M. AHMET KARABAY | HABER YORUM
“28 Şubat” diye siyaset tarihine geçen 1997 yılı MGK bildirisinin üzerinden 27 yıl geçti. Bildirinin muhatabı olan dönemin Başbakanı Necmettin Erbakan’ın ölümünün üzerinden de 13 yıl geçince neredeyse hemen herkes Erbakan güzellemesi yapma yarışına girdi. Oysa Erbakan, bugünlerin ve o meşum bildirinin hazırlanmasının en önemli mimarı idi. Erbakan’ı bir de bu yönüyle okuyun.
Turgut Özal’ın 17 Nisan 1993’te beklenmedik ölümü üzerine Başbakan Süleyman Demirel, Cumhurbaşkanı olarak Çankaya Köşkü’ne çıktı. Demirel’in yerine Tansu Çiller, DYP Genel Başkanlığı’na geçti ve 25 Haziran 1993’te SHP ile koalisyon yaparak 50. Türkiye Cumhuriyeti Hükümetini kurdu.
Boğaziçili ve New Hampshire Üniversitesi’nde ekonomi yüksek lisanslı Tansu Çiller, ülkeyi kısa sürede ekonomik çıkmaza sürükleyince “5 Nisan” kararlarını almak durumunda kaldı. Aslında Erbakan’ın önünü açan 1994’te alınan bu ekonomik kararlardı. “Enflasyonu düşürmek ve TL’de istikrarı sağlamak” gerekçesiyle alınan bu kararları kısaca hatırlatmak istiyorum;
- TL’de yüzde 38 oranında yapılan devalüasyon ve takip eden süreçte dolar 8 binden 42 bin TL’ye çıktı.
- Kamuya personel alımı durduruldu.
- Emeklilik için gereken prim gün sayısı 5000’den kadınlarda 7200, erkeklerde 9000 güne çıkarıldı.
- Memur ve işçi ödemeleri bütçe ödenekleriyle sınırlı tutuldu.
- Fazla mesailere ödenen ücret yüzde 50 düşürüldü.
- Vergilendirilmede “ek” vergi adıyla peşin vergi alımına geçildi.
- Büyük bir işsizlik dalgası toplumu sardı.
- Sermaye sahipleri paralarını yüzde 400 faizle devlete borç verdi.
Ekonomide alınan bu kararlar, ülkedeki merkez sağ ve merkez sol partilere olan güveni sarstı. Halk, 27 Mart 1994 yerel seçimlerinde başta İstanbul olmak üzere bazı merkezlerde Refah Partili adayların kazandıkları yerlerde farklı bir belediye hizmetiyle karşılaştı. Yerelde sunulan hizmetler, 24 Aralık 1995’te yapılan seçimlerde, seçmeni yeni bir arayışa yöneltti. RP, bir önceki seçimlere göre oylarını yüzde 96 oranında artırdı.
- Yüzde 21,4 oy alan RP 158,
- Yüzde 19,2 oy alan DYP 135,
- Yüzde 19,6 oy alan ANAP 132,
- Yüzde 14,6 oy alan DSP 76,
- Yüzde 10,7 oy alan CHP 49 milletvekili çıkardı.
Kimse İslamcı parti olarak nitelenen RP ile koalisyon yapmaya yanaşmayınca, Tansu Çiller “RefahYol” diye bilinen koalisyona gitti. Necmettin Erbakan, 28 Haziran 1996 tarihinde 54. Türkiye Cumhuriyeti Hükümetini kurarak Başbakanlık koltuğuna geçti.
Erbakan hükümeti kurdu ama karşısında, bürokrasi, ordu ve basın vardı. Bugünden bakıldığında “çok masum” gibi görünen kimi adımlar atmaya başladı.
- Erbakan’ın ilk yurt dışı ziyaretini İran’a yapması,
- Libya’da Muammer Kaddafi’nin Türkiye Cumhuriyeti’ne hakaretlerine sessiz kalması,
- Aczmendiler ve bazı grupların ortaya çıkıp “Şeriat isteriz” sloganları atarak yürümesi,
- 3 Kasım 1996’da Susurluk kazasıyla ortaya çıkan mafya-polis-siyasetçi ilişkisini Erbakan’ın “fasa fiso” diye nitelemesi,
- Susurluk olaylarını protesto için başlatılan “Sürekli Aydınlık İçin Bir Dakika Karanlık” eylemlerine “Glu glu dansı” demesi,
- Erbakan’ın başbakanlık konutunda tarikat liderlerine iftar vermesi,
- RP’li Kayseri Belediye Başkanı Şükrü Karatepe’nin Anıtkabir’de saygı duruşunu içi kan ağlayarak yaptığını söylemesi,
- RP’li Rize milletvekili Şevki Yılmaz’ın 30 Ağustos kokteyline katılmama gerekçesini, “Ben deyyus değilim ki eşimle katılayım” diye izah etmesi,
- Sincan Belediyesi’nin düzenlediği “Kudüs Gecesinde” sergilenen tablo ve İran Büyükelçisinin konuşması gibi gelişmeler ordu, bürokrasi ve medyanın büyük tepkisiyle karşılaştı.
Cumhurbaşkanı Süleyman Demirel’in 4 Şubat 1997’de Başbakan Erbakan’a, “laik düzenin korunması” konusunda uyarı mektubu göndermesi 28 Şubat’ın ilk ayak sesi idi. 28 Şubat’ta da Milli Güvenlik Kurulu’nun bilinen bildirisi ile Refahyol hükümetinin dağılmasına giden süreç başlatıldı.
