Site icon İnternet Haberler Köşe Yazıları Yorumlar Siyaset Ekonomi Spor

Québec’te “Sakin Devrim” ve Kürt sorunu



*Mahir ERGUN


Québec, Kanada’nın, nüfusun çoğunluğunun Fransız kökenli olduğu ve Fransızca konuştuğu eyaletidir. Bölgedeki Fransız varlığının tarihçesine kabaca değinecek olursak, ilk Fransız kolonilerinin 16. yüzyılda geldiğini, 17. yüzyıldan itibaren buranın “Yeni Fransa” ilan edildiğini, ancak 18. Yüzyılın ikinci yarısında “Yeni Fransa”nın İngilizlerce fethedildiğini ve siyasi varlığına son verildiğini söyleyebiliriz. Bu tarihten itibaren bölge Québec adıyla anılmaya başlandı ve eyalet sınırları ya da parçası olduğu idari yapılar birkaç defa değişmiş olsa da, Kanada 1982’de anayasal bağımsızlığını elde edene dek, resmi olarak Britanya İmparatorluğu’nun egemenliği altında kaldı. Bununla birlikte Britanya, bölgede yaşayan Fransızların kendi aralarında dillerini konuşma, Katolik dinine devam etme ve medeni kanunlarını koruma haklarını tanıdı.

1867’de kabul edilen anayasa ile Québec’te bir yasama meclisi kuruldu ve Fransızcanın bu mecliste, İngilizcenin yanı sıra, tercihe bağlı olarak kullanılmasına izin verildi. Ancak meclis, üyeleri İngiliz valisince ömür boyu süreyle atanan bir yasama konseyine bağlıydı. Ayrıca İngilizcenin yanı sıra Fransızcanın kullanımına mecliste ve mahkemelerde izin veriliyor olsa dahi, federal hükümetle yapılan tüm görüşmeler İngilizce yapılmalı ve federal memurlar İngilizce konuşmalıydı. Yani aslında Fransızcanın resmi düzeyde tanınması, yalnızca parlamenterler ve yargı için geçerliydi, devlet sıradan vatandaşın konuştuğu Fransızcayı tanımıyordu. Bu durum 1960’lara kadar böyle devam etti.

SAKİN DEVRİM

1960 yılı Québec’te “Sakin Devrim”in başladığı yıl olarak kabul edilir. Maurice Duplessis’in 1944’ten beri devam eden ve “Büyük Karanlık” diye anılan, baskıcı yönetimi 1959 güzünde ölümüyle sona ermişti. Bu dönemde işçi hareketleri, grevler, sendikal faaliyetler engellenmiş, anti-komünist tedbirler yürürlüğe konmuş, kilisenin etkisi yaygınlaştırılmış ve İngiliz Kanadalıların Québec’teki sermayesi güçlendirilmişti. Fransızca konuşan Québecliler yoksul sınıfları oluşturuyor, özellikle yüksek öğrenim ve iş olanaklarından mahrum kalıyorlardı. 1960’tan itibaren bu durum değişmeye başladı.

Québec meclisine 1960’ta seçilen liberal hükümetin reformcu politikaları, yükselen işçi ve öğrenci hareketi, 1963’te kurulan ve bağımsız sosyalist Québec için silahlı mücadele çizgisini benimseyen Québec Kurtuluş Cephesi (FLQ)’nin militan faaliyetleri, elbette 60’lar dünyasının koşullarıyla birlikte, federal hükümeti Québec’in adım adım özerkleşmesi yönündeki talepleri tanımaya zorladı.

1960-70 arasında gerçekleşen değişikliklerden bazıları şöyledir: Yasama meclisini denetleyen yasama konseyi lağvedildi, Fransızca Kanada’nın iki resmi dilinden biri haline geldi, yer isimleri Fransızcalaştırıldı, eğitim kurumları kilisenin elinden alındı, Québec elektrik endüstrisi millileştirildi, milli demir-çelik endüstrisi kuruldu, kamu emekliliği fonu oluşturuldu, federal hükümetin anayasal düzenlemelerinde eyalet onayı şartı getirildi. Başta McGill olmak üzere Québec’te bulunan İngilizce üniversitelerin Fransızcaya dönüştürülmesi talebiyle yürütülen kitle mücadelesi, Québec Üniversitesi » projesini ortaya çıkardı ve bu proje çerçevesinde farklı şehirlerde, daha sonra sayıları onu bulacak Fransızca üniversiteler açıldı.

Bugün Québec, özerklik statüsüne sahiptir. Kendine has eğitim, sağlık, vergi sistemleriyle Kanada’nın diğer eyaletlerinden ayrı bir yerde durmaktadır. Bugüne dek tam bağımsızlık için iki defa referandum yapılmış, kimi kesimlerin sonuçlarını şaibeli bulduğu bu referandumlarda bağımsızlık seçeneği az farkla reddedilmiştir. Bununla beraber, özerklik statüsünü güçlendirecek düzenlemeler halen yapılmaya devam etmektedir. Örneğin Haziran 2022’de kabul edilen kanunla, Fransızca Québec’in tek resmi dili haline gelmiştir.

