Site icon İnternet Haberler Köşe Yazıları Yorumlar Siyaset Ekonomi Spor

Kurumunu arayan tüzük ve AİHM kararı


Serdar KANDİL*


Avusturya Alevi Birlikleri Federasyonu (AABF) 2019 yılında Avusturya’da iç hukuk yollarının tükenmesiyle Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi’ne (AİHM) taşıdığı inanç kurumu yasal statü davasını kazandı.

AİHM 30 Ocak 2024 tarihli kararında Avusturya devlet kurumlarının söz konusu davaya konu olan yasal statü başvurusunu etkili ve kapsayıcı şekilde incelemediğine kanaat getirdi. Bu nedenle Avrupa İnsan Hakları Sözleşmesi 9. madde kapsamında anayasa tarafından güvenceye alınan din ve inanç özgürlüğünü ihlal ettiğine oy birliğiyle karar verdi. Bu yazıda hem Batı Avrupa’daki duruma hem de AİHM kararıyla davaya konu olan yasal statünün arka planına kısaca değineceğim.

AİHM kararı, bir yandan devlet ve kurumlarını denetlemenin diğer yandan da laiklik ve sekülarizm siyaseti kapsamında azınlık inanç kurumlarının önemini düşünmemiz için bir fırsat sunuyor. Bu bağlamda, pek çok eleştirilecek taraflarına rağmen Avusturya başta olmak üzere Batı Avrupa devletlerinin Türkiye’den çok daha kapsayıcı ve demokratik olduğunu söyleyebiliriz. Çünkü 1980’lardan itibaren yükselen onca azınlık ve göçmen karşıtı sağcı siyasete rağmen Avrupa’ya ait olan Alevi, Budist, Hindu, Müslüman, Yahudi gibi azınlık inanç toplumlarına ait onlarca-yüzlerce yerel ve çatı kurumu yasal statü elde etti.

Batı Avrupa’da bunlar olurken Türkiye’de devlet kurumları ve temsilcileri Sünni İslam konfor ve önyargısıyla Aleviler başta olmak üzere azınlık inanç toplumlarına gerekli olan yasal statü ve desteği vermemeye devam ediyor.

Maalesef bu önyargı hem dindar hem de seküler siyasetin merkezine sinmiş çarpık laiklik anlayışının beslediği dışlayıcı ve donuk bir anlayışı temsil ediyor. Oysa laik ve seküler siyaset, toplum gibi sürekli değişip dönüşen, en önemlisi zayıf olanı güçlüye karşı koruyup güçlendiren bir hukuk sistemidir. Yani devlete karşı inanç toplumlarını, inanç toplumlarına karşı insanı- bireyi ve dominant olan din ile inanç toplumuna karşı da azınlık inanç toplumlarını koruyup güçlendiren bir yönetim biçimidir. Dolayısıyla laik ve seküler devlet ile sosyal refah devleti birbirinden ayrılmaz bir bütündür.

TÜRKİYE İLE BATI AVRUPA ARASINDA BİR BAĞ: ALEVİ TOPLUMU, KURUMLARI VE YASAL STATÜ

Alevilik inanç doktrinin çerçevesiyle ilgili tartışmalar 1990’lardan beri sadece Türkiye’de değil iki milyona yakın Alevinin yaşadığı Batı Avrupa’da da yapılıyor. Batı Avrupa’da 1980’lerin sonunda başlayan Alevi kurumsal örgütlenmesi bugün 300’den fazla yerel ve ulusal çatı kurumu ile hem bu tartışmaların hem de Alevi toplumunun en önemli öznesini oluşturmakta. Bu kurumsal yapının ezici çoğunluğunu temsil eden Avrupa Alevi Birlikleri Konfederasyonu (AABK) çatısı altındaki yerel ve ulusal Alevi kurumları, 2000 yılından beri Almanya, Avusturya, Belçika, Danimarka, Fransa, Hollanda, İsveç, İsviçre, İngiltere ve Norveç’te inanç kurumları için yürürlükte olan yasalar kapsamında pek çok girişim ve başvurular yaparak çeşitli yasal statüler (inanç toplumu, inanç topluluğu, kamu tüzel kişilik) elde ettiler.

