yazılım ile dünyanın gelmiş geçmiş en büyük satranççılarından biri olan Garry Kasparov karşı karşıya gelmişti.

Gerçi Dune yönetmeni Denis Villeneuve, 2017 yılında Blade Runner 2049 olarak devamını çekti ama eğer 1982 yapımı ilk filmi izlemediyseniz bu yazıyı anlamız biraz daha zor olabilir!

İnsana karşı makine!

İnsanlığın makus talihinin ilk randevusu gibiydi. İlk raunt yapılırken bir yazı kaleme aldığımı hatırlıyorum: Kasparov kazanacak, çünkü insan…

Öyleydi bence, insan, çünkü kurnaz, tuzakları var, sinsiliği var, bir bilgisayara bunları öğretmek pek mümkün değil gibi geliyordu bana.”

Evet bu kanaatim epey zedelendi, yara aldı ama hatta bahsini ettiğim bu yazıyı kaleme alana kadar bile insanlığa karşı makinenin pek bir şansı olmadığını düşünüyordum. Hem de Philip K. Dick’in 1968 yılında yayımlanan “Do Androids Dream of Electric Sheep?” adlı bilim kurgu romanı okumama ve 1982 yılında Ridley Scott tarafından yönetilmiş “Blade Runner” filmini izlemem rağmen.

Bu arada bahsini ettiğim Philip K. Dick tam bir bilim kurgu hazinesidir. Ustanın yine sinemaya uyarlanan Total Recall ve Minority Report filmlerini hatırlarsınız.

Peki ne anlatıyordu bu kitap ve film?

Film 2019 (gerçi net tarihi vermiyordu ama) yılının Los Angeles’inde geçiyordu. Genetik mühendislik yoluyla üretilen “Replikant” adı verilen biyolojik androidler insanlığın başına bela olmuştur. Bu replikantlar, uzay kolonilerinde tehlikeli ve ağır işler yapmak üzere tasarlanmış olmalarına rağmen bazıları bu duruma isyan etmiş ve dünyaya kaçmıştır. Harrison Ford’un canlandırdığı dedektif Rick Deckard, bir “blade runner” olarak bu kaçak Nexus-6 adı verilen bu replikantları avlamak ve “emekliye ayırmak” (yani öldürmek) için görevlendirilmiştir. Deckard’ın bu süreçte yaşadığı ahlaki ve duygusal çatışmalar, filmin ana temasını oluşturur. Film, insanlık, kimlik, bilinç ve varoluş gibi derin felsefi sorulara da değinirken, insan olmanın ne anlama geldiğine dair derin sorular sorar ve izleyiciyi düşünmeye teşvik ediyordu. Replikantların bilinç ve ruh sahibi olup olmadıkları üzerine tartışmalar, felsefi ve etik meseleleri gündeme getiriyordu.

Blade Runner’e kaynaklık eden kitabın ilk baskısının (1968) kapağı ve son kapağı. 

Birçok alanda Google arama motorunun bile pabucunu dama atan ve en sık kullanılan sitelerden birine dönüşün ChatGPT, önceki gün yeni versiyonu ChatGPTo’yu hem tanıttı hem de son kullanıcıların kullanımına sundu. Pek çok teknoloji yazarı, çizeri bu konudaki fikirlerini heyecanla anlatan yazılar yazdılar, videolar çektiler. Önümüzdeki birkaç hafta bu yapay zekâ gelişimini ve bir ihtimal rakiplerinin hamlelerini takip edeceğiz gibi.

Peki bu yeni yapay zeka gelişimi beni neden bu kadar endişeye sevk etti.

Gece boyu cevabını düşündüm ve sanırım insanların artık neyin gerçek neyin sahte olduğunu anlayamayacağı bir çağa girmiş bulunduk. Blade Runner’de dedektif insan ile kopyalarını ayırt etmek için, makinelerdeki empati yoksunluğunu temel ölçü olarak kullanıyorlardı. Ancak ChatGPTo, öylesi bir şekilde geliştirilmiş ki, sizinle empati bile kurabiliyor. Söz gelimi kameranızı açtığınızda “Gece iyi uyuyamadın sanırım, çok iyi görünmüyorsun” diyebiliyor.

Meşhur “Her-O” filmini hatırlayanınız vardır. Bu kez bir kitap değil, doğrudan orijinal senaryodan çekilmiş bir başyapıttan bahsediyoruz.

