Site icon İnternet Haberler Köşe Yazıları Yorumlar Siyaset Ekonomi Spor

Bir Netflix dizisi; Ahit’teki Musa’nın Hikayesi

Bir Netflix dizisi; Ahit’teki Musa’nın Hikayesi


M. NEDİM HAZAR | YORUM

Peygamberlerin hikayesi sinema için daima cazip ve verimli bir alandır. Genel anlamda bakıldığımızda acık ara Hz. İsa ve Hristiyanlıkla ilgili filmlerin önde olduğunu görüyoruz. Sinema arşivlerine girmiş ve Hz. İsa’yı özne olarak alan film sayısı 300’ün üzerindedir. Bunlardan en az yarısında konu tamamen İsa’nın kendisi. Benzer bir sayısal büyüklük de Hz. Musa için geçerlidir. Hatta kişisel öyküleme açısından baktığımızda Hz. Musa, İsa’yı geçmese bile 200’den fazla filmin dolaylı da olsa, 100’e yakın filmin ise doğrudan Musa’ya odaklandığını görüyoruz.

Aynı rakamsal büyüklük Hıristiyanlık ve Yahudilik için de geçerli. 2. Dünya Savaşı öncesi ve esnasında yaşanan Yahudi soykırımı doğal olarak Yahudilik içeren filmlerde patlama yapmıştır. Bu sebeple soykırım eksenli drama ve belgesel sayısı epey fazladır: 2 bin küsür…

Tablolar şöyle:

Hinduizm ve Budizm ile ilgili film sayısı tahmin edebileceğiniz üzere o kadar değil. Ancak bizzat Buda’yı anlatan film sayısı da az değil: 168. O tablo da şöyle:

Konu İslam ve peygamberimiz Hz. Muhammed olunca mesele biraz değişiyor. Zira şöyle bir durum var: Evet, İslam ilgili ilgili film sayısı hayli fazla (İslam ile ilgili 1001, Müslümanlarla ilgili 1600)

İlk bakışta İslam dini ve peygamberi ile ilgili film sayısında da hiç de az olmayan rakamlar görüyoruz. Ama bu filmlerin çok büyük çoğunluğu İslam’ın aleyhine olan ve karakter olarak Hz. Peygamberi olumsuz gösteren filmler. Biliyorsunuz, bir Müslümanın gönül rahatlığıyla izleyebileceği İslam ve peygamberini anlatan film sayısı bir, en fazla ikidir. (Mustafa Akkad ve Mecid Mecidi’nin filmleri)

Hz. Musa İslam terminolojisine göre Ülü’l-azm peygamberlerden.

Nedir bu Ülü’l-azm?

Tabir bizzat Kur’an’da geçiyor. Ahkaf suresi 35. Ayette: “Öyleyse ey peygamber! O halde, Ulü’l-Azim peygamberler gibi sen de sabret.” Buyruluyor. Yine başka bir yerde (Ahzab:7) “Bir vakit, Biz peygamberlerden, kuvvetli bir söz almıştık: Senden, Nuh’tan, İbrâhim’den, Mûsâ’dan ve Meryem’in oğlu İsa’dan. Evet onlardan pek sağlam söz almıştık ki vakti gelince O, sadıklara sözlerine bağlılıklarını sorsun. Kâfirlere ise gayet acı bir azap hazırladı.” Abdulkadir Gölpınarlı merhum bu ayeti tercüme ederken (Kendisi edebiyat tahsili yapmış gazeteci kökenli bir araştırmacıdır) şöyle der: “Bu ayette anılan ve şeriat sahibi olan beş peygambere “Ülül-Azm” derler. Bunların, bütün yeryüzündeki insanlara peygamber olduğunu söyleyenler vardır.”

Keza Beyzavi de şu notu düşer: “Burada peygamberlerden yalnızca beşinin anılmasından maksad; bunların her birinin hem kitab, hem de şeriat sâhibi büyük peygamberler olmaları dolayısıyladır.”

