Site icon İnternet Haberler Köşe Yazıları Yorumlar Siyaset Ekonomi Spor

Seçimlerin gölgesinde, Antakya’da yurttaşlığı hatırlamak


Tuğçe TEZER*


2023 yılının Şubat ayında, Türkiye’nin güney ve güneydoğusunda büyük depremler oldu. 6 Şubat’ta 7.8 büyüklüğüne ulaşan Kahramanmaraş merkezli depremler on bir ilimizi farklı ölçülerde etkilerken, 20 Şubat’ta büyüklüğü 6.4’e ulaşan Hatay merkezli depremler, ağırlıklı olarak Hatay’ı etkiledi. Yapılı çevresinin yaklaşık olarak %85’i tümüyle yıkılan ya da hasar görerek kullanılamaz duruma gelen, bu açıdan depremden en çok etkilenen yer olduğu konusunda bir uzlaşı bulunan Antakya bugün hala, yani depremin ardından geçen sürenin 14. ayına yaklaşırken, bir doğa olayı olan depremin nasıl her yönüyle bir felakete dönüştüğünü izlediğimiz günlerden geçiyor.

Başlığında seçimleri, Antakya’yı ve yurttaşlığı ele almayı vadeden bu yazının çıkış noktası oldukça basit -fakat açıklaması biraz uzun: 2023 yılında yaşanan büyük ve yıkıcı depremlerde en çok etkilenen yerin Antakya olduğuna dair uzlaşıdan bahsetmiştim. Hemen ardından 2023 yılının Mayıs ayında iki turdan oluşan Türkiye genel seçimleri gerçekleşti. Deprem bölgesinin farklı kısımları “iyileşme” sürecine girmiş olsa da, Antakya’da henüz hiçbir şeyin normale dönmediğini söylemek abartılı olmaz.

Geçtiğimiz ay, 6 Şubat 2024 tarihinde birinci yıl dönümünü geride bıraktığımız depremlerin ardından bu defa da ülkenin gündemi, 31 Mart 2024’te yapılacak olan yerel seçimler olmuş görünüyor. Madem yerel seçimler kendisinden başka hiçbir gündeme yer bırakmıyor, öyleyse seçme ve seçilme hakkı denilen bu önemli yurttaşlık hakkımızın yanında, Antakya’da, yurttaş olmaktan ileri gelen “diğer” haklarımızın ne durumda olduğuna beraber bakalım. Bakalım ki, oldukça kullanışlı bir kapatıcılık işlevi bulunan bu “seçim örtüsü”nün, aslında neleri örttüğünü anlamaya yaklaşalım. Yurttaşlık haklarımızı hatırlamanın bizi, Antakya’nın iyileşmesi sürecinde yerel halkın haklarından ileri gelen bir asgari müşterekte buluşmasına, bu sayede, süreçte ortak tavır alabilen bir aktör hâline gelebilmesine yaklaştıracağı umudu ve inancıyla, başlıyorum.

Deprem ya da yer sarsıntısı, yer kabuğunda beklenmedik bir anda ortaya çıkan enerji sonucunda meydana gelen dalgalanmaların yeryüzünü sarsması anlamına geliyor. Ülkemizin pratiği bize aksini düşündürse de, dünyanın birçok yerinde asırlardır meydana gelen depremlerin bize gösterdiği, aslında bütün depremlerin büyük yıkımlara, can kayıplarına, hasara neden olmasının şart olmadığı.

Antakya’da depremin yıkıcı bir afete dönüşmesinin ancak “insan desteği”yle mümkün olduğunu ise, enkaz kaldırma süreçleri, depremden sonra geriye dönük olarak yapılan planlama, uygulama, denetim süreci okumaları bütün açıklığıyla gösteriyor. Sulak zeminler, doğal alanlar, fay hattı üzerine inşa edilen konutlar, kurutulan gölün üzerine inşa edilen hastane ve havalimanı, nehrin iki tarafındaki dolgu alanlarının üstünün tümüyle yapılaşması, teknik analiz ve uzmanlık olmaksızın verilen plan kararları, daha niceleri.

Bu yazıda farklı biçimlerde karşımıza çıkan “insan”ı, buradan itibaren “yurttaş” olarak ele alacağız. Depremden önce ihmal edilen yurttaşlık haklarının derinleştirdiği yıkımların getirdiği bugünü, depremden sonra yapılan ve yapılmayanların yurttaşlık hakları açısından neye karşılık geldiğini, Antakya’nın depremden sonra iyileşmesi için yurttaşlığı hatırlamanın önemini, yurttaşlık haklarının farklı bileşenleri üzerinden irdeleyeceğiz.

