Site icon İnternet Haberler Köşe Yazıları Yorumlar Siyaset Ekonomi Spor

Ahsen-el Kasas-16: Kıssanın yapısal analizi

Ahsen-el Kasas-16: Kıssanın yapısal analizi


“Structuralism (Yapısalcılık) 20. yüzyılın ortalarında özellikle dilbilim, antropoloji, psikoloji ve edebiyat gibi alanlarda etkili olan bir fikir akım. Bu akımın özünde insan kültürünün ve bilişsel süreçlerinin, altında yatan sabit ve evrensel yapılar tarafından şekillendirilmesi vardır.”

“Sizler Yusuf’un kardeşlerisiniz…”

Buhârî 

Yapısalcılık, ilk kez 19. Yüzyılda akademik çevrelerde ortaya çıktı ancak kısa sürede kaybolduktan sonra tekrar 20. yüzyılın ortalarında dilbilim alanındaki içgörülerden gelişen ve toplumsal yaşamın altında yatan kalıpları incelemek için geliştirilen bir felsefe ve yöntem olarak genelleşti. Sosyal bilimlerde, yapısalcı sorgulama yöntemi, sadece yapıları ya da ilişkileri kendileri için tanımlamayı değil, aynı zamanda aktif insan öznelerinin (yüzey tezahürleri) görünür ve bilinçli tasarımlarının (inançlar, fikirler, davranışlar) arkasına veya altına bakarak, bu tasarımların aslında altta yatan nedenler, gizli mekanizmalar veya insan zihnine özgü sınırlı sayıdaki “derin” yapılar tarafından üretilen çıktılar, etkiler, sonuçlar, ürünler olduğunu ortaya çıkarmak veya keşfetmeyi amaçlar. Yapısalcı yaklaşım, Saussure, Lévi-Strauss, Lacan, Barthes, Foucault gibi birkaç anahtar düşünür tarafından icat edilip geliştirildi ve birçok farklı disiplinde pek çok kişi tarafından kullanıldı.

Ferdinand de Saussure’un dilbilim ile ilgili çalışmaları, genellikle yirminci yüzyıl yapısalcılığının başlangıç noktası olarak kabul ediliyor. “Yapısalcılık” terimi ise, ilk kez Fransız antropolog Claude Lévi-Strauss’un eserlerinde kullanıldı ve Fransa’da “yapısalcı hareketi” doğurdu. Bu hareket, tarihçi Michel Foucault, siyaset bilimci Louis Althusser, psikanalist Jacques Lacan ve Nicos Poulantzas’ın yapısal Marksizmi gibi çeşitli alanlardaki düşünürlerin çalışmalarını teşvik etti. Bu -sözde- hareketin neredeyse tüm üyeleri, bir parçası olduklarını reddetti. Öte yandan Yapısalcılık, göstergebilimle (semiyotik) yakından ilgili. Post-yapısalcılık, yapısalcı metottan kendini ayırmaya çalıştı. Dekonstrüksiyon, yapısalcı düşünceyle kopma girişimiydi. Bazı entelektüeller, örneğin Julia Kristeva, yapısalcılığı (ve Rus Formalizmini) başlangıç noktası olarak aldı ve daha sonra öne çıkan post-yapısalcılardan biri oldu. Yapısalcılığın sosyal bilimlerdeki etkisi değişken derecelerde oldu: sosyoloji alanında büyük bir etki yaparken, ekonomide ise neredeyse hiç etkisi olmadı.

Peki ne anlama geliyor bu terim?

Bu yaklaşım, insan kültürünün unsurlarının, geniş kapsamlı, baskın bir sistem veya yapı bağlamında ilişkileri açısından anlaşılması gerektiği fikrine dayanmakta. Yapısalcılık, bir unsurun—ister dilde bir kelime, kültürde bir eylem, isterse toplumda bir inanç olsun—anlamının, yalnızca parçası olduğu daha geniş yapının bağlamında anlaşılabileceğini savunuyor.

