Site icon İnternet Haberler Köşe Yazıları Yorumlar Siyaset Ekonomi Spor

Aleksey Navalny’nin ölümünün ardından…

Aleksey Navalny’nin ölümünün ardından…


PROF. M. EFE ÇAMAN | YORUM

Aleksey Navalny’nin ölüm haberini büyük bir üzüntüyle öğrendim. Rusya’da Putin ve onun irrasyonel politikalarına karşı en ciddi muhalefeti yapan Navalny, birkaç kez diktatörün açık saldırısına maruz kalmıştı. Onu son olarak Rusya’da Putin rejimi zehirlenmesinin ardından Almanya’ya tedaviye gitmesinden, ölümden kıl payı kurtulmasından ve ardından büyük bir cesaret örneği göstererek Rusya’ya geri dönmesinden hatırlıyoruz. Moskova’ya giden uçağa bindiğinde, Rusya’da ona meşru muhalefet yaptırmayacaklarını biliyordu. Uçak iner inmez tutuklanacağını bildiği halde geri dönmeye karar vermişti. Yakın çevresi onu dönmemesi konusunda ikna edememişti.

Navalny tutuklandı ve bir ceza kolonisini andıran, Soljenitsin romanlarından fırlamış bir hapishaneye atıldı. Dünya kamuoyu birkaç gün konuyu enine boyuna yazdı, “etinden ve sütünden faydalanma” dönemi bitince de konu unutuldu gitti.

Aleksey Navalny tümüyle politik nedenlerle hapisteydi. Tek “suçu” Putin’in ve rejiminin yolsuzluklarını herkesin anlayabileceği şekliyle ve kanıtlarla internet sitesinden paylaşmaktı. Bazılarına göre Putin’in en büyük korkusuydu. Rusya’daki yegâne gerçek muhalifti. Güleç yüzüyle ve mutlu ailesiyle fotoğraf karelerinden kalan bir imajla zihinlerimizde yer etti, bize “öteki Rusya’yı” gösterdi, anımsattı, umudun var olduğunu gösterdi. Gencecik yaşında, daha elli olmadan hayata veda etti.

Navalny’yi Putin’in öldürdüğüne şüphe yok. Gücünü kullanarak onu içeriye tıktı, ailesinden kopardı, ülkenin en uzak köşelerinde en ağır mahkûmiyet ortamlarında süründürdü, işkencelerden geçirdi, yine de direnen ve dimdik ayakta duran Navalny’den kurtuluş olmadığını anladığı için de onu öldürttü. Oysa daha birkaç gün önce Navalny mahkemeye çıkmıştı. Sosyal medyada izlediğim video görüntüleri onun dinç, morali yerinde, sapasağlam olduğunu kanıtlıyor. Resmi sebep olarak bulunan bahane ne olursa olsun, gerçek olan Navalny’nin infaz edildiğidir. İşin acıklı tarafı, bu olay birkaç gün konuşulacak ve “yakıtı bitince” arşivlerdeki yerini alacak. Çünkü herkes bunun Rusya gibi ülkelerde hayatın olağan akışı olduğunu düşünüyor.

Türkiye’den ya da Türkiye bağlamından konuya yaklaştığımızda çok benzer bir durumla karşılaşıyoruz. Türkiye hapishaneleri de tıpkı Rusya gibi düşünce suçlularıyla ve siyasi mahkûmlarla dolu. Say dediklerinde ünlü sekiz-on isim sayılıyor, ama aslında içeride on binlerce düşünce suçlusu çile çekiyor. Aileleriyle beraber yüz binler, aynı Rusya’daki, Belarus’taki, Çin’deki, İran’daki gibi rejim tarafından kriminalize ediliyor, fabrikasyon “deliller” ve “gizli tanık ifadeleri” gibi hukuksal (!) temellerde yıllarca hapis yatıyor.

İki buçuk milyona yakın insanın terör soruşturması geçirerek fişlendiği Türkiye’nin bir NATO üyesi olması, AB ile halen formel de olsa tam üyelik müzakereleri sürecinde bulunması, AİHM sistemine dahil olan bir ülke olması, onu diğer otoriter ve hukuksuz rejimlerden ayırıyor, ama bu Türkiye’nin de o ligde olduğu gerçeğini değiştirmiyor. Arap Baharı sonrası istikrarsızlaşan İslam dünyasından Batı’ya akan göçü frenleyebilmek için para karşılığı doğal engel olma misyonu yüklenen Türkiye, bu görevden ve küme düşmüş olmaktan kaynaklanan dokunulmazlığı doyasıya kullanıyor. Belki Putin konusundaki Batı tutumu anlaşılabilir. Ama Erdoğan ve rejimi konusundaki tutum çok ciddi bir strateji eksikliğidir ve özellikle Brüksel’in bu ilkesizliği, AB’nin Türkiye üzerindeki etkisini sıfırlamış durumdadır.