ESAS MESELE SEÇMEN DEĞİL YURTTAŞ OLMAK

Yurttaş, aynı yurt üzerinde yaşayan, bir yurda yurttaşlık bağıyla bağlı bulunan kişileri, vatandaşı ifade eden bir kavram. Bir ülkede yaşayanların devlet tarafından Anayasada vadedilen haklardan yararlanmaları için, o ülkeye vatandaşlık bağı ile bağlı olmaları gerekir. Yurttaşlık bağının varlığı, vatandaş ve devlet arasında karşılıklı bazı yükümlülüklerin yerine getirilmesini gerekli kılar ve Anayasa, bu karşılıklı sorumlulukları tanımlar. Vatandaşın devletle ilişkisinin ve başka bir deyişle, merkezi ve yerel yönetim açısından bulunduğu kent ve ülkenin belirli bir süre için hangi aktörler tarafından yönetileceğine karar vermesi nedeniyle, yönetime katılımının önemli bir biçimi, seçimlerden oluşur.

2023 yılında gerçekleşen genel seçimlerin ardından 31 Mart 2024’te yapılacak “Mahalli İdareler Genel Seçimleri”yle il, ilçe, belde, belediye başkanları ile muhtarlar, il genel meclisi ve belediye meclisi üyeleri seçilecek. Kavramsal olarak tanımı ve yasalarla belirlenen çerçevesi açısından, vatandaşların oylarıyla belirli siyasi partileri ve/veya kişileri bir sonraki seçime kadar Anayasa ve diğer yasalarla belirlenmiş kapsamda vatandaşların yurttaş olmaktan ileri gelen haklarını tesis etmek ve hayatını kolaylaştırmak amacıyla görev yapmak üzere seçmesi anlamına gelen genel ve yerel seçimler, geçtiğimiz yıl gerçekleşen genel seçimler ve özellikle son birkaç aydır yerel seçim versiyonunda gözlemlerimize bakılırsa, oldukça farklı bir hattan ele alınıyor.

Konunun giderek vatandaşlık haklarının gözetilmesinden uzaklaşması ise, bu sürece ilişkin büyük bir çelişkiye tekabül ediyor. Bu çelişkinin mekânı, Antakya gibi tamamına yakını yıkılmış ya da hasar görmüş, büyük can kayıpları ve önemli bir göç vermiş bir kent olduğunda ise, seçimlerin varlık nedeni olan, hatta yapılmasını mümkün kılan Anayasayı ve ülkenin temel bileşeni olan yurttaşı, yurttaş olmayı ve yurttaşlık haklarını hatırlamak, neredeyse bir zorunluluk halini alıyor.

Bu yazı, Antakya’da kentin tamamına yakınını yaşanmaz hâle getiren depremin ve deprem sonrası gündelik yaşamın giderek çoğalan zorluklarının bile -anlaşılması güç biçimde- gölgesinde kalmak durumunda kaldığı yerel seçim gündeminin hangi temel yurttaşlık haklarına dair ihlal ve ihmallerin üzerini örttüğünü anlamayı amaçlıyor. Buradan devamla, “yurttaş olmaktan seçmen olmaya indirgenmiş”[1] olan halkın, bir seçmen olmanın çok ötesinde anlam ve önemi olduğunu, yurttaşlığını ve buradan ileri gelen haklarını hatırlamasının, Antakya’nın ve Antakyalıların iyileşmesi sürecindeki olmazsa olmaz yerini görünür hale getirmeye çalışıyor. Bu çerçevede barınma ve konut, sağlık ve eğitim, çalışma, kültürel miras, dirençli kent ve planlama konuları iyileşmeye doğru uzanan hayali bir merdivenin basamaklarını oluştururken, merdivenin bütünü bir uzlaşı imkânı ve yurttaşlık haklarından ileri gelen bir asgari müşterek olarak karşımıza çıkıyor.

Antakya, tarihinde çok sayıda büyük deprem yaşamış ve en az yedi defa yıkılıp aynı yerde yeniden kurulmuş bir kent. Tarihsel geçmişi, kültürü, sosyal yapısı, tarihi konut dokusu, anıt eserleri, üretim ilişkileri, tarım alanları, doğal nitelikleri gibi pek çok bileşeni, Antakya’yı birçok insan için sevilmeye değer kılıyor.

