Bircan DEĞİRMENCİ
Yer: Siyasetin kalbi, her türlü acının, hüznün tanığı olmasına rağmen ayakta kalmakta direten Diyarbakır.
Tarih: 16 Mart Kürtler için dinmeyen bir sızı olarak kalan Halepçe katliamının sene-i devriyesi.
Otel salonunda toplanan onlarca insan Güney Kürdistan Parlamentosu’nun dünyadaki tüm Kürtlere yaptığı çağrıyla saat tam 11’de saygı duruşu için ayağa kalkıyor. Sembolik olarak bir dakika sürse de Kürtler için hiçbir zaman akıldan ve yürekten silinmeyecek bir dakika. Kulağımızda yankılanan Şivan Perwer’in çığlığı ‘Fermana me Kurda ye”. Gözlerimizin önünde bebeğinin üzerine kapanarak yere yığılmış kadınlar, katırlarıyla birlikte bombalanan Roboskililer, Meclis’ten kafası eğilmeye çalışılarak götürülen, iradesi gasp edilen, rehin alınan siyasetçiler, kargo paketinde evladının cenazesi eline
tutuşturulanlar, yakınlarının kemiklerini arayan cumartesi anneleri, yerle bir edilen şehirler, bodrumlar, toprağından koparılarak sürgün edilenler…
‘Negatif şeylerden uzak durup kendinizi korumaya alın’ derler ruh sağlığımızı iyileştirmek için reçete verenler. Hangi birini savuşturacağız? Derman sadece yok saymakta veya unutmakta mı? Yoksa hafızamızı diri tutup hatırlamayı unutmamakta mı?
Bodur Şubat’tan sonra geldiği için midir bilinmez yine çok uzun süren bir Mart ayındayız. Anmalar, kutlamalar, sürekli değişen duygu durumunuzun peşinde koşturur sizi. Dünya Emekçi Kadınlar Günü, Tıp Bayramı, Halepçe katliamı, Newroz Bayramı, Dünya Tiyatrolar Günü. Bu da yetmez gibi bu yıl 31 Mart’ta
yapılacak yerel seçim de eklenince ortalık tam bir cümbüşe dönmüş durumda. Kürtler için manası çok daha büyüktür bu ayın. Hem dert ayıdır, hem şenliklidir, hem bir kıpırdanma hem de huzursuzluk yaratır.
Bu özel ve anlamlı günlere İHD Genel Merkezi Diyarbakır şube ile birlikte 16-17 Mart’ta “Kürt meselesinin çözümü ve Barış Konferansı”nı ekledi. Nasıl başlık ama? Uzun bir süredir nadasa kaldırılan barış kelimesinin yeniden dillendirilip tartışılması heyecan verici. Üstelik Diyarbakır’da. Malum Ankara’da hafif bir yel estiğinde burada fırtına kopar. Gözü, kulağı, algıları açıktır. Kafada deli sorular.
Alt başlıkları ve katılımcılarıyla geniş kapsamlı bir program. 2013 barış sürecinde yer alan akil insanlar heyetinden isimler, akademisyenler, gazeteciler, avukatlar, sivil toplum kurumları temsilcileri ve farklı siyasi partilerden Sezgin Tanrıkulu, Galip Ensarioğlu ve Ayşegül Doğan davetli. Leyla Zana’nın barış sürecine ilişkin açıklamalarının tartışmaları sürerken, Murat Karayılan’ın Newroz’da halka müjde verileceğine dair sözleri yankı yaratmakta gecikmiyor. Ve Leyla Zana “Cumhuriyetin 2. Yüzyılında Türkiye’de barış süreci mümkün mü” başlıklı oturumda konuşacak. Elbette basının bu can alıcı konuya ilgisiz kalması mümkün mü? Epeyce kalabalık bir basın grubu salondaki yerini almıştı. Ne yazık
ki son anda siyasetçilerin mazeret bildirmesiyle oturumun ‘Siyaset erki ve barış’ başlıklı bölümü gündemden düşmüş oldu. Leyla Zana konferansa gönderdiği mesajda Diyarbakır Newrozu’nda buluşma dileğinde bulunurken, Selahattin Demirtaş ve Adnan Selçuk Mızraklı Kürt meselesinin çözümündeki muhatapların Erdoğan ve Öcalan olduğunu belirtiyorlardı. Böylesine köklü ve girift bir sorunun iki şahsiyetin tek başına çözebilecekleri bir mesele olmadığına da vurgu yaparak onurlu, adil barışa inanan herkesin bu sürecin aktif katılımcısı, yürütücüsü ve sahibi olmak zorunda olduğunu söylüyorlardı. Bu mesaj anında sosyal medyada gündeme bomba gibi düştü.
Konferansın ilk günü Filistin ve İrlanda deneyimlerinin aktarılması, ‘Ortadoğu’da barış ve Kürt meselesinin demokratik çözümü’ başlığında Doç.Dr Arzu Yılmaz’ın Yeni Güvenlik Mimarisi ve Barış konulu sunumu, barış sürecinde masanın neden devrildiği, Attila İlhan’ın sözlerine atıfta bulunan Cengiz Çandar’ın deyimiyle “Ne kadınlar sevdim zaten yoktular” gibi aslında bir barış sürecinin de olmadığını, Celaleddin Can’ın o süreçte neler yaşandığını aktarmasıyla geçti.