Avusturya hariç tüm bu ülkelerdeki Alevi kurumları, Aleviliği farklı tek ve çok tanrılı dinlerin etkilerinden beslenip kendine özgün bir inanç sentezi, doktrini ve uygulamaları çıkarmış bağımsız bir inanç olarak anlattılar, tanıttılar ve tanımladılar.

Bu yaklaşımlarını, çeşitli medeniyetlerin ve inançların katman katman yüzyıllarca artarda, yan yana yaşayıp iç içe geçtikleri Mezopotamya ve Anadolu tarihine dayandırdılar. Buna karşın Avusturya’da inanç kurumu olarak yasal statüye sahip üç farklı Alevi kurumu var; İslam içinde tanınan Avusturya İslam Alevi Dini Mezhebi (Islamisch Alevitische Glaubensgemeinschaft in Österreich), kendine özgün kadim Alevi inancını temsilen Avusturya Kadim Alevi Dini Toplumu (Alt-Alevitische Glaubensgemeinschaft in Österreich) ve kendine özgün bağımsız Alevi inancını temsilen Avusturya Özgür Alevi Dini Toplumu (Frei-Alevitische Glaubensgemeinschaft in Österreich).

Bu yazıda Avusturya’daki bu üç farklı yasal tanınmanın hikayesini ve arka planını anlatmak mümkün değil, bu nedenle sadece 2009’da başlayan yasal tanınma sürecini yöntem ve prosedür bakımından Avusturya devleti kurumlarının eline yüzüne bulaştırdığını onaylayan 30 Ocak 2024 tarihli AİHM kararına odaklanacağım.

AVUSTURYA’DA BİR KURUMA AİT TÜZÜK İLE HAYALETİ VE AİHM KARARI

AİHM, 2009- 2019 yılları arasında Avusturya’nın dinler idaresi Kultusamt ve çeşitli mahkemeleri arasında temel asgari bürokratik ve idari titizlikten yoksun bir şekilde hallaç pamuğuna çevrilen AABF’nin yasal statü başvurusuna dair 30 Ocak 2024 tarihli kararını 5 Mart’ta açıkladı.

AİHM dosyayı, AABF’nin şikâyet ve talepleri doğrultusunda Avrupa İnsan Hakları Sözleşmesi’nin güvence altına aldığı adil yargılanma hakkı (6. madde) ve din özgürlüğü (9. madde) kapsamında inceledi. Buna göre, mahkeme sözleşmenin 6. maddesinin mevcut davaya uygulanamayacağına kanaat getirirken Avusturya devlet kurumlarının AABF’nin söz konusu yasal statü başvurusunu reddetme gerekçelerini yetersiz bulduğu için sözleşmenin 9. maddesine atfen anayasa tarafından güvenceye alınan din özgürlüğünün ihlal edildiğine oy birliğiyle karar verdi.

AİHM’nin bu hükmünü, basın ve sosyal medya platformları ‘Alevilik kendine özgü bir inanç olarak AİHM tarafından kayda geçirilmiş’ gibi duyurdu. Böyle bir yorumun son derece eksik ve yanıltıcı olduğu kanaatindeyim çünkü Avrupa İnsan Hakları Sözleşmesi’nin 9. maddesi çeşitli resmi ve devlet kurumlarının böyle bir çabanın içine girmesini din ve inanç özgürlüğünün ihlali olarak görmektedir. Dolayısıyla ne AİHM’nin ne de sözleşmeye imza atmış devletlerin ilgili kurumlarının Aleviliğin ne olup olmadığına karar verme yetkisi ve hakkı bulunmamaktadır.