6 Şubat ve 20 Şubat 2023 depremlerinin ardından aynı özellikler ve depremlerde en büyük yıkımın Antakya’da yaşanmış olması, depremin bu kent üzerinden hatırlanması ve konu edilmesinin temel sebeplerini oluşturdu. Depremin bu kadar yıkıcı olmasının nedenleri irdelendiğinde ortaya çıkanlar, depremden bugüne, nerdeyse 14 aylık bu süre içinde yapılanlar ve yapılmayanlar, bugün kafamızı çevirdiğimiz her yerde karşımıza çıkan seçim gündemiyle birlikte düşünüldüğünde, hepsinin temas ettiği ortak noktanın “yurttaşlık” olduğunu tespit etmek zor değil.

ANTAKYA’NIN DEVAM EDEN SORUNLARI VE YURTTAŞLIK TALEPLERİ

Yurttaşlığın tanımını, sınırlarını belirleyen Anayasa, aynı zamanda yurttaş olmaktan kaynaklanan haklarımızı, seçimlerde oy vermek dahil olmak üzere yurttaşlık görevlerimizin yanında, bizi ve kentlerimizi geçici süreler için yönetenlerin görev ve sorumluluklarını da tanımlıyor. Bu aşamada, Türkiye Cumhuriyeti Anayasası[2]’nın bize anlattıklarına, bazı temel tanımlara bir göz atmak, hayatın ve yurttaşlığımızın geçici ve kalıcı unsurları arasındaki pozisyonumuzu, -yaşam hakkımız dahil olmak üzere birçok konuyu ilgilendiren- tavrımızı yeniden düşünmek, sorumlulukları ve görevleri talep ve takip etmeyi, yapılmadığı durumda hesap sormayı hatırlamak elzem görünüyor. Önceliğimizin şüphesiz, Antakya’nın depremden sonra iyileşmesi, burada hayatın tekrar başlaması olduğu kabulüyle, yurttaşlığımızın sınırlarını irdelemek üzere, basamakları tırmanmaya başlıyoruz.

Barınma doğanın etkilerinden korunmak için kapalı bir yerde olmayı, yerleşmeyi, yaşamayı ifade ediyor. Yani bütün canlıların meselesi. Konut ise en sade haliyle, insanların içinde yaşadığı, fiziksel, sosyal ve ruhsal ihtiyaçların giderildiği yapıya verilen isim. Uluslararası sözleşmelerde de farklı açılardan tanımlanan konut ve barınma hakkına dair Anayasa’nın 57. maddesi “konut hakkı” başlığı altında devletin, kentlerin özellikleri ve çevre şartlarını gözeten bir planlama çerçevesinde konut ihtiyacını karşılayacak tedbirleri alacağını, toplu konut teşebbüslerini destekleyeceğini belirtir.

Bu görev ve sorumluluk, Anayasa’nın 56. maddesinde “sağlık hizmetleri ve çevrenin korunması” başlığı altında yer alan, herkesin sağlıklı ve dengeli bir çevrede yaşama hakkına sahip olduğu ifadesiyle de tutarlı ve birbirini destekler görünüyor. Bu madde aynı zamanda, hayatın beden ve ruh sağlığı içinde sürebilmesi, çevre sağlığının korunmasını da vadederken, Anayasa’nın 42. maddesi “eğitim ve öğrenim hakkı ve ödevi” başlığı altında, hiçbir vatandaşın eğitim ve öğrenim hakkından yoksun bırakılamayacağını açıklıyor. Anayasa’nın “tarım ve hayvancılık” konusuna odaklanan 45. maddesi, devletin tarım arazileri, çayır ve meraların amaç dışında kullanılmasını ve tahribini önleme sorumluluğunu ifade ediyor.

Antakya’da bugün, depremden aylar sonra “barınma” çözümleri arasında çok az sayıdaki hasarsız konut, çok sayıda konteyner, sera, çadır ve az hasarlı konut yer alıyor. Depremden hasarsız çıkabilen az sayıda okul binası, bir yılı aşkın süredir idari tesis olarak işlev görürken, eğitim az hasarlı bazı okulların yanısıra konteyner sınıflarda devam ediyor. Halk sağlığı açısından oldukça kritik bir dönem olarak kabul edilen afet ve sonrası dönemde, ne yazık ki Antakya’daki hastanelerin büyük bir kısmı hala kullanılamaz durumda, sağlık hizmetleri ağırlıklı olarak konteynerlerde sağlanıyor, sağlık çalışanlarının yaşam koşulları ise görevlerini ideal şekilde gerçekleştirmelerine engel olur nitelikte.