Demek ki Ülü’l-azm olmanın iki şartı vardır: Şeriatının olması hem de kendisine kitap indirilmesi…

Konudan uzaklaşmadan dönelim yine. Bir önceki seri yazımızda Hz. Yusuf’u anlatırken Kur’an ve sair semavi kitapların (muharref) aynı kıssaları farklı şekilde nakletmelerinin birkaç yönü olduğunu belirtmiştik. İslam’a göre esas elbette Kur’an-ı Kerim’de anlatılanlardır. Eğer eski kitaplarda benzer şeyler varsa zaten aynı şey. Farklılık varsa iki durum ortaya çıkıyor. Kur’an’dan önce inen kitapların tahrif edildiğine inanır tüm Müslümanlar. Zaten öyle olsa yeni bir şeriat gelmezdi. (Burada şeriatı yıpratılmış güncel anlamıyla kullanmadığını anlamışsınızdır) Eğer Kur’an’ın anlattığına zıt ve Kur’an’ı yanlışlayan bir anlatım varsa, tahrif edildiğini kabul eder Müslümanlar. Bir de eski kitaplarda olup da Kur’an’da bulunmayan ayrıntılar, hikayeler var ise buna mesafeli yaklaşmakla beraber, dikkate almakta beis görmez ama ona göre hüküm veremez.

Yapımcı-Yönetmen Emre Şahin ve babası Haluk Şahin Hoca

Zaten “Testament: The Story of Moses-Ahit: Musa’nın Hikayesi” böylesi bir vurguyla başlıyor:

“Bu dizi Musa ve Çıkışın öyküsünün, farklı inanç ve kültürlerden gelen ilahiyatçılar ile tarihçilerin görüşlerini de içeren dramatik bir incelemesidir. Katkıları öyküyü zenginleştirme amacını taşımaktadır. Ancak görüş birliği olarak anlaşılmamalıdır.”

Yani İslam dahil pek çok kültürün ve dinin Musa’nın hikayesine bakış perspektifinden de bahsediliyor ama hikaye Eski Ahit esas alınarak anlatılıyor. Bu yüzden de hatta Müslümanlardan çok Hıristiyan çevrenin “Bu diziden uzak durum” türünden itirazlarını da okudum sosyal medyada.

Proje Amerika’da yaşayan yeni kuşak yönetmenlerden Emre Şahin’e ait. Emre şahin 40 filmiyle epey sükse yapmıştı, yeni kuşak onu yine Netflix’te yayınlanan Rise of Empires Ottoman ile hatırlayacaktır. Yönetmen kısmında Benjamin Ross ismi var ancak bu ismi çok ön plana çıkarmıyor Şahin. Oysa eğer bildiğimiz Benjamin Ross ise Oxford ve Columbia Üniversitesi NY Yüksek Lisans Film Okulu çıkışlı ve özellikle festivallerde büyük beğeni toplayan “The Young Poisoner’s Handbook” filmiyle tanıdık onu.

Gerçi bir Docu-Drama’da yönetmen kadar başka önemli unsurlar da olduğu için yönetmenin ismi biraz arka planda kalmış olabilir.

Nasıl ki Müslümanlar için her Ramazan ve sair kutsal günlerde Çağrı filmini izlemek bir geleneğe dönüşmüşse, Hıristiyanlarda da (özellikle Amerikalılar için) 1973’ten bu yana neredeyse her Paskalya ve Hamursuz Bayramı sezonunda ABC kanalında Cecil B. DeMille’in 1956 yapımı “On Emir “i izlemek bir geleneğe dönüşmüş durumda. Buna bir de özellikle kiliselerin yapımcılığını üstlendiği ve biraz önce bahsini ettiğimiz Ülü’l-azm peygamberlerin (Elbette Hz. Muhammed (SAV) hariç) hayatları zaman zaman filme alınır.

Daha önce değişik vesilelerle anlatmıştım. Merhum Mustafa Akkad ile yaptığım röportajda, “Çağrı’yı neden çektiniz?” sorusuna, “Çocuklarıma kendi peygamberlerini anlatacak bir film yoktu!” olmuştu. Elbette rahmetli çok çok uzun bir süre kendisinin çektiği filmden başka bir filmin üretilemeyeceğini de o zaman bilemezdi.

