Site icon İnternet Haberler Köşe Yazıları Yorumlar Siyaset Ekonomi Spor

İran’la İsrail arasında savaş tiyatrosu neden yaşandı? Kim ne kazandı?

İran’la İsrail arasında savaş tiyatrosu neden yaşandı? Kim ne kazandı?


Netanyahu 7 Ekim’den sonra “Biden’ın sırtında”, Gazze’yi uluslararası hukuku ve insan haklarını çiğneyerek yerle bir edip yarısından fazlası kadın ve çocuklardan oluşan otuz küsur bin kişiyi katletti. Gazze’de şu an büyük bir insanlık dramı yaşanıyor, yüzbinlerce insan açlık ve hastalık tehlikesiyle karşı karşıya…

Tamamen iç politikada “paçasını kurtarmaya” odaklanmış olan Netanyahu böyle bir askeri harekatın dünya kamuoyunda İsrail ve ABD’yi ne denli zor duruma bırakacağını umursamadı, hala da umursamıyor.

Fakat aynısı Biden için geçerli değil… ABD’ye tepki Müslüman ülkelerde ve Küresel Güney’de had safhaya çıktı. Diğer yandan başkanlık seçimleri yaklaşırken Biden için ABD’deki Müslümanların oyunu da almak önem kazandı. Bu nedenle İsrail’in Hamas’a “yeterli cezayı kestiğini” söyleyip artık harekatın durdurulmasını istiyor.

Fakat İsrail Başbakanı döktüğü kanı yeterli bulmuyor ve Gazze Şeridi’nin Mısır sınırındaki Refah bölgesine de bir kara operasyonu düzenlemek istiyor. Şeridin kuzeyi yaşanmaz hale geldiği için burası bir buçuk milyon Filistinlinin sığındığı daracık bir yer… O nedenle böyle bir harekat on binlerce Filistinlinin daha ölmesi demek…

Harekatı durdurduğu anda Netanyahu, Yahudi kamuoyunda “Biz şimdi tüm dünyada saldırgan ve sevimsiz duruma düşmek pahasına böyle acımasız bir operasyon yürüterek neyi değiştirmiş olduk? Hala hayatiyetini sürdüren Hamas kinle intikam soluklayan yüzbinlerce Filistinliyi ileride yine bir şekilde üzerimize salmayacak mı?” tatsız sorusuyla karşılaşacak…

Bu açmazdan kurtulmak için Netanyahu iki hafta önce İran’ın Şam’daki büyükelçilik kompleksine bir hava saldırısı düzenleterek o sırada orada toplantı halinde olan İran Devrim Muhafız Ordusu komutanlarını suikasta uğrattı.

Netanyahu’nun ne yapmaya çalıştığını herkes anladı: Tahran’ı İsrail’e saldırması için tahrik ediyordu. Şimdi buna Molla rejiminin tepkisi ne olacaktı?

İran, İsrail’e saldırırsa Biden Yönetiminin Gazze’deki operasyonu artık durdurması için baskısını artırdığı Netanyahu’ya aslında istediğini vermiş olacaktı. Bir İran saldırısı tüm dikkatleri Gazze’den uzaklaştırırken, İsrail’i de saldırgan pozisyondan kendisini müdafaa etmeye çalışan bir ülke konumuna yükseltecekti. Fakat Tahran bir yandan da gerek kendi kamuoyuna gerekse de bölgedeki müttefik ve düşmanlarına sanki İsrail karşısında aciz kalmış bir görüntü de vermek istemiyordu.

Tahran bir şeyi net görüyordu: Netanyahu ABD’yi İran’la bir savaşa çekmeye çalışıyordu, oysa başı Ukrayna savaşıyla meşgul olan, içeride İsrail’e verdiği destek nedeniyle kendi partisinin daha sol kesimlerinin eleştiri yağmuruna tutulan Biden’ın ise buna hiç niyeti yoktu, aksine Gazze’deki yangının geçici de olsa bir an evvel söndürülmesini istiyordu.

İran’ın ABD’yle resmen diplomatik ilişkileri yok ama Hamaney rejimi, Biden Yönetimiyle İsviçre ve Oman gibi arabulucu ülkeler üzerinden temasını koruyor. İşte cumartesi gecesi, bu aracılar üzerinden yaptıkları müzakerelerle ABD ve İran’ın senaryosunu yazdığı bir “savaş tiyatrosu” oynandı.

Molla rejimi kendi büyükelçiliğine saldırı düzenleyen İsrail karşısında aciz olmadığını, İsrail’e karşı caydırıcı bir askerî güce sahip bulunduğunu göstermek için İsrail topraklarına toplamda sayıları 300’ü geçen SİHA ve füzeyle doğrudan bir hava saldırısı tertipledi. Fakat bu saldırının Netanyahu’ya İran’la ABD’yi de yanına çekeceği bir savaş başlatması için mazeret vermemesini sağlamak üzere, hava operasyonuna ilişkin -yapılacağı saatler ve süresi de dahil- pek çok bilgiyi Washington’a iletti, öyle ki daha operasyon sürerken Beyaz Saray yazılı bir açıklamayla “muhtemelen bir kaç saat sonra biteceğini” duyurdu.