Depremde büyük bir hasar gören işyerleri, ticaret ve hizmet alanları, üretim tesisleri ve tarımsal üretim alanlarıyla ekonomik sektörler açısından ise bütünleşik planlama çerçevesinde bir iyileştirme sürecini izlemek mümkün olmadı. Enkaz kaldırma çalışmaları sırasında moloz döküm sahasına, geçici barınma alanlarının oluşturulması sırasında konteyner ve çadır alanına dönüşen tarım alanları, sahiller ve zeytinlikler başta olmak üzere doğal alanların geleceği henüz belirsiz görünüyor.

Konut alanları ve çalışma alanları aynı zamanda, Anayasa’nın 35. maddesinde tanımlanan mülkiyet hakkının da konusunu oluşturur; bu madde tüm yurttaşların mülkiyet haklarına sahip olduğunu ve bu hakların ancak kamu yararı nedeniyle sınırlanabileceğini açıklar. Antakya’da depremden sonra 6306 sayılı yasa kapsamında önce tarihi merkezde “riskli alan”, sonra yeni merkezin olduğu nehrin batısındaki alanda “rezerv yapı alanı” ilan edilmesi ve sürece ilişkin yeterli şeffaf bilgilendirme yapılmaması, yerel halkta belirgin bir mülkiyet endişesine yol açıyor.

Öte yandan Antakya’nın ampute ve engelli nüfusunun büyük oranda arttığı deprem sonrası planlama sürecinde bu konu gereğince gündeme gelmezken, inşaat, mimarlık ve planlama faaliyetlerinde, yerel halk açısından endişeyi derinleştiren bir koordinasyon sorunu, belirsizlik ve şeffaflıktan uzak bir yaklaşım gözlemleniyor.

Hâl böyleyken Anayasa’nın bize hatırlattığı başlıca yurttaşlık talebimiz, depremden önce Antakya’da mülk sahibi, kiracı ya da çalışan olsun, burada bir yaşamı olan nüfusun geçici dönemde burada yaşamını sürdürebileceği bütün koşulların; geçici barınma alanlarının, gündelik ihtiyaçların, çalışma alanlarının, kentsel servislerin, erişim olanaklarının mutlaka sağlanması olmalı. Depremden sonraki bir yıl boyunca yürütülen süreçlerin doğal alanlara ve halk sağlığına verdiği zararın boyutu ve bunun nedenleri tespit edilerek; bundan sonraki enkaz kaldırma, geçici barınma alanlarının sağlanması, kalıcı konutların inşa edilmesi süreçleri dahil olmak üzere Antakya’nın iyileşmesi sürecinde halk sağlığının ve doğal alanların korunması, taviz verilemeyecek temel bir mesele olarak kabul edilmeli. Depremden sonraki planlama ve mimarlık faaliyetleri mutlaka bütünsel planlama, “dirençli kent” ve “engelsiz kent” ilkeleriyle uyumlu ilerlemeli; plan kararlarının oluşturulması, uygulanması ve denetlenmesi süreçlerinde yerel halkın katılımı gözetilmeli. Antakya’yla ilgili planlama ve imar faaliyetleriyle yasal değişiklikler, deprem bölgesinde mülkiyet değişimi ve mülksüzleştirme süreçlerine neden olmamalı.

Su, dünya üzerinde bol miktarda bulunduğu ve tüm canlıların yaşaması için vazgeçilmez olduğu düşünülen, kokusuz ve tatsız maddedir; pek çok açıdan, yaşamın temel kaynaklarından biri olarak kabul edilir. Güvenli gıda ise, gıda üretiminden tüketimine kadar geçen tüm aşamalarda oluşabilecek tüm risklerin gözetilerek bertaraf edildiği gıda olarak tanımlanır.

Anayasa’nın 127. maddesi, yerel yönetimlere, yerel halkın yerel ve ortak gereksinimlerini karşılama sorumluluğu yüklüyor. Temiz içme suyu, temiz kullanma suyunun sağlanması, gıda maddelerinin üretildiği tarımsal alanların tüm zararlılardan korunması ve sürdürülebilirliği, kamu kurumlarının sorumlulukları arasında. Fakat, Antakya’da depremin ardından geçen bir yılı aşkın sürede hala temiz içme suyuna, temiz kullanma suyuna ve güvenli gıdaya erişim konusunda yerel halk oldukça sancılı ve sonu belirsiz bir sürecin ortasında.

Anayasa’nın tanımladığı yurttaşlık haklarımıza dayalı diğer talebimiz, Antakya’da yerel halkın deprem sonrası geçici dönemde temiz içme ve kullanma suyuna, güvenli gıdaya erişiminin koşullarının sağlanması olmalı.