Gelelim Emre Şahin-Benjamin Ross belgeselinin içeriğine. Bir kere şunu baştan söyleyelim; yeni bir şey yok! Biliyorum tebessümle okudunuz bu cümleyi ama, gerçekten yeni bir şey yok. Belgesel ilk saniyesinden itibaren milimi milimine klasik Eski Tevrat’a göre ilerlerken elimizde bir tek başarılı oyuncuların güçlü performansları ve özellikle tufan sahnelerinin etkileyicilikleri kalıyor. Onun dışında ne güncel bir yorum ne etkileyici bir sahne… Maalesef. Gerçi yapımcı ve yönetmenin böyle bir şeyi kovalama amacı olduğundan da emin değilim. Bu sebeple son yazacağımı buralarda yazayım: Ahit: Musa’nın Hikayesi, özellikle Hıristiyan çocuklar için çekilmiş bir resimli peygamberler tarihinin bir bölümü gibi.

Şimdi biraz daha derine dalabiliriz.

Gerçeküstü bir drama ile kuru ve sıkıcı bir dini seminer arasında gidip gelen Ahit: Musa’nın Öyküsü Netflix’in küçük resimlerinde oldukça enteresan bir şekilde akıyor. Prologunda yer alan “anlatıyı zenginleştirmek… fikir birliği olarak anlaşılmamalı” türünden bir ikaz bu sebeple zevahiri çok ciddi anlamda kurtarıyor aslında. Hani şunu söylemek mümkün oluyor: Bu docu-drama Hz. Musa’nın hayatını üç semavi dinin (Hıristiyanlık, Musevilik ve İslam) dengeli katkılarıyla yeniden inşa etmeye çalışıyor ve sonuçta zaten iyi bilinen bir hikayenin (belki en yavan) ama aynı zamanda en sade versiyonunu anlatıyor.

Yahudiler arasında gezinmeye başlayan son trend esprilerden biri şöyle: Ne gerek var Sinagog’a gitmeye, otur Netflix izle!

Mesela İncil ve Kur’an’daki anlatıları nüans, yeni bakış açıları ya da temel fikirlere meydan okuma girişimleri olmaksızın yeniden anlatmak için hiçbir çaba harcamıyor yapımcılar. Kaldı ki Hz. Musa karakteri özellikle Kur’an için inanılmaz zengin bir materyal ve ayrıntı içerir. Ama bunun yerine Yahudi kültüründe sanki Musa imgesi kültürel olarak yeterince yaygın değilmiş gibi- yukarıdaki dinlerin üçünde de biraz farklı bağlamlarda peygamberdir- burada hepimizin, sözüm ona, kendimizi görebileceğimiz düz bir halk adamı projeksiyonuna indirgeniyor. Şunu söylemek mümkün, bu yapımdaki Hz. Musa prototipi bir peygambere yakışmayacak sığlıkta.

Muhtemelen bu durum yönetmen ve ortak yazar Benjamin Ross’un düşünmüş olabileceği şey, ancak nihayetinde bir Netflix belgeselinden söz ediyoruz. Çok büyük bütçeli ve iddialı bir yapımdan değil.

Oyunculuklara baktığımızda belki de en “olmamış” karakterin Hz. Musa tiplemesi olduğunu üzülerek yazmak zorundayım. Bu meyanda Firavun rolündeki Mehmet Kurtulmuş adeta döktürüyor. Keza diğer peç çok karakter de oldukça başarılı.

Musa’nın hikayesi beklediğim kısa bir uzunluğa sahip; üç bölümden oluşuyor.  Peygamber, Belalar ve Vaat Edilmiş Topraklar… Musa’nın Mısır prensi olarak doğumundan sürgüne ve nihayetinde geri dönüşüne, İbranilerle olan işinden çeşitli kutsal felaketlere, Kızıldeniz’den Sina Dağı’na kadar tüm hayatını anlatıyor, bunu yaparken de yorumcuların alabildiğince nazik yorumlarını da eklemliyor hikayeye.

Şimdi gelelim belgesel ile ilgili yapımcıları en çok üzecek eleştirime.