AİHM sadece söz konusu yasal sürece dair Avusturya devlet kurumlarının vermiş olduğu kararları ve bunlar için sunulan gerekçeleri sözleşmenin 9. maddesi kapsamında yöntem ve prosedür açıdan inceleyip kusurlu ve yetersiz buldu. Çünkü söz konusu yasal statü başvurusunun yapıldığı özel koşulların ve zor arka planın dinler idaresi Kultusamt tarafından bilinmesine rağmen değerlendirme ve karar aşamasında dikkate alınmamasının önemli bir eksiklik olduğunu belirtti. Peki Avusturya devlet kurumlarının AABF’nin yasal statü başvurusunu reddederken vermiş olduğu gerekçeleri ve sürecin zor arka planı nedir?

Niyetim okuyucuyu davanın detaylarıyla boğmak olmadığı için durumun en can alıcı noktalarına değinmeye çalışacağım. Burada sunmaya çalıştığım bilgiler, 2019-2022 yılları arasında Prof. Dr. Bilgin Ayata yönetiminde yürüttüğümüz araştırma projesinin (İngilizce, Almanca ve Türkçe özet linki için tıklayın) alan çalışmasında elde ettiğimiz verilerin yanında Hüseyin Şimşek’in 2016 yılında Belge Yayınlarından çıkan kitabı ile daha sonraki yıllarda kaleme aldığı kısa yazılara ve AİHM kararında yer verilen olgulara dayanmaktadır.

Söz konusu ayrıntıların ve yasal sürecin insanın akıl sınırlarını zorlayacak derecede yorucu olduğunu belirtmek isterim. Olup bitenler bir hikâye, roman, tiyatro oyunu veya film senaryosu olsaydı kimi bürokratik ve idari ilkeler dikkate alınmazsa genelde devlet kurumlarının özelde insanın nasıl zor ve saçma durumlar ortaya çıkardığını anlatan çarpıcı bir çalışma olurdu. Bu nedenle yaşananların tam Aziz Nesin’lik bir durum olduğunu düşünüyorum çünkü bu karmakarışık durumun ortaya çıkmasına neden olan temel olgu ilgili yasal süreçlerin hiçbirinde kayda geçmiş görünmüyor.

Bu temel olguyu odanın içindeki fil metaforuna benzetmek mümkün, tüm yasal süreç onun etrafında dönüyor olmasına rağmen görünen odur ki olgunun kendisine değinen kimse yok: AABF 2009 yılından beri Avusturya devleti kurumlarının huzurunda kendi tüzüğüne karşı yasal bir statü davası yürütüyor. Çünkü söz konusu tüzük, AABF’nin üye bir yerel derneği tarafından hiçbir kurumsal disiplin ve kurala uygun olmayan şekilde izinsiz kullanılmış, çatı kurumunun yasal başvuru tarihinden iki hafta önce gizlice yapılan başka bir yasal başvuruya İslam referansları dışında hiçbir değişiklik yapmadan birebir eklenmiştir. İdare ve dernekler hukuku açısından bunu yapmak mümkün müdür, değilse bunun cezai ve idari yaptırımları var mıdır gibi soruların yanıtlarını konunun uzmanı hukukçulara bırakıyorum.

AABF’nin yasal statü başvurusu 2009- 2019 yılları arasında, iki masa tenisi oyuncusunun pinpon topunu masa üstünde tutmaya çalışmasına benzer bir şekilde Avusturya dinler idaresi Kultusamt ile çeşitli mahkemeler arasında gidip geldi.

Dinler idaresi Kultusamt başvuruyu 16 Aralık 2010 ve 11 Mayıs 2015 tarihlerinde değerlendirip farklı gerekçelerle reddetti, son kararın gerekçesi olarak AABF’nin başvuruya eklediği kurum tüzüğünün Dini Cemaatler Yasası (1999) ve İslam Yasası (1912) kapsamında yasal statü elde eden Avusturya İslam Alevi Dini Cemaati (ALEVI) tüzüğüyle İslam referansları dışında birebir aynı olmasını gösterdi.