“Her” filmi insanlığın makine ile olan ilişkisinde mesafe ayarlayamaz duruma gelmesinin trajedisini anlatıyordu.

2013 yapımı Spike Jonze imzalı film enteresandır yine yakın gelecekte Los Angeles’ta geçiyor. Mevzu ise pek alışıldık değil:

Ana karakter Theodore Twombly (Joaquin Phoenix), yalnız bir adamdır. Theodore, insanların yerine kişisel mektuplar yazan bir şirkette çalışmaktadır ve boşanma sürecinde olduğu eski karısı Catherine ile olan anılarına tutunmaktadır.

Bir süre sonra Theodore, yalnızlığını gidermek için yeni bir işletim sistemi (OS) satın alır. Bu sistem, kullanıcıyla etkileşim kurmak üzere tasarlanmış ileri düzey yapay zekaya sahiptir. Theodore, OS’ye Samantha adını verir (Scarlett Johansson’un sesi). Samantha ile olan etkileşimi, zamanla derinleşir ve Theodore, Samantha’ya âşık olur. (Ahh aklıma Sevmek zamanı filmi geldi. Kadını görmeden resmine âşık olan Boyacı Halil’in hikayesini? Nur içinde yat Metin Erksan usta) Geçmişte yaşanan her hastalıklı aşk gibi çok tehlikeli ve tek taraflı bir gönül ilişkisidir bu!

Samantha(yani bilgisayar yazılımı), sürekli öğrenen ve gelişen bir yapay zeka olduğu için, Theodore ile olan ilişkisi derin ve karmaşık bir hal alır. Samantha, yalnızca bir yazılım olmasına rağmen, Theodore ile samimi ve anlamlı konuşmalar yapar. İlişkileri, duygusal bağlamda geleneksel insan ilişkilerinin sınırlarını zorlar. Hadi daha fazla anlatıp izlemeyenlerin keyfini kaçırmayayım ama film Theodore ve Samantha’nın ilişkisi üzerinden, aşk, yalnızlık, insanlık ve teknolojinin duygusal hayatlarımız üzerindeki etkileri gibi temaları işler. Samantha, kendisi gibi diğer yapay zekalarla etkileşim kurdukça ve varoluşunu sorguladıkça, ilişkileri kaçınılmaz bir noktaya ulaşır çünkü.

Çağımızın yapay Zekâ Çağı olduğunu söylemiştim. Yapay zekalar tam olarak hayatımıza girmeden önceleri de tahminim 1990’ların ortalarından beri cep telefonlarının icadıyla bir yalnızlaşma çağına da girmiş olduk. Akıllı telefonların hayatımıza girmesiyle yalnızlığımız giderek büyüdü. Yanımızda akıllı telefonumuz olmadan evden çıkınca büyük panikler yaşıyoruz, bilmem ne kadar mesafeden geri dönüp mutlaka yanımıza alıyoruz. Cep telefonsuz gittiğimiz bir geziyi geziden saymıyoruz bile.

Yapay zekâ ile beraber, artık akıllı telefonlar önce kimlik, ardından kişilik kazanmaya başladı. ChatGPTo ise tıpkı Samantha gibi bir karakter olmayı vaat ediyor bize.

İnsanlığın geldiği durum gerçekten artık akla ziyan bir yükseklikte.

Ve önümüzde apaçık iki yol var sevgili dostlar.

Ya birinci Rönesans gibi tüm bu teknolojiyi bilimde, sanatta, felsefede olumlu kullanarak insanlığı daha ileri bir noktaya taşıyacağız ya da Matrix’teki 2. Rönesans gibi insanlığın bir felaket çağına doğru koşar adım gitmesine şahit olacağız.

Yaşı benimle akran olanlar için çok fazla sorun yok gibi. Zira biz bu çağın erken dönemine denk geldik. Bir sonraki jenerasyon için her şey çok daha kolay olduğu gibi berbat bir gelecek de bekliyor olabilir insanlığı!

 

 

Türkiye’de bu haberi engelsiz paylaşmak için aşağıdaki linki kopyalayınız👇

Kaynak: Tr724
***Mutluluk, adalet, özgürlük, hukuk, insanlık ve sevgi paylaştıkça artar***

Exit mobile version