Evet başarılı efektleri, genelde iyi oyunculuğu ve kendince Eski Ahit’e sadakatiyle takdir edilebilecek bir yapım var karşımızda ama her karesinde bir samimiyetsizlik ve ticari kaygı sızdıran bir çalışma.

En büyük problem Musa karakterinde!

Musa’nın Öyküsü belgeselinin en büyük sıkıntısı Musa karakterini inşa etmekte sanırım. Birazdan anlatacağım, Hz. Musa’nın İslam dininde ve doğal olarak Kur’an-ı Kerim’de yeri ve önemi büyüktür. Dolayısıyla bir Müslümanın bu belgeseldeki Musa tiplemesinden rahatsız olmasından daha doğal bir şey olamaz. Kaldı ki, çizilen protagonist Musa gerek eski gerekse yeni Ahit için bile kabul edilebilir bir çerçevenin dışına sarkıyor.

Düşünsenize bir kavgayı ayırmak için iki kişinin arasına girip birinin ölümüne sebep olmak ile, sevmediği bir köleye arkadan sinsice yanaşıp kafasını taş ile ezmek arasındaki farkı bilmemesi mümkün mü böylesi bir belgesel yapımcısının. Bu bakış açısı bir dramada karşımıza çıksa “yorumdur” deyip belki hoş görebiliriz ama iş dokümanter iddiasında olunca orada bir durmak gerekiyor. Asabi, fevri çıkışları olan, Allah’tan aldığı emir tabletlerini kavmine kızdığı için kayalarda tuz buz eden neredeyse ruh hastası bir peygamber! Tamam Wikipedia’dan hallice bir metin ile düz bir anlatım tercih edilmiş olabilir. Belgeselin algı düzeyinin orta mektep olması kanaatimce bir sorun değil ancak inşa ettiğiniz karakterin tarihsel bir gerçekliğinin olması ve bu tarihsel karakterin bir de manevi yönü ön planda olan bir peygamber olduğu hakikati varsa biraz daha dikkatli yürümelisiniz diye düşünmekteyim.

Mel Brooks’un Dünya tarihi Bölüm 1’deki parodisi bile daha sevimli geldi. 

Batıdaki pek çok eleştirmen bu yapımı “samimiyetsiz” olarak bulmuş. Buna katılmıyorum, tamam elbette para kazanmak çok ciddi bir motivasyon ancak hiç kimse para kazanırken eleştirilmek, yerin dibine sokulmak istemez. Musa’nın Hikayesi’nin basitliği samimiyetsizlikten değil profesyonel hoyratlıktan kaynaklanıyor diye düşünüyorum. Böylesi bir konuyu filme alacaksanız iki şeyden birini yapmak durumundasınız, çünkü sizden önce yapılmış yüzlercesi var. Şöyle basit bir gerçek var çünkü: Gerçekten dindar insanların tartışmaktan daha çok sevdiği bir şey varsa, o da aynı hikayenin tekrar tekrar anlatılmasıdır. Musa’nın Öyküsü” son beş yüzyıl boyunca binlerce yazar ve yorumcu tarafından ana hatları çizilen ana hatlara bağlı kaldığı için çöldeki her adım iyi aşınmış bir yolu takip ediyor. Oysa, ya yeni bir şey söyleyeceksiniz, -ki bu konuda artık üzeri örtülü bir virgül dahi kalmamış- ya da geçmiş zaman teknolojisini aşkın bir görsel teknoloji ile estetik anlamda çıtayı yukarılara taşıyacaksınız. Şunu kabul edelim -ki bu da belgeselin en güçlü yönü oluyor- Ahit: Musa’nın Hikayesi hiçbir yönüyle olmasa bile görsel efektleri ile sınavı geçiyor.

Evliliğini birkaç bin yıl önce gerçekleştiren bir peygamberi, günümüz Milano Evlendirme Dairesi şapelindeki gibi sunarsanız biraz sıkıntılı olacaktır tabii!

Bu da bizi şu sonuca götürmekte: Hikayeye aşina olup tekrar dinlemek isteyenler ya da hikayeye aşina olmayan ama sunuluş biçimine katlanabilecek kadar genç olanlar için en uygun bir film var karşımızda.