Bu kanunla birlikte, Québec’te artık yönetmelikler yalnızca Fransızca yazılmakta, İngilizce eğitim veren okular “yabancı dilde eğitim veren okul kabul edilmekte ve dolayısıyla öğrenci sayısına sınırlama getirildiği gibi, mezun olan öğrencilere de hükümetin uygun gördüğü Fransızca sınavında başarılı olmak zorunlu tutulmakta, hâkimlerde İngilizce bilme şartı aranmamakta, mahkeme kararlarının Fransızca tercümesi istenmektedir.

Ne Kanada’nın Türkiye’yle, ne de Québec sorununun Kürt sorunuyla doğrudan bir benzerliğinin olmadığı açıktır. Öncelikle, Fransız Kanadalılar hiçbir zaman sistematik olarak, yoğun askeri tedbirlerle, asimilasyon, inkâr, imha politikalarıyla karşı karşıya kalmadılar. Bu politikalar daha çok Amerikan yerlilerine karşı uygulanıyordu.

Québecliler ayrımcılığa maruz kalmış, hakim ulus tarafından sistematik biçimde yoksullaştırılmış, dilleri ve kültürleri bir dezavantaj olarak karşılarına çıkarılmış da olsa, Fransızca, Kanada’da asla bilinmeyen bir dil olarak görülmedi. Ayrıca sömürge valisinin atadığı yasama konseyinin altında da yer alsa, bir Québec meclisi, 19. Yüzyıl sonundan itibaren vardı, dolayısıyla Québecliler yasal aygıtlara sahiptiler.

Ancak, buna rağmen “Sakin Devrim” in beklentileri “Çözüm Süreci” ndekilerle benzerlikler taşır: Eşit vatandaşlığın ve anadilin anayasal düzeyde tanınması, anadilde eğitim, anadilde üniversitelerin açılması, güçlendirilmiş yerel yönetimler ve bölgesel özerklik gibi.

“Çözüm Süreci” zamanında bu beklentilere farklı görüşlerin farklı düzeylerde ve farklı yönlerden ilgileri olmuştu. Benzer durum “Sakin Devrim” için de geçerlidir. Bugün Québec’te “Sakin Devrim”in hâlâ devam ettiğini düşünen ve kazanımlarına inananlar olduğu gibi, aldatmacadan ibaret olduğunu düşünen ve bağımsız Québec’te ısrar edenler de, “ne Québec ne Kanada” diyen, devrimci çözümden yana komünistler, anarşistler de vardır. Bir de Amerikan yerlilerinin kendi mücadeleleri vardır ki farklı dinamikler taşıdığından burada değinmiyorum.

Québec örneğinin öğretici yönü, Québec’te bu beklentiler büyük ölçüde karşılanmış olmasına rağmen, görüş ayrılıklarının devam ediyor oluşudur. Zira, başta yöntemsel ayrışma gibi görünen farklılıklar, aslında stratejik-politik ayrışmalardır, zaten yöntemi belirleyen de budur, ancak yöntem daha görünür olduğundan, kimi zaman ayrışmalar sanki yöntem üzerindeymiş gibi bir sonuca varılır.

Bir siyasi sorunun çözümü dendiğinde, siyasal hedefe bağlı olarak farklı seçenekler belirir. Basitleştirerek, bir genel tasnif yapmaya çalışırsak bu seçenekleri üçe ayırabiliriz.

Yasal mücadele yoluyla çözüm: Çözüm beklentileri, yasal zeminin elverişlilik sınırları içindeyse, görüşme-tartışma-uzlaşı ekseninde ilerlemek yasal düzenlemelerle sorunu çözmek mümkündür. Bu seçeceğin imkanlılığı, çözüm beklenen sorunun köklü yapısal değişiklik gerektirmeyişinden kaynaklanabileceği gibi, yasal zeminin geniş oluşundan da kaynaklanıyor olabilir.

Yasa-dışı mücadele yoluyla çözüm: Çözüm beklentileri, yasal zeminin elverişlilik sınırları içinde değilse, çözüm adına söylenen her söz, her görüşme talebi cezai yaptırımlarla karşılaşılmasına sebep oluyorsa, yasanın dışında haraket etmek dışında bir seçenek kalmayabilir. Bu sınırlılık, rejimin açıkça otoriter olmasından kaynaklanabileceği gibi, yasal zeminin kâğıt üzerinde geniş görünmesine karşın, pratikte daraltılmasından, çözüm ihtimalinin keyfi olarak engellenmesinden, görüşmelerin kasten baltalanmasından da kaynaklanıyor olabilir. Bu durumda çözüm hedefi olan siyasi hareket, yasal zeminin dışından siyaset yaparak, yasal zemini genişletmeye, olası siyasi muhattabını görüşmeye zorlamaya çalışabilir. Bu yöntemi benimseyen özneler, politik güçleri ve zorlayıcı enerjileri ölçüsünde başarıya ulaşabilirler.