Somut kültür mirası önceki kuşakların oluşturduğu, evrensel niteliğe sahip olduğuna inanılan eserlerin genel ismidir. Somut olmayan kültürel miras ise, bir topluluk ya da bireyin, kendi kültürel mirasının bir parçası olarak gördüğü tüm bilgi, beceri, uygulama ve bunlarla ilişkili araç, gereç ve mekânları ifade eder. Anayasa’nın “tarih, kültür ve tabiat varlıklarının korunması” başlıklı 63. maddesine göre devlet, tarih, kültür ve tabiat varlıklarının ve değerlerinin korunmasını sağlamakla, bu amaçla destekleyici ve teşvik edici tedbirleri almakla yükümlüdür.

Antakya’nın en önemli özelliklerinden biri, somut ve somut olmayan kültürel mirası; dini yapıları, çarşıları, diğer anıt eserleri, tarihi konut dokusunun yanında üretim, zanaat ve ticaret kültürü, Antakya’yı pek çok yerleşmeden farklılaştırıyor. Fakat depremlerde ve devamında yapılan enkaz kaldırma çalışmalarında bu somut kültür mirası büyük bir zarar gördü, önemli yapıların büyük bir bölümü kullanılamaz duruma geldi, bir kısmının enkazı yerinden tamamen kaldırıldı, gelinen aşamada oluşan büyük boşluklar nedeniyle tarihi Antakya konut dokusunun bütünselliğini kavramak ise maalesef mümkün değil. Öte yandan ipek böcekçiliği, zeytinyağı ve defne, turunçgillerden yapılan doğal üretim kültürünü sürdürmeye çalışan yerel üreticiler, enkaz kaldırma çalışmaları ve geçici barınma alanlarının oluşturulması sırasında doğanın gördüğü zarardan doğrudan etkilendi ve buna rağmen üretimlerini sürdürme çabası içindeler.

Bu durumda, yurttaş olmaktan ileri gelen diğer talebimiz, Antakya’nın somut ve somut olmayan tarihi ve kültürel mirasının, tarihi dokunun bütünselliğinin ve Antakya’nın üretim kültürünün korunarak, aslına uygun biçimde iyileştirilmesidir. Antakya’nın somut ve somut olmayan kültürel mirasının korunması, bu mirasın yalnızca Antakya’nın ve ülkemizin değil, tüm dünyanın bütünsel mirasının bir parçası olması nedeniyle, aynı zamanda hepimiz açısından evrensel bir sorumluluk olarak kabul edilmelidir.

Yerel seçimler, gerçekleşmesine birkaç gün kalmışken, gündemde kendisinden başka hiçbir şeye yer bırakmıyor. Fakat en nihayetinde seçimlerle belirlenecek yönetimler geçici bir süre için seçilirken, hayat, yurttaşlık ve kentlerimiz kalıcı değerlerdir. Antakya’nın deprem sonrası her açıdan geldiği aşama ise, en önemli ve kalıcı olan değerlerin varlığının devamlılığının risk altında olduğunu gösteriyor. Bu aşamada Antakyalılar yurttaş olmaktan ileri gelen ve Anayasa’da tanımlanan temel haklarını hatırlamalı, yurttaşlık haklarının parçalarını oluşturduğu asgari müşterek etrafında bir araya gelmeli ve yaklaşan seçimlerin sonucu ne olursa olsun; beraber hareket edebilen, yurttaşlık haklarını talep eden ve ortak bir irade ortaya koyabilen bir aktöre dönüşmeli. Biz uzaktakilerin payına ise bu süreçte, Antakyalıları desteklemekten fazlası düşmüyor; talep ettiklerinde, gereksinim duyduklarında orada olmak, o kadar.

Bu defa seçim sonuçları ne olursa olsun, uzaktaki hiç kimsenin, Antakya’nın depremden sonra iyileşmesi sürecinde verdiği desteğin hesabını herhangi bir şekilde Antakya halkına sorduğuna tanık olmamak dileğiyle, Antakya’nın ve Antakyalıların en kısa zamanda iyileşmesi umuduyla.

[1] “Yurttaş olmaktan seçmen olmaya indirgenmiş halk” ifadesi, “Hakkı Özdal ve Bahadır Özgür ile İki Satır” adlı YouTube programından alıntılanmıştır, 2023.

[2] https://www.mevzuat.gov.tr/mevzuat?MevzuatNo=2709&MevzuatTur=1&MevzuatTertip=5, Türkiye Cumhuriyeti Anayasası, 1982.

*Tuğçe Tezer: Şehir Plancısı, Akademisyen

Kaynak: Artı Gerçek
***Mutluluk, adalet, özgürlük, hukuk, insanlık ve sevgi paylaştıkça artar***

Exit mobile version