Navalny’nin ölümü AB ve geniş çapta Batı dünyasını harekete geçirebilir mi? Yapılan yanlışlara özeleştiri sürecini başlatabilir mi? Demokrasi liginin iç direncini arttıracak, demokratikleştirme misyonunu canlandıracak, otoriter rejimlerle araya mesafe koymak için gereken etik-normatif ölçütleri önceleyecek yeni bir strateji oluşturulabilir mi?

Eğer böyle bir strateji oluşturulacaksa, tıpkı eski Zaman gazetesi genel yayın yönetmeni ve meslektaşım Abdülhamit Bilici’nin geçtiğimiz gün ABD parlamentosunda yaptığı konuşmada vurguladığı üzere, özellikle Türkiye gibi müttefiklerden başlamalı. Çünkü müttefiklerin Batı ile ortaklıktan beklentileri, Rusya, Çin ve İran gibi aktörlerden çok daha yüksek, entegrasyon seviyeleri daha ileri, Batılı mekanizmaların etkinlik oranı bu ülkelere nazaran Türkiye gibi ortaklar üzerinde çok daha etkin şekilde kullanılabilir. Yeter ki siyasi irade oluşsun!

Örneğin Batılı müttefikler isteseler Selahattin Demirtaş’ın, Osman Kavala’nın, onlarca Kürt vekil ve yerel yöneticinin hapisten çıkartılması için Erdoğan’ı baskı altına alabilir. AİHM kararlarının uygulanmasıyla örneğin F-16 satışları arasında doğrudan bağ kurulabilir. Veya Türkiye’nin GB üzerinden baskı altına alınması düşünülebilir. Navalny konusunda ellerinde belki bu tür kozlar yoktu. Ama Türkiye örneğinde mebzul miktarda var!

Açıkçası 15 Temmuz 2016 sonrası gözlemlediğim AB profili utanç verici bir ilkesizlik manzumesi görünümünde. Bütün normlarını hiçe sayan Brüksel, Erdoğan’a yönelik izlediği pasif politikalar neticesinde rejimin konsolide olmasına çok ciddi katkıda bulundu. Bunda Türkiye’nin artık kesinlikle Avrupa ve Batı dışı bir aktör olarak algılanmasının payı büyük! Ancak elbette Avrupa geleceğinde yeri olmasa bile, sınırlarında Türkiye profilinde bir ülkenin olması AB için istikrarsızlık konusudur. Türkiye’nin daha da dibe batması sonrasında çekindikleri göç dalgasını misliyle kapılarına yığılmış olarak bulabilirler.

Vizyonsuzluk, günü kurtarma taktiği, politik miyopi, adına ne derseniz deyin, Avrupa açısından çok büyük bir güvenlik rizikosu doğuruyor. Navalny vakası, Avrupa’nın pasifliğini ciddi bir zafiyet olarak Putin türevi liderlere gösteriyor, onları adeta cesaretlendiriyor. Sınır ötesi baskılar, işkenceler, hukuka yapılan müdahaleler, kriminalize edilen geniş yığınlar – bunları sadece komşu bölgelerdeki lokal sorunlar olarak görmek, Avrupa’ya pahalıya patlayacak.

İsteseler Navalny konusunda çok daha sıkı bir denetim ve baskılama yapabilirler, Putin’in gözünü korkutabilirlerdi. Haydi bunu yapamadılar diyelim… Peki, Erdoğan’ın yukarıda işaret ettiğim gibi, Demirtaş ve Kavala başta olmak üzere siyasi tutsakların, daha doğrusu rehinelerin serbest bırakılması konusunda iknası bu kadar zor mudur?

Açıkçası çok endişeliyim…

Kendine güvenini kaybetmiş, strateji vizyonu olmayan, kendi ilke ve normlarından emin olmadığı açıkça sırıtan ve otoriter figürlerin yelkenine rüzgâr olan, onları cesaretlendiren bir Avrupa var. Atlantik ötesinde ise giderek Avrupa işleriyle fazla ilgilenmeme pozisyonunu retoriğine yansıtan Trump gibi liderler popülerleşiyor. İkinci Trump dönemi söz konusu olursa bu durum hem iç politikada hem de dış politikada Rusya ve Türkiye gibi aktörlerin daha fazla risk almalarına, daha cesur hareket etmelerine zemin hazırlayabilir.

Yılanın başı küçükken ezilmeli.

Türkiye’de bu haberi engelsiz paylaşmak için aşağıdaki linki kopyalayınız👇

Kaynak: Tr724
***Mutluluk, adalet, özgürlük, hukuk, insanlık ve sevgi paylaştıkça artar***

Exit mobile version