Bunun temel nedeni yukarıda belirttiğimiz, söz konusu yasal sürece hiçbir şekilde dahil edilmemiş olan durumdur. Avusturya Alevi çatı kurumu AABF’nin üye yerel derneklerinden olan Viyana Alevi Kültür Birliği Derneği (VAKB) ve Tirol Anadolu Alevileri Kültür Merkezi (Tirol AAKM), federasyonun 2008 yılında kamuya açık ve dinler idaresi Kultusamt’in bilgisi dahilinde tüm paydaşlarıyla birlikte başlattığı yasal statü başvuru hazırlıklarının içinde yer alan sekiz dernek arasındaydı.

Bu hazırlık çalışmalarında VAKB ve Tirol AAKM’yi temsil eden başkan ve yardımcıları, çatı kurumu ile diğer altı üye yerel derneklerin temsilcileriyle yaşadıkları anlaşmazlık nedeniyle hem çatı kurumu ile kendi derneklerinin yönetim kurulları hem de iki derneğin üyelerinden habersiz gizlice bir yasal statü başvurusu yapmakla kalmadılar, ayrıca söz konusu başvuru için çatı kurumu AABF’nin hazırlamış olduğu tüzük çalışmasını da hiçbir onay veya izin almadan kullandılar. Ortaya çıkan anlaşmazlık, Şimşek’in kitap ve kısa yazılarında belirttiği üzere, VAKB ile Tirol AAKM temsilcileri çatı kurumu AABF’nin yapacağı yasal statü başvurusunun İslam içinde yapılmasını, buna göre kurum tüzüğünde Aleviliği İslam’ın bir mezhebi olarak tanımlamak ve yasal statü elde edecek olan kuruma sadece Dedelerin başkanlık yapmasını istiyorlardı.

Başvuruyla ilgili, AİHM’nin de kararında yer verdiği, davanın içeriğine dönecek olursak; söz konusu dosyayı en son değerlendiren Viyana Bölge İdare Mahkemesi oldu. Mahkeme, AABF’nin talep ve şikâyetleri doğrultusunda 28 Aralık 2018, 4 ve 24 Ocak 2019 tarihlerinde üç ayrı sözlü duruşma yapmasına rağmen AABF’nin talep ve isteklerini tam olarak kabul edip incelemedi.

Örneğin resmi kurumlar tarafından AABF tüzüğünün sürekli karşılaştırıldığı, Avusturya İslam Alevi Dini Cemaati (ALEVI) kurumunun tüzüğü ilk defa 4 Ocak 2019 tarihli duruşmada AABF yetkililerine verildi. Bu tüzük İslam’la ilgili referanslar hariç birebir AABF’nin 2008 yılında hazırlamış olduğu tüzüktü. 2009 yılından beri bu temel olguyu yasal sürece dahil etmeyen AABF, aslında kendisine ait olan bu tüzüğü dikkate alarak 7 Mayıs 2015 tarihli tüzüğü üzerinde değişiklikler yaparak 19 Ocak 2019 tarihli yeni tüzüğünü ve iki tüzük arasındaki farkları gösteren bir tabloyu 22 Ocak 2019 tarihinde mahkemeye sundu.

Mahkeme, dosyayı AABF’nin 7 Mayıs 2015 tarihli tüzük çalışmasına göre değerlendirip 29 Ocak 2019 tarihli kararında, söz konusu tüzüğün İslam referansları dışında IAGÖ/ ALEVI kurum tüzüğüyle birebir aynı olduğunu belirtmekle kalmadı, 19 Ocak 2019 tarihli son tüzük değişikliği başta olmak üzere önceki tüm tüzük değişikliklerini AABF aleyhine yorumladı.

Kısaca bu kadar sık tüzük değişiklikleriyle AABF’nin bir dini topluluk olarak tüzüğüne bağlı olmadığı ve tüzüğü yasal statü için bir araç olarak gören kurum izlenimi verdiğini, tüzük değişiklikleri çok sık yapıldığı için AABF’ye ait inanç doktrinini anlamanın imkânsız olduğunu, destek beyanlarını imzalayan kişi ve üyelerin söz konusu değişiklikleri desteklediklerinin net olmadığını belirtti.