İkinci gün sivil toplumun barışın inşasındaki rolünü Murat Çelikkan’dan dinledik. Kadınların rolünü Figen Aras ve Fatma Bostan Ünsal deneyim aktarımlarıyla ortaya koyarken forum bölümünde çok değerli görüşler dile getirildi. Yapılan konuşmalar, verilen mesajlar İHD Genel Merkezi tarafından anlık olarak sosyal medyada paylaşıldığı için detaylara girmeyeceğim. Merak edenler oradan daha ayrıntılı ve geniş biçimde ulaşabilir. Ben sadece Türklerin ve Kürtlerin gündemini özetleyecek iki kişinin bildirdiği görüşü buraya taşımak istiyorum. Hasan Cemal ve Eren Keskin.
Hasan Cemal, “Türkiye’de Kürt siyasal hareketinin güçlenebilmesi ve barışın tesisi için silahların susması, silahların bırakılması, silahların toprağa gömülmesi gerekiyor. Bunun zamanı geldi ve geçiyor, bunu hiç konuşmadık. Barış dedik tamam da silah, şiddet, silahlı mücadele bunu ne yapacağız? Barış isteyenlerin, buradaki davetlilerin iyi niyetinden içtenliğinden kuşkum yok ama daha keskin olmalı. Bütün yanlışların üzerine rahat gidip, konuşmalıyız” deyince Eren Keskin söz alarak söyleyeceklerinin kişisel görüşü olduğunu ve İHD’yi bağlamadığını belirterek ‘keskin’ biçimde konuşuyor.
“Benim burada kendi adıma ve tüm zamanlarda çıkarttığım sonuç Kürtlerin birliği. Barışı tartışıyoruz ama esas olarak Kürtlerin birliğini sağlamak için ne yapabiliriz? Bence esas tartışmamız gereken bu. 1995’te cezaevindeyken 15 Ağustos kutlaması yapılacaktı. O dönem KDP ile bir savaş vardı. Cezaevi
temsilcisi ‘Şu anda aldığımız bir haberi açıklıyorum, KDP’nin 16 karakolu elimize geçti’ dedi. Herkes alkışlarken ben ağlamaya başladım. Temsilci arkadaş bana gelip ‘Çok duygusalsın, bu kadar duygusal olma’ dedi. İşte Kürtlerin birbirine karşı bu duygusallığı hiç kaybetmemeleri gerektiğini düşünüyorum. Kürt
aydınları tarafından neden böyle bir hareket oluşturulmadı, bunu çok merak ediyorum. Biz üç yıl önce Birleşik Kürdistan Kadın Hareketini oluşturduk ve bu çok önemli bir çalışmaydı. Bunları çoğaltmamız gerektiğini düşünüyorum. Bir de bu coğrafyanın aydınları, kendilerini muhalefet olarak tanımlayanlar aynı anlayıştan besleniyorlar. Yani devletin resmi ideolojisinden farklı değiller. Barışı gerçekleştiremeyişimizde temel bir sorun da bu. Mesela hep ‘Kürtler silah bıraksın’ deniliyor. Peki, Türkiye Kürdistan’dan çekilsin çağrısını yapabilecek bir Türk aydın hareketi var mı? Bugün ‘neden bu kadar sığınmacı bu coğrafyada?’ diye konuşuyoruz. ‘Neden benim devletim orada, neden çekilmiyoruz?’ diyen bir aydın hareketi var mı? Yok ya da korkuyorlar. Böyle bir durumdayız. O nedenle barışı konuşurken bunları da konuşmalıyız.
Kürtler ve Kürdistan’ın gündemi çok farklı. Murat Karayılan ‘bir müjde vereceğim’ dedi. Birçok insana sordum. Kürt arkadaşlar ‘Kürt ulusal birliği olabilir’ dedi, ama hangi Türk’e sorsam ‘silahların bırakılması’ dedi. Gündemler o kadar farklı ki yani Kürtlere karşı bir savaş hala devam ediyor. Savaş sadece
silahlı çatışma değil, bu devletin silahlı mücadeleden çok sivil siyasetten korktuğunu düşünüyorum. Sivil siyaset güçlendiği için yaşıyoruz bütün bunları.”
Ve konferansın sonuç bölümünde Kürt Dil Platformu Sözcüsü Şerefxan Cizîrî Diyarbakır gibi bir yerde Kürt meselesinin tartışıldığı konferansta konuşulan dilin Türkçe olmasını eleştirince İHD Eş Genel Başkanı Hüseyin Küçükbalaban Türkçe başlayıp devam eden toplantıyı Kürtçe konuşarak kapatıyor. Ve salonda yer yer duyulan uğultu.. Kürt meselesi Türkçe tartışılamaz. Alkışlar, temenniler, kucaklaşmalar.. Avrupa’daki Filistinli Topluluklar ve Örgütler Birliği Başkanı George Rashmawi Eren Keskin’in boynuna Özgür Filistin yazılı bir atkı takarken, Hüseyin Küçükbalaban da Rashmawi’ye Amed Spor formasını hediye ediyor.
Ez cümle belki de barışın anahtarı Türkler ve Kürtlerin gündem farkının ortadan kalkmasında, Kürtlerin aynı anda yekvücut olup bir dakika süren sessiz çığlığının büyümesinde gizliydi.
Kaynak: Artı Gerçek
***Mutluluk, adalet, özgürlük, hukuk, insanlık ve sevgi paylaştıkça artar***