İsrail bu sayede İran’ın attığı SİHA ve füzelerin yüzde 99’unu, ABD, İngiltere ve Fransa’nın askerî uçaklarıyla verdikleri destekle kendi topraklarına erişmeden vurdu. İran’ın bu konuda ne kadar ihtiyatlı bir tutum takındığı şuradan da anlaşıldı: İsrail’in “Demir Kubbe” adını verdiği hava savunma sistemini geçmeyi başaran birkaç füzenin nihai hedefinin Ölü Deniz veya Negev Çölü olduğu görüldü. Yani İran ordusu İsrail şehirlerini hedef almaktan özellikle kaçınmıştı.

İsrail görünüşte “büyük bir saldırıyı” hasarsız atlatınca, Biden’ın dönüp Netanyahu’ya “Artık konu kapanmıştır, İran’a misillemede bulunursan beni yanında göremezsin” diyebilmesi mümkün oldu. Netanyahu’ya ise bu açık ikaz karşısında “Sizi anlıyorum” demek kaldı.

Böylece İran Netanyahu’ya istediğini vermeden Şam’daki elçilik binasına yapılan saldırıya misillemede bulunmuş oldu. Bir yandan da Arap ülkeleri Gazze’de olanları “eli kolu bağlı” seyrederken kendisi -bir tiyatro da olsa- neticede İsrail halkının yüreğini hoplatan, geceyi sığınaklarda geçirmesine neden olan bir saldırı düzenleyerek Arap sokağında popülerliğini artırabileceği bir imkana kavuştu.

Görüldüğü üzere Netanyahu dışında herkes istediğini almış oldu. Netanyahu şimdi İran topraklarına bir saldırı düzenlerse Molla rejimi muhtemelen bu kez haber vermeden İsrail’e SİHA ve füze saldırısında bulunacaktır, ABD’nin yardıma hemen koşmaması halinde, ki bu ihtimal artık yükselmiştir, bu füzelerin bir bölümünün İsrail şehirlerini vurmasını beklemek gerekir. Bu durumda Netanyahu Ortadoğu’yu ateşe tutuşturmaya çalışan, bunun için kendi halkını da tehlikeye atmaktan zinhar çekinmeyen bir lider olarak dünya kamuoyunda çok daha fazla kınanacaktır.

Netanyahu gözünü karartıp “düğmeye basmak” istese bile, kırılgan bir koalisyondan oluşan savaş kabinesini bunun için ikna etmesinin de pek kolay olmayacağı anlaşılıyor. Netanyahu’nun rakibi Benny Gantz 7 Ekim sonrasında kurulan ulusal birlik hükümetinin savaş kabinesine katılmıştı. Gantz “Bölgesel bir koalisyon kuracağız ve İran’a bunun bedelini bizim için doğru zamanda ve şekilde ödeteceğiz” dedi. Bunun ne demek olduğu açık: Biden Yönetiminin onayı alınmadan İran’a gerçek bir misillemede bulunulmayacak, bunun da kısa vadede gerçekleşmeyeceği anlaşılıyor.

Birbiriyle diplomatik ilişkileri bile olmayan iki devletin (ABD ve İran) gösterdiği bu yakın işbirliği bize diplomaside asıl belirleyici olanın ittifaklardan ziyade milli çıkarlar olduğu gerçeğini bir kez daha hatırlatmaktadır. 19. Yüzyılda İngiltere’nin başbakanlığını yapmış Lord Palmerston bunu şu meşhur sözlerle anlatır: “Şu ya da bu ülkeyi ebedi müttefik veya ebedi düşman addetmek dar bakışlı bir politikadır. Ebedi müttefiklerimiz yoktur, daimî düşmanlarımız da yoktur. Ebedi ve daimî olan çıkarlarımızdır ve bu çıkarlara göre hareket etmek bizim görevimizdir. Mesuliyetimiz hadiselere tam olarak bizim gibi bakmadıkları için başkaları hakkında çok sert hükümler vermemektir. Ülkemizi savaşın korkunç sorumluluklarına kolayca dahil edersek vazifemizi doğru yapmamış oluruz.” [Yani: Bir ülkeyle ittifak ilişkimiz var diye onun yanında hemen savaşa girecek değiliz, çıkarımıza bakarız, ancak bizim çıkarlarımızla uyuştuğunu düşünüyorsak savaş gibi büyük külfetler gereken bir işe katılırız.]

ÖMER MURAT
15 Nisan 2024 HABER ANALİZ


Kaynak: Kronos
***Mutluluk, adalet, özgürlük, hukuk, insanlık ve sevgi paylaştıkça artar***

Exit mobile version