Dramatizasyonlarla bilimsel röportajları birleştiren dizi, tarihin en ikonik figürlerinden birinin çok yönlü bir incelemesini sunmayı amaçlıyor.

Eski Ahit hikayeleriyle iç içe geçmiş anlatıda, çok çeşitli ilahiyatçıların, hahamların, imamların ve akademisyenlerin yorumları var. Bakış açıları zaman zaman farklı olsa da görünürde kendi inanç geleneklerine dayanan içgörüler sunarak “anlatıyı zenginleştirmeyi” amaçlıyor belgesel.

“Ahit”in senaryolu bölümleri geleneksel bir İncil destanının süslerini taşırken, bunların icrası bir dizi başarı ve yanlış adımdan oluşan bir yapıma dönüşmüş. Yüzeyde, canlandırmalarda üretim cilası, görkemli kostümler ve Mısır’ın On Felaketini ve Kızıldeniz’in efsanevi ayrılışını tasvir eden şaşırtıcı derecede yetkin görsel efektler göze çarpıyor elbette. Ancak türün beklenen tumturaklılığına bu bağlılık, Musa’nın son derece kişisel yolculuğunun duygusal yankısını çoğu zaman baltalıyor.

Gelelim filmle ilgili eleştiri ve analizlere.

Yahudi yorumculardan biri olan ve “Musa Aramızdaki Yabancı” kitabının yazarı Haham Maurice Harris Aramızdaki Yabancı” adlı kitabın yazarı, filmin cazibesini anladığını söylemiş.

Harris, Jewish Telegraphic Agency’ye verdiği demeçte, “Bu tür bir İncil hikayesinin beyaz perdeye taşındığı en iyi örneklerden biri” demiş: “Ayrıca farklı geçmişlerden gelen izleyicileri şaşırtacak ve insanların ilgisini çekecek yeterince şey içerdiğini düşünüyorum.”

Philadelphia dışında yaşayan “Yeniden Yapılanmacı” bir haham olan Harris, proje için kendisine ilk olarak 2020 yılında başvurulduğunu ancak 2022 yılına kadar yapımcılardan cevap alamadığını, bu noktada Türk-Amerikan yapım şirketinin dini açıdan farklı bir bakış açısı ve bölgesel olarak doğru bir oyuncu kadrosuna olan bağlılığını tespit etmek istediğini söyledi. Kontrol manyaklığının farkındasınızdır umarım.

Harris, “15 dakika içinde, Müslümanlardan, Yahudilerden ve Hıristiyanlardan, kadınlardan ve erkeklerden dinlediğiniz gerçeğiyle yüzleşiyorsunuz” diyor ve ekliyor: “Ve eğer İncil’i harfi harfine yorumlamaya kendini adamış, küçük ve oldukça muhafazakar bir dini geçmişten gelen biriyseniz, bu üç geleneğin bazı muhafazakar ve liberal üyelerinin de yanıt verdiği gerçeğiyle yüzleşiyorsunuz. Tahminimce bu da izleyici kitlesinin genişlemesine yardımcı oluyor.”

Musa’nın hikayesinin önceki film ve televizyon uyarlamaları arasında DeMille’in Musa rolünde Charlton Heston ve Firavun rolünde Yul Brynner’ın oynadığı “The Ten Commandments”; Burt Lancaster ve Anthony Quayle’ın Musa ve Aaron rollerinde oynadığı 1975 yapımı “Moses the Lawgiver”; Mel Brooks’un 1981 yapımı “History of the World “de Musa’yı birçok komedi skecinde canlandırması sayılabilir: Part I”; ve Ben Kingsley’in İncil’den bir figürü canlandırdığı 1995 yapımı mini dizi “Moses”. İsrailli müzisyen Ofra Haza tarafından seslendirilen şarkıların yer aldığı 1998 yapımı animasyon DreamWorks müzikali “Mısır Prensi” kült bir favori haline gelmişti.