Ancak mücadele yasa-dışı araçlarla yürütülüyor olsa dahi, hedeflenen yine görüşme-tartışma-uzlaşı eksenine ulaşabilmek, gerekli yasal düzenlemelerle sorunun çözümünü sağlamaktır. Yasa-dışılık zorunluluktan kaynaklanır, ideolojik tercih değildir. Örneğin sorunun çözümü eşit vatandaşlığın ve anadilin anayasal düzeyde tanınması olarak değerlendiriliyorsa, anayasa tartışmasının özgürce yapılabildiği bir ülkede, yasa-dışılığa gerek kalmaz. Ancak bu talebi dillendiren kendini hapishanede buluyorsa, yalnızca bu talebi dillendirmeye devam etmesi bile siyaseti yasal sınırın dışında yaptığı anlamına gelir. Yine de amaçlanan, görüşme uzlaşı ve yasal düzenlemedir.

Devrimci çözüm: Mevcut devleti ve yasalarını kategorik olarak reddeder ve tamamen ortadan kaldırılmalarını, yeni toplumsal ilişkilerin kurulmasını önerir. Devrimci çözümden yana siyasi hareketin, kimi taktiksel görüşmeler dışında, devletle görüşeceği bir şey, tartışıp uzlaşacağı bir zemin, talep edeceği bir yasal düzenleme yoktur. Devrimci çözümde yasa-dışılık zorunluluktan değil ideolojiden kaynaklanır.

Québec’te “sakin devrim” boyunca yasal ve yasa-dışı mücadele yollarının her ikisi de kullanılmıştır. Yasal zeminde 1960’tan itibaren liberal Lesage hükümetinin reformları ve hukuki mücadeleler işlerken, yasal zeminin olanak vermediği konularda yasanın dışında yürütülen mücadele, işçi ve öğrenci hareketinden FLQ’nun silahlı eylemlerine dek, ki bu eylemlere 1970 ekiminde çalışma bakanının rehin alınıp öldürülmesi de dahildir, geniş bir hat izler.

Yelpazenin genişliği, çözüm beklentileri yelpazesinin, Fransızca konuşan vatandaşların kültürel haklarını kazanmasından, bağımsız sosyalist Québec’e dek açılıyor olmasıyla ilgilidir. Bugün Québec’te, pek çok kazanıma rağmen hâlâ devam eden tartışma da yine beklentilerdeki bu farklılıklarla ilgilidir.

Bununla birlikte tartışmalarda, son altmış beş yılda hangi federal hükümetle muhatap olunduğunun ya da tahtta kimin oturduğunun çok da belirleyici olmadığını söylemek mümkündür.

Türkiye’ye dönecek olursak, Kürt sorununda çözüm dendiğinde de tıpkı Québec örneğinde olduğu gibi geniş bir çözüm beklentisi yelpazesiyle karşılaşılıyor. Ve beklentiler ne ölçüde karşılanırsa karşılansın stratejik hedeflerdeki farklılığa bağlı olarak tartışmalar da devam edecektir.

Fakat güncel sorun şu ki, « çözüm süreci » boyunca yürütülen tartışmalar bugün 18-25 yaş aralığında olan ve pratik siyasette en aktif pozisyonları alması beklenen gençler tarafından maalesef hatırlanmıyor.

Buna rağmen son günlerde, yeni bir çözüm süreci olursa, görüşmelerin hangi hükümetle yapıldığında daha iyi sonuç vereceğine dair farazi bir tartışmayla karşılaşabiliyoruz ve bu tartışma kimi medya kanallarının da aracılığıyla belirleyici bir ayrışma olarak gündeme geliyor. Ne görüşüleceği, hangi zeminde görüşüleceği, dengeleyici politik gücün nerede olduğu soruları ise tartışılmıyor. Gerçek şu ki, Kürt siyasi hareketi, son birkaç seçimdir seçim propagandalarında, çok genel birkaç “solcu” söylem dışında, çözüme dair somut bir tartışmaya girişmiyor.

Hükümetler öyle ya da böyle değişirler. Devlet ise, iktidar ilişkilerinin örgütlendiği aygıtlar ve bunları düzenleyen yasalarıyla görünür olur. Dolayısıyla, herhangi bir siyasi sorunda devrimci çözümün dışında bir çözüm arayışında olan bir siyasi hareket, hükümet koltuğunda kimler oturursa otursun, çözüm için yol haritasını her fırsatta gündeme getirmeli, mümkün olan her zeminde bunu tartıştırmalı ve kabul ettirmeye çalışmalıdır. Bunun için politik gücünü korumalı, kitlesini konsolide etmelidir. Aksi halde çözüm beklentisinde olanlar siyasetten silinecek ve bir biçimde görüşme koşulları ortaya çıksa bile masaya koyacak bir şey bulamayacaktır.


Mahir Ergun: Siyaset bilimci

Kaynak: Artı Gerçek
***Mutluluk, adalet, özgürlük, hukuk, insanlık ve sevgi paylaştıkça artar***

Exit mobile version