Ferdinand de Saussure’un çalışmalarıyla dilbilimde köken bulan yapısalcılık, dillerin, dil ve iletişimin anlamını yöneten gizli kurallar ve normlar bütününden oluştuğunu öne sürmekte. Saussure’un fikri, anlamların dış dünyaya doğrudan atıfta bulunmaktan ziyade, bir sistem içindeki farklar ve ayrımlar aracılığıyla üretildiğiydi. Yapısalcılık daha sonra dilbilim dışında antropoloji, psikoloji, edebiyat eleştirisi ve sosyoloji gibi çeşitli alanlara yayılarak etkisini gösterdi. Yapısalcılıkla ilişkilendirilen önemli isimler arasında antropolojide, mitler ve akrabalık sistemlerinin incelenmesine yapısalcı fikirleri uygulayan Claude Levi-Strauss ve edebiyat teorisinde, edebiyat ve modayı yapısalcı bir mercek altında analiz eden Roland Barthes bulunmakta.

Öte yandan ciddi eleştiriler de aldı bu kavram ve akım. Akımın çok deterministik olduğunu ve insan fıtratının, bireysel varyasyonun ve tarihsel bağlamın önemini göz ardı ettiğini söyleyenler az değildir. Post-yapısalcılık, kısmen bu eleştirilere bir cevap olarak ortaya çıktı ve yapısalcılığın önerdiği katı yapıları sorgulayıp deşmek, bunun yerine anlamların istikrarsızlığına ve akıcılığına odaklanmayı amaçladı. Yapısalcılığın mirası, eleştirilere rağmen, özellikle Güney Amerika’da güçlü destek buldu ve Levi-Strauss’un tezleriyle diyalog içinde, eleştirel bir damarla, yerel Brezilya toplumlarının sosyal yapısı üzerine canlı araştırma programları yürütüldü. Yapısalcılık, yirminci yüzyıl boyunca bilimlerde, beşerî bilimlerde ve sanatlarda genelleme ve model oluşturma çabasının bir parçası olarak kaldı ve zamanla bu kadar asimile oldu ki, sosyal ağ analizi gibi alanlarda bir dizi basmakalıp haline geldi.

Yapısalcılığın üç anlamı, farklı zaman ölçeklerine karşılık geliyor: 1960’larda Fransız entelektüel hareketi olarak yapısalcılık, daha geniş bir epistemolojik tutum olarak yapısalcılık ve ikisi arasında bir bağ olan Levi-Strauss’un yapısalcılığı.

Fransız Yapısalcılığı, 1960’larda Fransa’da zirveye ulaşan, herhangi bir organize grup veya belirli bir kurumla ilişkilendirilmeyen entelektüel bir hareketti. R. Barthes, L. Althusser, M. Foucault ve J. Lacan’ın çalışmalarıyla ilişkilendirilen tezler için bir etiket olarak kullanıldı. Bu hareket, özellikle sosyal bilimlerdeki semiyotik üzerine odaklandı ve Fransız yapısalcılığı, Jean-Paul Sartre’ın “öznenin felsefesi”ne ve Anglo-Sakson felsefesinin ampirizmine ve zihin karşıtlığına bir tepki olarak görüldü. Metodolojik olarak, Fransız yapısalcılığı, işaretlerin sistemi üzerine (sözdizimi) tarihsel gelişimlerinden (diyakroni) daha fazla vurgu yapar ve bu sistemlerin sosyal karakterini (langue) bireysel performanstan (parole) ayırıyor. Fransız yapısalcıları, öznenin özerk kavramını ve eyleme ve bilgi arayışına sahip olma özelliklerini reddettiler.

Geniş Anlamda Yapısalcılık ise, bilgiye yönelik bir tutumu ifade eder ve bu tutum, on sekizinci yüzyılın sonlarında gerçekleşen felsefi ve bilimsel bir epistemolojik devrimin içinde kök salmıştır. Bu devrim, dönüşüm gruplarının paradigması olan kavramsal-pratik yapıların çalışması olarak matematiğin görülmesine yol açtı. Matematiksel dönüşüm grupları kavramı, kristalografi, fizik, biyoloji ve psikoloji gibi alanlara genişletildi.

Bu bilgiler ışığında Yusuf Suresini analiz ettiğimizde karşımıza çok çarpıcı bir tablo çıkıyor. Şöyle ki:

  1. Rüya ve Gerçeklik Arasındaki İlişki:

Yusuf’un rüyası, surenin başlangıcında yer alır ve hikayenin ilerleyişinde merkezi bir rol oynar. Rüya, gelecekte gerçekleşecek olayların simgesel bir temsilidir ve Yusuf’un hayatındaki önemli dönüm noktalarını önceden haber verir.