Ridley Scott’ın 2014 yapımı epik filmi “Exodus: Tanrılar ve Krallar”, Musa rolünde Christian Bale, Firavun rolünde Joel Edgerton ve Musa’nın yardımcılarından biri ve Aaron Paul tarafından canlandırılan casus Joshua’nın babası Nun rolünde Ben Kingsley’in de aralarında bulunduğu yıldızlarla dolu bir kadroya sahipti. (“Exodus: Tanrılar ve Krallar” oyuncu kadrosu, yönetmeni ve yarattığı heyecana rağmen eleştirmenlerden kötü not almıştı.)

Eski yapımlarla karşılaştırdığımızda Netflix’teki bu versiyonun, hibrit belgesel olarak bilinen ve dramatize edilmiş sahnelerin uzmanların daha geleneksel görüntüleriyle ve İncil hikayelerinin kayıtlarla eşleştiği veya yansıtıldığı durumlarda tarihi kanıtlarla serpiştirildiği, giderek daha popüler hale gelen bir hikaye anlatımı biçimini kullanıldığını görmekteyiz. Üç bölüm boyunca Musa’nın Mısır’da İsrailoğullarının lideri olarak yükselişi, Firavun’la yüzleşmesi ve son olarak Musa’nın halkını kölelikten özgürlüğe götürürken Kızıldeniz’in yarılması anlatılıyor.

Haham Harris ayrıca, dizinin “Midraş” (bu Midraş meselesi önemli, “Kur’an’daki Musa” isimli çalışmamızda buna ayrıntılı değineceğiz) olarak bilinen daha az bilinen, İncil dışı Yahudi metinlerini kullanmasını takdir ettiğini ve kendisi gibi Musa’nın hikayesi hakkında önemli bilgiye sahip bir izleyiciye bile düşünecek yeni bir şey verdiğini söylüyor.

Problemli “Tanrı” tanımı!

Farkındayım bir Müslüman için Tanrı kelimesi bile başlı başına bir problem anlamına gelmekte. Tanrı dediğimiz şey her ne ise İslam inancındaki Allah’a karşılık/denk gelmez, gelemez zira.

Ahit: Musa’nın Hikayesi’nde sesi ile oynayan tanrı çok acımasız, egoist, intikamcı (Ki bu esasen Eski Ahit’e çok da zıt değil) bir karakter. Öylesine öfkeleniyor ki, “Ahan da şimdi yandınız hepiniz” nevinden insanca savrulmalara sapıyor!

 

Eğer illa ki bir yere oturtacaksak Ahit: Musa’nın Hikayesi, yayın devinin eğitim programları (Vox “Explainer” serisi veya uyku, meditasyon vb. için “Headspace” rehberleri gibi) ve tarihi teklifleri (“Alexander: The Making of a God” gibi) arasında bir alanda kendine yer bulabilir. Nitekim belgeselin ulaştığı -ilk 5 günlük seyisi sayısı- 15 milyon seyirci sayısı bu gerçeği tasdik eder nitelikte. Hatırlatalım bugün dünya üzerinde yaklaşık Yahudi sayısına denk bir rakam bu! (BKNZ)

Netflix’in inanç temelli programlamada sırada ne olduğu tam olarak belli değil, ancak platformun özellikle Yahudi izleyiciler için içerik üretmesi pek olası değil. “Ahit: Musa’nın Hikayesi” yayınlandıktan sonraki ilk beş günde 13,5 milyon kez izlendi- yani bu hafta dünyadaki Yahudi sayısı kadar insan izledi.

Son olarak ilginç bir ayrıntı vereyim:

Netflix’in arama motoruna “İnanç” yazdığımızda karşımıza Hasan Can’ın Çok Aşk filmi ikinci film olarak çıkıyor. “maneviyat” yazdığımızda ise Şuursuz Aşk ve Suits gibi yapımlar geliyor. Kavramların bu kadar iğdiş edildiği bir çağda oturup Musa’nın Hikayesi belgeseli üzerine bu kadar derinlemesine analize girişmek de ne kadar mantıklı bilemedim şimdi!

 

Türkiye’de bu haberi engelsiz paylaşmak için aşağıdaki linki kopyalayınız👇

Kaynak: Tr724
***Mutluluk, adalet, özgürlük, hukuk, insanlık ve sevgi paylaştıkça artar***

Exit mobile version