Ayrıca 19 Ocak 2019 tarihli tüzükte belirtilen inanç doktrini ve uygulamalarının doğru kabul edilmesi durumunda AABF’nin önceki tüm tüzük ve ilgili değişikliklerdeki beyanlarıyla yetkilileri yanıltmış olduğunu vurguladı. Son olarak da dinler idaresi Kultusamt’ın son duruşmada ilk defa öne sürdüğü üzere tüzükteki üyelik tanımının çok belirsiz olduğunu, kimlerin üye olduğunun açıkça belirtilmediğini, bu nedenle IAGÖ/ ALEVI kurumuna ait üyelere yönelik bir ayrım görülmediğini belirtti.

AİHM kararında, AABF aleyhine kullanılan ‘tüzüğün çok sık değiştirilmesi’ gerekçesini, söz konusu yasal başvurunun yapılmış olduğu özel koşullar ve zor arka planın dikkate alınmaması nedeniyle yetersiz buldu. AABF’nin, üye yerel derneğiyle yaşadığı anlaşmazlığı çözmek umuduyla ve ilerleyen zaman içinde bu umudun giderek azalmasından kaynaklı olarak farklı tarihlerde tüzüğünde gerekli değişiklikleri yapmaya ihtiyaç duymasının anlaşılır olduğuna dikkat çekti. Bu nedenle Viyana Bölge İdare Mahkemesi’nin AABF’nin kendi inanç doktrini ile uygulamalarının ALEVI kurumundan nasıl farklı olduğunu daha iyi anlatmak için talep ettiği sözlü duruşmalarda hazır bulunan şahit ve üyeleri dinlemek yerine tüzük değişikliklerine takılmasını anlamakta zorlandığını belirtti.

Ayrıca dinler idaresi Kultusamt’ın başından beri hem AABF’nin yasal statü başvuru hazırlığından hem de ortaya çıkmış olan anlaşmazlıktan haberdar olmasına rağmen vermiş olduğu idari kararda bunu dikkate almadığını belirtti. Son olarak, 29 Ocak 2019 tarihli Viyana Bölge İdare Mahkemesi kararında üyelik tanımıyla ilgili ilk defa belirtilen soruna dair dinler idaresi Kultusamt’ın idari sorumluluğuna işaret etti. Çünkü söz konusu üyelik tanımı 2009 yılından beri yapılmış olan tüm tüzük değişikliklerinde mevcut olmasına rağmen AABF’ye bu konuda herhangi bir bilgilendirme veya uyarı yapılmamıştı. Oysa AABF 2008 yılından beri yasal statü hazırlığına dair gerekli idari desteği almak için dinler idaresi Kultusamt’la iletişimdeydi.

AİHM, bu ayrıntıların AABF’nin yasal statü başvurusu ile tüzüğünde anlattığı dini doktrin ve uygulamaları anlamak için önemli olduğunu, Viyana Bölge İdare Mahkemesi’nin tüm bu ayrıntıları AABF aleyhine yorumlaması sonucunda varmış olduğu kararı kusurlu ve gösterilen gerekçeleri yetersiz buldu. Bu nedenle Avusturya devleti kurumlarının sözleşmenin 9. maddesini ihlal ettiğine oy birliğiyle karar verdi.

AİHM 9. maddenin ihlal edildiğini oy birliğiyle kabul etmesinin yanında AABF’nin 10 yıldan fazladır süren bu kusurlu yasal süreç için talep ettiği maddi (229.642,27 Euro) ve manevi (20.000 Euro) tazminat ile dava masraf ve harcama (421.071,49 Euro) miktarlarını abartılı buldu. Maddi tazminat için söz konusu yasal süreç ve ihlal ile uğranılan maddi kayıp arasında doğrudan bir sebep-sonuç ilişkisi gerektiğini, AABF’nin süreç devam ederken yasal bir kurum olarak faaliyetlerine devam etmesini gerekçe göstererek maddi tazminat talebini reddetti.