Yapısalcı bir analizde, rüyalar ve gerçek hayat arasındaki paralellikler, metnin nasıl bir yapısal bütünlük oluşturduğunu gösteriyor. Rüyaların yorumu ve gerçekleşmesi, hikayenin ilerleyişinde ve Yusuf’un karakter gelişiminde kritik noktalar olarak işlev görmekte.

  1. Karakter Gelişimi ve Dönüşüm:

Yusuf’un masumiyetinden, zindandaki sınavlarına ve sonunda Mısır’da yüksek bir makama yükselişine kadar olan süreç, yapısalcı analizde önemli bir dönüşüm hikayesi olarak ele alınmalı.

Karakterlerin içsel dönüşümleri, dış dünyada yaşanan olaylarla iç içe geçiyor ve bu da Yusuf Suresi’nin anlam katmanlarını zenginleştiriyor. Karakter gelişimi, bireyin kendi içinde ve toplum içindeki yerini yeniden tanımlamasıyla ilgili evrensel temaları işlediği için r.

  1. Kardeşlik, İhanet ve Affetme:

Yusuf’un kardeşleri ile arasındaki ilişki, ihanet ve sonrasında gelen affetme süreci, Yusuf Suresi’nin temel temalarından biri. Yapısalcı analizle bakacak olursak, bu temaların nasıl işlendiğine ve metnin genel yapısına nasıl entegre edildiğine dikkat etmemiz gerekiyor. İhanet ve affetme arasındaki dinamik, hikayenin çeşitli bölümlerinde farklı şekillerde tekrarlanır ve metnin yapısal bir özelliği olarak ön plana çıkıyor.

  1. Semboller ve Metaforlar:

Yusuf Suresi’nde kullanılan semboller ve metaforlar, hikayenin anlam katmanlarını derinleştirmesi açısından büyük önem arz ediyor. Örneğin, Yusuf’un gömleği, masumiyetin, ihanetin ve sonunda tekrar bir araya gelmenin bir simgesi olarak işlev görüyor.

Sembollerin tekrarı ve çeşitli bağlamlarda kullanımı, metnin yapısal bütünlüğünü sağlıyor ve okuyucunun hikayeyi daha derinlemesine anlamasına yardımcı oluyor.

  1. Zaman ve Mekan Kullanımı:

Zamanın ve mekanın kullanımı, Yusuf Suresi’nin yapısal özelliklerini de belirliyor. Hikayenin farklı zaman dilimlerinde ve mekanlarda geçmesi, olay örgüsünün karmaşıklığını ve anlam derinliğini artırmakta. Şurasını unutmayalım ki, zaman ve mekanın yapısalcı analizdeki işlevi, hikayenin evrensel temalarını ve karakterlerin içsel yolculuklarını vurgulamaktır.

Yusuf Suresi’nin yapısalcı analizi, metnin nasıl bir anlam bütünlüğü oluşturduğunu ve bu bütünlüğün temel temalar, karakter gelişimi, semboller ve yapısal öğeler aracılığıyla nasıl sağlandığını göstermesi açısından epey işimize yarıyor aslında. Bu analiz sayesinde, Kur’an’ın edebi zenginliği ve derinliğinin ortaya konduğunu ve metnin nasıl çok katmanlı anlamlar içerdiğini görüyoruz.

Sözdizimsel Yapı

Biliyorum kelime epey uydurukça gibi geliyor ama maalesef başka karşılığı yok dilimizde. Orijinali ise “syntactic structure”.

Sözdizimsel yapı veya sözdizimi, belirli bir dilde cümlelerin yapısını yöneten kurallar, ilkeler ve süreçler topluluğuna deniyor. Özellikle, cümleler içindeki kelimelerin sıralanması ve düzenlenmesi ve bu kelimeler arasındaki ilişkileri kapsar. Sözdizimsel yapı, cümlelerin nasıl oluşturulduğu ve farklı cümle ögelerinin, örneğin isimler, fiiller, sıfatlar ve zarfların, anlam iletmek için nasıl etkileşime girdiğini inceler.

Aslında esas olarak, sözdizimsel yapı bir dilin gramer yapısını anlamakla da ilgili. Bu ise, çeşitli söz türlerinin tanımlanması, bunların nasıl birleştirilerek ifadeler ve cümlecikler oluşturulduğu ve bu bileşenlerin tam cümleler oluşturmak için nasıl bir araya geldiğinin incelenmesini içeriyor.

Sözdizimi, asıl olarak şu tür sorularla ilgilenir:

Neden belirli kelimelerin bir cümlenin anlamlı olması için belirli bir sırayla gelmesi gerekiyor?