BUGÜN BARIŞ VE ÖZGÜRLÜK SEMBOLÜ GİBİ SUNULAN ERBAKAN’DAN İNCİLER
Erbakan, siyasete “Milli Nizam Partisi” adındaki siyasi yapılanmasını kurarak ilk yola çıktığı 1970 yılından bu yana bugün iddia edildiği gibi barışçıl bir dil kullanma yerine hep sivri ve ötekileştirici bir ifadeleri tercih etti. Bugün toplum Tayyip Erdoğan gibi çok daha aşırı bir versiyonunu gördüğü için Necmettin Erbakan masum ve barışçı gibi kaldı. Erbakan ve Erdoğan arasında birbirlerine karşı söylemedikleri ağır sözler kalmamıştı.
Erdoğan, Erbakan’ı hırsızlıkla suçladığı günler vardı.
Tayyip Erdoğan’ın KAYIP TRİLYON davasında ERBAKAN hakkında söyledikleri !
-23 HAZİRANDA AKP’YE OY VERMEYİ DÜŞÜNEN SAADET PARTİLİLER BU VİDEOYU İYİ DİNLEYİN pic.twitter.com/kv3lxyHbeh
— ARŞİV 🇹🇷 (@ArsivTC) May 29, 2019
Erbakan ise AK Parti’ye oy vermeyi İsrail’e oy vermek olarak niteledi.
Yıllar önce Rahmetli Necmettin Erbakan’ın Recep Tayip Erdoğan hakkında söyledikleri.
#çöküşdönemi pic.twitter.com/m0iicKpdrC
— Habip Usluoğlu (@HabipUslu) February 27, 2023
İkisinin birbirine ne dediğinden çok Erbakan’ın bu toplumu nasıl ayrıştırması ve kendi partisi dışındakilere oy verenler hakkında söyledikleri çok daha önemli:
- Bize oy vermeyenler, patates dinindendir. (Müslüman değildir diyemediği için)
- Biz oylarımızı değil, Müslümanları sayacağız.
- Gün gelecek, rektörler başörtülü kızlarımızın önünde selam duracak.
ERBAKAN NE İSE ERDOĞAN DA AYNI
Özellikle Erbakan’ın ölümünden sonra, Erdoğan’a “tu kaka” demek için Erbakan’a sahip çıkmak, muhalefetin bir yöntemi haline geldi. Erdoğan’dan ve onun siyaset anlayışından şikâyet edip Erbakan’ın yaptıklarına onay verir görünmek akıl karı bir yaklaşım olmasa gerek. Çünkü, böyle bir siyaset tarzı, bu ülkedeki asıl sorunun görünmesini engelliyor. Türkiye’nin asıl sorunu, dinin siyasetin bir aracı haline getirilmesi ve dinin toplum hayatına dayatılması.
Erdoğan’ın siyaset anlayışının mimarı Necmettin Erbakan’dan başkası değil. Bugün ülke siyasal İslam’ın cenderesinde boğuluyorsa, Erdoğan’ın şahsından daha çok onun benimsediği siyaset anlayışı yüzünden. Bu ülkeyi yıllar boyu “biz ve ötekiler” diye ayrıştıran Erbakan idi. Ülkenin bugüne gelmesinin temelinde dini siyasetin emrinde bir silah gibi kullanma anlayışı da Milli Görüş liderine ait. Dinden anladıkları ise ahlaktan soyutlanmış, selefi bir yaklaşımdan başka bir şey olmadı.
Din için ahlaktan arınmış her yola başvurmayı mübah kılan bu yaklaşım, bu ülkede Erdoğan ile değil, Milli Görüş’ün lideri Erbakan ile başladı. Dava için her şeyi yapmayı, takiyeye başvurmayı siyaset Erdoğan’dan değil Erbakan’dan öğrendi.
Erbakan’ın Refah Partisi’nin kapatılması üzerine yaptığı “hukuka bağlılık” konuşması, yapabileceği bir şey olmadığından bir süre Milli Görüş hareketini nadasa bırakma yaklaşımının ortaya konması idi.
1998’de Refah Partisi kapatıldığında yaptığı bu “ılımlı, yasalara saygılı” konuşma da takiyeden başka bir anlam taşımıyordu. Bugün işbaşında olan siyasal İslamcı kadroları yetiştiren Erdoğan değil, Erbakan idi. Türkiye’de siyasal İslam’ın fikir babası, kurucu lideri, dini ideoloji haline getiren yine aynı Erbakan idi.
Evet 28 Şubat; ordu-bürokrat-medya üçlüsünün, (hatta iş dünyasını da buna katıp dörtlü demek yanlış olmaz) bu ülkeye yaptığı en büyük kötülüklerden biri idi. Maalesef “Post-modern darbe” ülkede ağır aksak işleyen demokrasiyi çıkmaza sokmada son virajlardan biri oldu.
Türkiye’nin dünkü siyasileri aşan bir siyaset anlayışına ihtiyacı var. Ülke siyaseti; Erbakan’ın, Türkeş’in, Demirel’in, Ecevit’in, Özal’ın gölgesine sığınacak bir siyasi anlayış yerine bunların ötesine geçebilmek zorunda.
Türkiye’nin sadece sandık demokrasisine değil, bütün mekanizmalarıyla işletilen bir demokrasiye ihtiyacı var. Ötekileştirmeye değil, kucaklayan bir siyasete kapıları açmalıyız. Erdoğan’dan kaçıp Erbakan’a güzelleme yaparak bu ülke de siyaset de bir yere varamaz.
Türkiye’de bu haberi engelsiz paylaşmak için aşağıdaki linki kopyalayınız👇
Kaynak: Tr724
***Mutluluk, adalet, özgürlük, hukuk, insanlık ve sevgi paylaştıkça artar***