Dava masraf ve harcamalarına yönelik sadece direkt dava için yapılmış ve belgesi olan masraflara yönelik 20.000 Euro ve manevi tazminat içinse 10.000 Euro olmak üzere toplam 30.000 Euro’nun AABF’ye ödenmesine karar verdi. Buna göre, maddi- manevi tazminat ile dava masraf ve harcamaları olmak üzere AABF’nin talep ettiği toplam 670 bin küsur Euro’ya karşı 30.000 Euro ödemeyi kabul ederek kararını Avusturya devletinden yana dengelemiş oldu.

AİHM KARARI, GEÇMİŞ VE GELECEK ARASINDA ESKİ-YENİ SORULAR

Yazının başında belirttiğimiz üzere AİHM’nin bu kararı davanın içeriğine dair olmayıp sadece hukuki süreci inceleyen, Avusturya devlet kurumlarının vermiş olduğu kararları ve bunlar için gösterdiği gerekçeleri somut bulgular/ olgular açısından değerlendirip ilgili maddi kusur ve yetersizlikleri ortaya koymuştur. Bu kararın hem AABF hem de İslam Yasası kapsamında kamu tüzel kişilik statüsüne sahip Avusturya İslam Alevi Dini Cemaati (ALEVI) kurumunun yasal statüsünü nasıl etkileyeceğini bekleyip göreceğiz. Yazının kısa olmasını istediğim için 2009 yılından beridir devam eden bu zorlu ve kusurlu yasal sürecin Avusturya devletinin genelde inanç kurumlarına özelde Hristiyan olmayan inanç kurumlarına yönelik değişen siyaseti tarafından nasıl etkilendiğine değinmedim.

Devletin değişen bu siyaseti, Avusturya Alevi çatı kurumuna karşı İslam içinde tanınmak isteyen yerel Alevi derneğinin yasal başvurusuna öncelik verilmesinde nasıl etkili oldu sorusunu sormak önemlidir. Bu soruyu Batı Avrupa devletlerinde oturmuş bürokratik kaide ve gelenek bağlamında düşünürsek önemi daha da anlaşılır olacaktır; ulusal düzeyde yasal statü ve buna dair resmi görüşmeler için her zaman çatı kurumu tercih edilir.

Bu nedenle, Aleviliği temsilen ortaya çıkan yasal statü arayışlarında Avusturya devleti kurumlarının bu geleneğin dışına çıkarak çatı kurumu yerine yerel bir derneği resmi muhatap olarak alması son derece ilginçtir. Bununla ilişkili olarak söz konusu yerel derneğin çatı kurumunun hazırladığı kurum tüzüğünü izinsiz ve İslam referansları dışında hiçbir değişiklik yapmadan birebir kullanmasına dair bir işlem yapmak yerine bunu çatı kurumu AABF’ye karşı kullanması durumu daha da ilginç ve tuhaf kılmaktadır. Bunun hiçbir idari ve mahkeme sürecinde kayda geçirilmemesinde AABF temsilcileri ile devlet kurumları hangi sorumluluk ve kusurlara sahiptir bilmiyorum? AİHM tarafından son derece kusurlu bulunan bu yasal sürecin farklı aşamalarında ortaya çıkmış olay ve durumları somut olgularıyla beraber devletin siyaseti ve çıkarları bağlamında yorumlayıp değerlendirmeyi başka bir yazıda yapmak üzere burada bitireyim.

* Serdar Kandil: Basel Üniversitesi Sosyoloji bölümünde doktora araştırmasını yapıyor.

Kaynak: Artı Gerçek
***Mutluluk, adalet, özgürlük, hukuk, insanlık ve sevgi paylaştıkça artar***

Exit mobile version