Diller, anlam inşa etmek için konu, yüklem ve nesne gibi yapıları nasıl kullanır?

Belirleyiciler, bir cümleye bilgi eklerken hangi rolü oynar?

Sözdizimsel analiz, genellikle bir cümlenin gramer yapısını anlamak için cümlenin bileşen parçalarına ayrılmasını (ayrıştırılmasını) içeriyor. Bu da, cümlelerin birbirinin içinde nasıl katmanlandığını ve karmaşık yapıların hala altta yatan sözdizimsel kurallar tarafından yönetildiğini ortaya çıkarabildiği için önemli.

Sözdizimi, dilin nasıl öğretildiği, öğrenildiği ve analiz edildiği konusunda önemli bir dilbilim teorisi bileşenidir. Anlam bilimi (anlamın çalışması) ve biçimbilim (kelime biçimlerinin çalışması) gibi dilbilimin diğer yönleriyle kesişerek, dil yapısının ve kullanımının kapsamlı bir anlayışını sağlar.

Örneğin, Türkçe bir “özne + yüklem + nesne” sıralamasına sahipken, İngilizce genellikle “özne + yüklem + nesne” sıralamasını kullanır. Bu farklılıklar, her dilin kendine has sözdizimsel yapılarını oluşturur ve anlamın nasıl inşa edildiğini belirler.

Sözdizimsel yapılar, dilbilimcilerin diller arası ve dil içi farklılıkları anlamalarına, dil öğrenim süreçlerini incelemelerine ve dil bozukluklarını tanımlamalarına yardımcı olurken, edebi metinlerin, şiirlerin veya herhangi bir yazılı ya da sözlü iletişimin analizinde de önemli bir rol oynamaktadır.

Arapça için durum biraz daha farklı ve derin.

Çünkü Arapça, Semitik diller ailesine ait olup, zengin bir çekim yapısına ve kendi içinde çeşitli sözdizimsel özelliklere sahip.

Kısaca izah edeyim:

Arapçada temel olarak iki tür cümle yapısı bulunur:

Nominal Cümle (Cümle-i İsmiyye): Fiil içermeyen ve genellikle bir özne (mubteda) ile haberden (haber) oluşan cümlelerdir. Örneğin, “الجو جميل” (Hava güzel).

Fiili Cümle (Cümle-i Fi’liyye): Bir fiille başlayan ve genellikle bir özne ile nesne (varsa) içeren cümlelerdir. Örneğin, “كتب الولد الدرس” (Çocuk dersi yazdı).

Arapça cümlelerde kelime sıralaması, vurgulanmak istenen unsura göre değişiklik gösterebiliyor. Genel olarak fiili cümlelerde “fiil-özne-nesne” (VSO) sıralaması yaygın. Ancak bu sıralama esnektir ve “özne-fiil-nesne” (SVO) şeklinde de olabilir, hassaten modern standart Arapçada.

Bir de “İ’rab” denilen durum çekimleri var.

Arapçada isimler, sıfatlar ve bazı zarflar cümle içindeki işlevlerine göre farklı durum çekimlerine giriyor. Bu durumlar nominatif (raf’), akkusatif (nasb) ve genitif (cer)’dir ve genellikle kelimenin sonundaki harekelerle belirlenirler. Öte yandan Arapça’da isimler “ال” (-el) tanım belirtisi eklenerek tanımlı hale getirilmekte. Tanımsız isimler ise genellikle herhangi bir belirteç almıyor. Arapçada Tanımlılık ve tanımsızlık, anlam üzerinde önemli bir etkiye sahip olabiliyor.

Son olarak Arapçada cümleler arası ve cümle içi bağlantıları sağlayan çeşitli edatlar ve bağlaçlar bulunmakta. Bu kelime türleri, cümlelerin anlam ilişkilerini belirler ve metnin akışını sağlıyor.

Yine ayet ayet gitmek yerine tefe’ül ile çıkardığımız ayetlerden bir seçki ile Yusuf Suresinin Sözdizimsel analizine bir göz atalım.

Öncelikle vurgulayalım ki, Arapça, kök tabanlı bir dil. Her kelimenin bir veya daha fazla kök harfi bulunur ve bu kökler üzerine eklenen harf ve desenlerle farklı kelimeler ve anlamlar türetilir. Örneğin, Yusuf Suresi’nde sıkça geçen “أحلم” (ahlam, rüyalar) kelimesi, “ح ل م” kökünden geliyor ve bu kök, rüya, düşünme ve planlama gibi kavramlarla ilişkili. Kelimelerin köklerini ve türetildikleri yapıları analiz etmek, ayetlerdeki kelimelerin derin anlamlarını ve temalar arası ilişkilerini keşfetmeyi sağlamakta.

Diğer bir husus ise; Arapçada fiillerin, zamana, kişiye ve cinsiyete göre çekimlenmesi. Bu sebeple Yusuf Suresi’nde kullanılan fiillerin çekimlerini incelemek, anlatılan olayların zaman çerçevesini ve eylemlerin gerçekleşme şeklini anlamaya yardımcı oluyor. Örneğin, geçmiş zaman fiilleri olayların kronolojisini belirlerken, emir kipleri talimatları ve öğütleri ifade etmekte.

Bağlam ve anlam arasındaki ilişki de çok önemlidir.

Öte yandan Arapça kelimelerin anlamları, kullanıldıkları bağlama göre değişiklik gösterebiliyor. Yusuf Suresi’nde geçen kelimelerin bağlamlarını incelemek, ayetlerin anlam katmanlarını derinlemesine çözümlemeye de imkan tanıyor. Misal, “صدق” (sadık) kelimesi, doğruluk, sadakat ve gerçekliği ifade ediyor ve Yusuf’un karakter özelliklerini ve hikayenin ana temalarını vurgulamak için kullanılıyor.

Bununla beraber Yusuf Suresi’nde mecazlar, teşbihler, kinayeler ve diğer edebi figürlerin analizi, surenin edebi güzelliğini ve anlatılan hikayenin derinliklerini keşfetmeyi sağlıyor.

İsterseniz bugünlük kıssanın final ayetlerini yine konumuz bağlamında ele alarak tamamlayalım.

Ayet 101 (رَبِّ قَدْ آتَيْتَنِي مِنَ الْمُلْكِ وَعَلَّمْتَنِي مِن تَأْوِيلِ الْأَحَادِيثِ):

“رَبِّ” (Rabbim), Yusuf’un duasını ve hitabını başlatan samimi bir yakarış.

“قَدْ آتَيْتَنِي مِنَ الْمُلْكِ” (Bana mülk verdin), Allah’ın Yusuf’a ihsan ettiği nimetleri ve onu yücelttiğini ifade ediyor.

“وَعَلَّمْتَنِي مِن تَأْوِيلِ الْأَحَادِيثِ” (ve bana olayların yorumunu öğrettin), Yusuf’un Allah’tan aldığı bilgelik ve anlayışa (ilim ve hikmet) işaret ediyor ve rüyaların ve olayların yorumlanmasındaki ustalığını vurguluyor.

Ayet 102-103 (وَمَا أَكْثَرُ النَّاسِ وَلَوْ حَرَصْتَ بِمُؤْمِنِينَ… مَا يُؤْمِنُونَ):

Bu ayetler, insanların çoğunluğunun Allah’ın ayetlerine inanmadığını ve Yusuf’un hikayesinin anlatılmasının bu inancı değiştirmeyeceğini ifade etmekte. “وَمَا أَكْثَرُ النَّاسِ” (Ve insanların çoğu) ifadesi, genel bir gözlem sunuyor ve bu durumun Yusuf’un mesajına olan tepkilerle ilgili olduğuna işaret ediyor.

“وَلَوْ حَرَصْتَ” (Ve eğer istekli olsan bile), peygamberin veya anlatıcının çabalarının bile insanların inanç durumlarını değiştirmekte yetersiz kalabileceğini belirtirken Kur’an’ın pek çok yerinde peygamberlerin vazifesinin sadece anlatmak-öğüt vermek olduğu, ikna edip netice almanın ise Allah’ın takdirinde olduğu hakikatine gönderme var.

Ayet 104 (وَمَا تَسْأَلُهُمْ عَلَيْهِ مِنْ أَجْرٍ إِنْ هُوَ إِلَّا ذِكْرَىٰ لِلْعَالَمِينَ):

Bu ayet ise, Allah’ın mesajının, insanlardan herhangi bir mükafat talep etmeksizin tüm dünya için bir hatırlatma olduğunu vurgulamakta. “وَمَا تَسْأَلُهُمْ” (Ve onlardan talep etmezsin) ifadesi, peygamberin fedakarlığını ve Allah’ın mesajının ücretsiz olduğunu belirtiyor.

“إِلَّا ذِكْرَىٰ لِلْعَالَمِينَ” (Tüm dünyalar için bir hatırlatmadır) kısmı, Kuran’ın evrensel bir mesaj taşıdığını ve herkese yönelik olduğunu ifade eden muazzam bir örnek.

Ayet 105-106 (وَكَأَيِّن مِّنْ آيَةٍ فِي السَّمَاوَاتِ وَالْأَرْضِ يَمُرُّونَ عَلَيْهَا…):

Burada ise insanların göklerde ve yerdeki pek çok işaretten geçip gittiklerini ancak çoğunun bunları görmezden geldiği anlatılmakta. “وَكَأَيِّن مِّنْ آيَةٍ” (Ve ne kadar çok işaret var) ifadesi, evrendeki ilahi işaretlerin bol olduğunu vurgulamakta.

Ayet 107-108 (أَفَأَمِنُوا… إِلَّا الْقَوْمُ الْخَاسِرُونَ):

Bu ayetler, Allah’ın azabından emin olmanın tehlikelerini ve yalnızca kaybedenlerin Allah’ın mesajlarını görmezden gelebileceğini belirtirken,  “أَفَأَمِنُوا” (Emin mi oldular) ifadesi, insanların ilahi adaleti hafife almasının risklerini işaret ediyor.

Ayet 109 (وَلَقَدْ أَرْسَلْنَا مِن قَبْلِكَ…):

Burada, Allah’ın Yusuf’tan önce de peygamberler gönderdiğini ve onların da kendi halklarına yönelik mesajlar taşıdığını anlatıyor. “وَلَقَدْ أَرْسَلْنَا” (Ve andolsun biz gönderdik) ifadesi, Allah’ın sürekli rehberlik etme eylemini vurguluyor.

Ayet 110-111 (حَتَّىٰ إِذَا اسْتَيْأَسَ الرُّسُلُ… إِنَّ فِي ذَٰلِكَ لَآيَاتٍ لِّأُولِي الْأَلْبَابِ):

Bu ayetler, peygamberlerin ve müminlerin zorluklar karşısında sabretmelerinin ve Allah’ın yardımının nihayet geldiğinin önemini vurguluyor. “حَتَّىٰ إِذَا اسْتَيْأَسَ الرُّسُلُ” (Peygamberler umutsuzluğa düştüğünde) ifadesi, sabrın sonunda gelen ilahi yardımı işaret etmekte.

“إِنَّ فِي ذَٰلِكَ لَآيَاتٍ لِّأُولِي الْأَلْبَابِ” (Şüphesiz bunda akıl sahipleri için işaretler vardır) kısmı, Kuran’ın mesajlarının akıl yürütme yeteneğine sahip olanlar için açık olduğunu belirtirken kıssaların anlatım amaçcına da gönderme yapmakta.

Tarihsel perspektiften baktığımız zaman Kur’an-ı Kerim’e yapısal/sözdizimsel yaklaşım için epey geç kalındığını söylemek haksızlık olmayacaktır.

Ancak Hicri 3., Miladi 9. Yüzyıldan itibaren İslam alimleri bu konuya yönelmişler.

Bunun en önemli sebeplerinden biri, müthiş bir hızla yayılan İslam düşüncesinin ve dininin yabancı din ve kültürler tarafından eleştiriye tabi tutulmaya başlaması olsa gerektir.

Abdülkerîm b. Ebü’l-Avcâ, İshak b. Tâlût, Nu‘mân b. Münzir gibi mülhidlerin Kur’an’ın çelişkiler içeren bir kitap olduğunu iddia etmeleri karşısında İslâm âlimleri, önce Kur’an’ın dil ve edebiyat kurallarına bağlı olarak anlamını ortaya koymaya ve tefsirini yapmaya çalışmış. Bu hususta Vâsıl b. Atâ ile Ferrâ’nın Meʿâni’l-Ḳurʾân adlı eserleri ve Ebû Ubeyde Ma‘mer b. Müsennâ’nın Mecâzü’l-Ḳurʾân’ı zikredilebilir. (İslam Ansiklopedisi)

Türkiye’de bu haberi engelsiz paylaşmak için aşağıdaki linki kopyalayınız👇

Kaynak: Tr724
***Mutluluk, adalet, özgürlük, hukuk, insanlık ve sevgi paylaştıkça artar***

Exit mobile version